AB’nin yeni sığınma ve göç “reformu”

Göçmen ve mülteciler, 21.yüzyılın en büyük insani trajedilerinden birini oluşturuyor. Bu trajediye neden olanlar, sözde buna çözümler arıyor. Ama sadece daha büyük trajedilerin ve ölümlerin yolunu düzlüyorlar.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Dünya
  • |
  • 25 Aralık 2023
  • 19:17

Uluslararası Göçmenler Günü’nden sadece iki gün sonra, 20 Aralık 2023 Çarşamba günü Avrupa Birliği (AB) mülteciler için acı bir paket hazırladı. Yıllar süren anlaşmazlıkların ardından AB Parlamentosu ve AB üyesi ülkeler, “sığınma ve göç politikasında kapsamlı bir “reform” yapılması” konusunda anlaşmaya vardı. AB’nin kuruluşundan bu yana Avrupa sığınma ve göç yasasında yapılan bu en büyük anlaşmayla sığınma hakkı fiilen öldürülmüş oldu. Üye devletler, koruma arayanların neredeyse tüm haklarının askıya alınmasına yönelik olan bu anlaşmayla, çocuklar ve aileleri için bile bir “gözaltı kampları sistemi” yaratıyor.

Söz konusu göç politikası, Avrupa’da insan haklarının çiğnenmesi bakımında yeni bir adım olduğu gibi, aşırı sağcı, ırkçı-yabancı düşmanı partilerin ve neo-faşist akımların talep ettiği aşılmaz “Avrupa Kalesi” politikasına da bir yanıt oldu. Yıllar önce, dönemin Bavyera İçişleri Bakanı Günter Beckstein şöyle demişti: “Bize yararlı olan daha fazla yabancıya, bizden yararlananların ise daha azına ihtiyacımız var.”

Bu bakış, bugün AB’nin göç politikasının gerçekleşmiş hali oldu. AB’nin değer olarak öne sürdüğü insan hakları standartları, İkinci Dünya Savaşı’nın dehşetinden doğmuştu. Ancak bu anlaşma, göçle ilgili mevcut insan hakları ihlallerini yasallaştırmada bir dönüm noktasına işaret ediyor. Avrupa Ortak İltica Sistemi’nde (CEAS) “reform” yapılmasına yönelik yasa paketi, mültecilere daha sıkı hapishane koşulları dayatma, yasal korumayı ortadan kaldırma ve mültecilerin korunma hakkını adeta olanaksızlaştırmayı hedefliyor. Ama Avrupa Parlamentosu Başkanı Roberta Metsola göre‚ “AB, göç ve ilticayı düzenlemek için çığır açan bir anlaşma üzerinde ortaklaştı.” AB Komisyon başkanı Ursula von der Leyen “tarihi bir anlaşma” diye tanımladı. AB ülkeleri adına konuşan İspanya İçişleri Bakanına göre ise, “AB göç sorunuyla baş etme yönünde büyük bir adım attı.” Bir başka AB şefi anlaşmanın, “AB’nin dış sınırlarının sıkı bir şekilde güvenliğinin sağlanmasında bir dönüm noktası” oluşturduğunu söyledi. 

AB şeflerini memnun eden şey, çok daha katı sığınma kuralları uygulama, daha hızlı sınır dışı etme ve AB duvarlarını aşılmaz şekilde yükseltmektir. Sınır Tanımayan Doktorlar (MSF) ise anlaşmaya varılmasını, “Savaş ve şiddetten kaçan insanlar için felaket bir gün” olarak nitelendirdi. MSF içinde mülteci ve göç uzmanı olan Felix Braunsdorf anlaşmayı şöyle tanımlıyor: “Avrupa Birliği sığınma reformuyla toplama kamplarına, çitlere ve güvenli olmayan üçüncü ülkelere sınır dışı edilmeye güveniyor. Bu, insan haklarının ayaklar altına alınması pahasına varılan bir uzlaşmadır.”

“Avrupa Guantanomo”su

2016 yılından bu yana yoğun çalışmaları sürdürülen ve onaylanmış bulunan bu politika, dış sınırlarda tek tip sınır prosedürleri öngörüyor. Özellikle nispeten “güvenli” kabul edilen ülkelerdeki mültecilere karşı çok daha sert önlemler alınıyor. İltica başvurusuna ilişkin bir karar alınana kadar insanların on iki haftaya kadar hapishane benzeri koşullarda gözaltı kamplarında tutulması öngörülüyor. Bu projeye göre, gelen kişilerin parmak izi ve fotoğrafları kayıt altına alınarak “kamu güvenliğine tehdit oluşturup oluşturmadıkları” kontrol edilebilecek. Göçte özellikle güçlü bir artış olması durumunda standart sığınma prosedürleri bir yana bırakılabilecek. Sığınma talepleri reddedilen sığınmacılar “güvenli” üçüncü ülkelere daha kolay sınır dışı edilebilecek.

