Greif işçilerinin fabrika işgal eylemi, çeşitli biçimler alarak büyüyor. Bunun son örneği DİSK Tekstil Sendikası’nın Genel Merkezi’ne gittiler. Greif direnişi, öncelikli talebinin taşeronlaştırmaya karşı oluşu, taban iradesine dayalı fiili-meşru bir mücadele yolunu seçmesi ve bundan dolayı sendikal bürokrasiyi de karşısına alması açısından Türkiye sınıf hareketi içinde şimdiden önemli bir yer edinmiştir. Greif işçilerinin özellikle ‘80 sonrası uzun yılları bulan sınıf ve kitle hareketinin genel durgunluğu içinde, ileri bir mücadele yöntemi olarak, işgal eylemine imza atmaları ve bunu bir ayı geçkin bir süredir başarıyla işçi demokrasini de işleterek gerçekleştirmeleri ayrıca önemlidir. Bunlar Greif direnişinin sınıf hareketini ileriye taşıyacak, ona güç katacak önemli deneyimlerdir.
Sınıf mücadeleleri inişli-çıkışlı seyir izler. Türkiye işçi sınıfı hareketi içinde Kaveller’den Paşabahçeler’e, 15–16 Haziran’dan DGM direnişlerine kadar pek çok önemli ileri örnek vardır. Ancak 1980 askeri faşist darbe ile işçi sınıfı başta olmak üzere tüm toplumsal muhalefet büyük bir sessizliğe mahkum edilmiş, yaratılan baskı ortamının etkileri bugünlere taşınmıştır. Yine de sınıf hareketindeki durgunluk 86 Netaş grevi ile başlayan, kamu emekçilerinin mücadelesi ve ‘89 Bahar Eylemleri ile hareketlenen, 1991’de Zonguldak maden işçilerinin yürüyüşüyle devam eden bir süreç ile aşılmaya zorlanmıştır. Ancak yine de işçi sınıfı hareketi açısından olması gereken bir çıkış yakalanamamıştır. Zira Zonguldak maden işçilerinin görkemli yürüyüşleri Mengen barikatlarında kesilmiştir. Sonraki yıllarda da mevzi direnişler halinde kuşkusuz işçi eylemleri ve direnişleri hep olmuştur. Ama sınıf hareketi aşılması gereken eşiği aşamamıştır.
Bugün işçi sınıfı, üzerindeki “ölü toprağı” atamamışsa bunda en önemli katkıyı sendikal bürokrasi yapmıştır demek abartı olmayacaktır. Bugün geriye dönük bakıldığında genel anlamda tüm toplum için örgütsüzlüğü hakim kılmayı başaran burjuvazi, işçi sınıfının mücadelesini engellemekteki en önemli desteğini sendikal bürokrasiden bulduğu görülmektedir. Mengen barikatında Şemsi Denizer’in sözüyle dönmek zorunda kalan Zonguldak maden işçilerinde olduğu ya da kendilerini zincirledikleri fabrikayı sendika bürokrasinin isteğiyle terk eden SEKA (2005) işçileri örneği ve son olarak Tekel direnişi örneğinde olduğu gibi. Bu örnekler toplum genelinde etki yaratan ülke gündemine damgasını vuran direnişlerdir.
Yakın geçmişte yaşanan Tekel direnişi bu açıdan hayli önemli ve öğreticidir. Yukarıda özetlediğimiz durgunluk dönemi sonrasında sınıf hareketi Tekel direnişi ile önemli bir soluk almıştır. Tekel işçilerinin, özelleştirmenin mağduru olarak güvencesizlik, esnek çalışma ve geleceksizlik demek olan 4C uygulamasına karşı başlattıkları kendiliğinden direniş kendi sınırlarını aşan bir niteliğe bürünmüştü. 78 gün başkentin ortasında AKP hükümetine karşı ülkenin dört bir yanından gelen işçiler direniş çadırlarıyla mücadeleyi ateşlemişler ve önemli bir toplumsal destek de sağlamışlardı. Ancak bilindiği gibi 4C’ye geçiş sürecinin 7 ay ertelenmesi hamlesi ile sendikal bürokrasi işçileri Ankara’yı terk etmeye ‘ikna’ etmiş, işçilerin umudunu mahkeme kararına havale ederek direnişi sönümlendirmişti. Sendikal bürokrasinin manevralarını aşmayı olanaklı kılacak taban örgütlenmelerinden ve devrimci bir önderlikten yoksun olan Tekel direnişi sendikal bürokrasinin ‘katkıları’ sayesinde kendi ekonomik taleplerini dahi kazanamadan bitmiş oldu. Sonuçta sendikal bürokrasi pazarlık süreciyle işçilerin fiilen başlattıkları ve kendi sınırlarını çoktan aşmış ve güvencesiz çalışmaya karşı direnişin sembolü olmuş görkemli bir direnişi bitirme “başarısını” bir kez daha gösterdi.
Kuşkusuz “Kavga bitmedi daha yeni başlıyor” şiarını haykıran Tekel işçileri işçi sınıfı için oldukça önemli bir deneyimi geride bırakmıştır. Ama vurgulanması gereken nokta şudur ki, sendika bürokrasisinin ihanetine uğrayan Tekel işçilerinin direnişi eğer somut bir kazanım olarak da zaferle sonuçlanmış olsaydı, sınıf hareketinin önemli bir eşiğinin aşılmış olacağıdır. Tıpkı Mengen’de işçilerin önüne koyulan askeri barikattan çok sendikal bürokrasi barikatı olmasaydı sonucun farklı olacağı gibi. Direnişlerin somut kazanımlarla sonuçlanmasının önünde bir engele dönüşen sendikal bürokrasi, aynı zamanda sınıf hareketinin geleceğini de etkilemektedir.
Tüm bu tarihsel deneyimler şimdi Greif direnişinde tekrarlanmaktadır. Greif direnişi de taşeronlaştırmaya karşı sembolik bir eyleme dönüşerek, toplamda bir mücadele dinamiğine çevrilme imkânları varken sendikal bürokrasi tarafından adeta yok sayılmakta, yalnızlaştırılmaktadır. Gerek taşeronlaştırmaya karşı yüklendiği misyon itibariyle gerekse mücadele yöntemi ve taban örgütlenmelerinin belirleyici önemini göstermesi bakımından Greif direnişinin kazanımı kendi sınırlarının ötesinde bir anlam taşıyacak, ön açıcı, diğer sınıf bölüklerine güven verici bir örnek olacaktır. Greif’le uzun süren durgunluk süreci içinde ilk kez karşı saldırıya geçilmiştir. Tüm önemli kazanım ve etkisine rağmen Tekel direnişi özelleştirme saldırılarının en sonuna gelindiğinde, kendiliğinden gelişen, savunma niteliğinde bir eylemdir. Bu açıdan da Greif daha farklı bir yerde durmaktadır. Sendikal bürokrasinin işi prosedüre göre “bitirme”sini tercih etmemişler, kendi taban inisiyatiflerini kullanmışlar, işgal eylemiyle süreci belirleyen bir konum elde etmişlerdir. Oysaki genel anlamda işçi direnişlerinde işçiler sürecin edilgen bir parçası olmakta, sendikal bürokrasi de kendine göre tabanın görüşlerini çoğu durumda sormadan direnişi bir şekilde bitirmektedir.
Tüm bu deneyimleri unutmadan bugün Greif direnişinin kazanımının gelecek açısından önemi görülmelidir. Bu anlamda Greif direnişi bir eşikte durmaktadır. Bu eşiğin önünde zaten ücretli kölelik düzeninin bekçileri karşı saldırı halindedir. Ancak ne yazık ki sendikalara hâkim bürokratik anlayış bunlardan daha etkili olabilmekte, direniş ateşinin diğer sınıf bölüklerine ulaşmasında engele dönüşebilmektedir.
DİSK Tekstil üyesi Greif işçilerinin bu görkemli direnişi karşısında, DİSK bünyesindeki işçilerin geçtik eylemli desteğe geçmelerini, pasif dayanışma bile göstermelerinin önüne geçilmiştir. Bu durum “taşeron cumhuriyeti”ne savaş açmış bir DİSK’in inandırıcılığını da sarsmaktadır.
Bu açıdan tekrar vurgulamak gerekir ki, tarihsel bir fırsat bir kez daha sendikal bürokrasi eliyle boğulmak istenmektedir. Sınıf mücadelesinde haklar ve talepler Greif gibi fiili çıkışların sonrasında gelişen, kuşkusuz daha toplamda biriken eylem ve direnişlerin etkisi/basıncı sonucu yasal olarak da kazanılır. Grev hakkının grev yapılarak kazanılması gibi. Biliyoruz ki taşeronlaştırmaya karşı mücadele tek başına ne Greifle olur ne de başka bir tekil direnişle. Ancak öyle örnekler vardır ki direnişin kendisi tarihe önemli bir deneyim olarak yazılacağı gibi sonucu da sınıf hareketinin geleceği için önemli olabilmektedir. Greif işte böylesi bir imkândır. Bunu geliştirmek ve hareketi ilerletmek ise bu alanda mücadele edenlerin işidir. Sadece taşeronlaştırmaya karşı mücadele için değil sermayenin sınıfa yönelik diğer saldırılarını durdurmanın da başka bir yolu yoktur.