Anlaşmaya göre, tanınma oranı yüzde 20’nin altında olan ülkelerden (Türkiye, Hindistan, Tunus) gelen sığınmacıların iltica işlemleri, gelecekte AB’nin dış sınırında, sığınma merkezleri olarak adlandırılan kamplarda gerçekleştirilecek. Amaç, bu merkezlerde tüm iltica işlemlerinin on iki haftada tamamlanmasıdır. Koşulları karşılanmayan sığınmacılar, işlemin ardından ülkelerine geri gönderilecek. İltica başvurusuna ilişkin bir karar alınana kadar, çocuklu aileler de dahil olmak üzere göçmenler hapishane benzeri koşullar altında gözaltı kamplarında tutulacak. Mültecilerin kitlesel olarak haklarından mahrum bırakılması anlamına gelen bu uygulama ile kişilerin cezaevi benzeri koşullarda tutulabileceği süre de uzatılabilecek. 

Mültecilerin nasıl dağıtılması gerektiği sorunu son yıllarda AB ülkeleri arasında önemli bir tartışma konusu olmuştur. Anlaşmaya göre dağıtım artık bir “dayanışma mekanizması” kullanılarak yeniden düzenlenecek. Mülteciler AB içinde dağıtılmalı, AB içindeki ülkeler gelecekte belirlenen kotada göçmenleri kabul etmelidir. Üye ülkeler mültecileri kabul etmek istemiyorsa, örneğin parasal ödeme şeklinde destek sağlamak zorunda kalacak. Her mülteci için 20 bin Euro ödeyecek. İlk kez iltica işlemleri AB’nin dış sınırlarında gerçekleştirilecek. Bu amaçla sınıra yakın sığınma merkezleri kurulacak ve burada koruma arayanların kimlikleri kontrol edilecek. Böylece ilk etapta kabul edilme şansı az olan göçmenlerin AB’ye giriş yapmaları engellenecek.

Sorunun kaynağı olanların çözümsüzlükleri

İnsan haklarının bir tarafa itildiği bu anlaşma, mültecilerin korumaya erişimini engelliyor, ülkelerinden kaçan ama hiçbir suç işlemeyen insanlar için, hatta çocuklar ve aileleri için bile bir gözaltı kampları sistemi yaratıyor. Kabul edilen yasa, çocuklar ve aileler de dahil olmak üzere sığınma talep eden kişilerin keyfi olarak gözaltına alınmasını normalleştiriyor. Koruma arayanların neredeyse tüm haklarının askıya alınmasına zemin oluşturuyor.

Avrupa Parlamentosu üyesi Cornelia Ernst, anlaşmayı kara bir gün olarak görmekte, sığınma yasasının üye devletler tarafından ihlal edilmesini yasallaştırmak olarak kabul etmekte, bunun da Avrupa hukukuna darbe indirmek anlamına geldiğine dikkat çekmektedir. Dolaysıyla Avrupa demokrasisinin arandığı her yerde yalnızca ikiyüzlülükle karşılaşacağına işaret ediyor. Yeni yasa bunun örneklerinden biridir. Anlaşma için “Avrupa’nın Guantanomo”su tanımı yapılması tesadüf değildir.

Yeni yasanın AB’deki sığınma sorununu çözmeyeceğini, ancak sığınmaya erişimi ve koruma arayanların haklarını fiilen ortadan kaldırdığı anlaşılıyor. Birçok liberal-demokrat politikacı bile varılan anlaşmayı, “…demokrasi ve hukukun üstünlüğü açısından ciddi bir yenilgi” olarak değerlendiriyor. Sivil toplum kuruluşları ise yasanın, sığınma hakkının sona ermesi anlamına geldiğini belirtiyor. Yeşiller partisinden Milletvekili Erik Marquardt da yasayı “Çocukların hapsedilmesine” ilişkin düzenleme olarak eleştiriyor. Yeni AB sığınma yasasıyla mülteciler için mevcut olan felaket koşulları daha da ağırlaşacak ve  “insanlar Akdeniz’de ölmeye” devam edecek.

Emperyalist savaşlardan, vahşi kapitalist sömürünün yol açtığı sosyal yıkımdan, yaygınlaşan ve derinleşen yoksulluk ve açlıktan, yüz milyonların kabusuna dönen işsizlik gibi sayısız sosyal felaket ve yıkımlardan, faşist terör rejimlerinden kaçan göçmen ve mülteciler, 21.yüzyılın en büyük insani trajedilerinden birini oluşturuyor. Bu trajediye neden olanlar, sözde buna çözümler arıyor. Ama sadece daha büyük trajedilerin ve ölümlerin yolunu düzlüyorlar.