Geçtiğimiz günlerde Evrensel ve Birgün gazeteleri, işçi düşmanı Ülker patronunun, üstelik tam da hakkını aradığı için atılan Ülker işçilerin direnişte olduğu bir sırada, boy boy reklamlarına yer verdi. İşte okumakta olduğunuz yazıda ise, sözde “sol” gazetelerinde, üç-beş kuruş için patron yalakalığı yapacak kadar alçalanların siyasal anlayışını ve gerçek sınıfsal konumu açığa çıkarmaya çalışacağız.
***
"Hay kör şeytan! Ellerinin de ayaklarının da
Kafanın da kıçının da senin oldukları açık;
Ama sevine sevine zevkine vardığın tüm bu şeyler
Bu yüzden daha mı az benim?
Eğer altı damızlık atın parasını verirsem,
Onların güçleri benim güçlerim olmaz mı?
Hızla gidenim ve zengin bir beyim ben,
Sanki yirmidört ayağım, varmış gibi."
Gœthe, Faust (Méhistophélés)
Bilimsel sosyalizmin kurucularıdan Karl Marx, 1844 Elyazmaları adlı eserinde bugünkü burjuva toplumda paranın egemenlğini anlatırken, Alman yazar Goethe’den yukarıdaki alıntıyı yapmıştı. Ancak Marx bu satırları kaleme alırken, sözde sol ve güya sosyalizm adına ortalıkta dolananların paranın gücü karşısında bu denli utanılası bir diz çöküş içerisine girebileceklerini tasavvur etmiş miydi doğrusu bilemiyorum.
Ülker patronunun alçaklığı ve alçaltıcı suç ortaklığı
Şimdilerde “Mutlu et, mutlu ol!” diyen sömürücü Ülker patronu 70. yılını kutlamakta. Yıldız Holding elindeki tüm serveti, verdikleri emekle onu bugünlere getiren işçilere borçludur. Oysaki Ülker Grubu hem alınterini çaldığı işçilerine hem de onların ailelerine mutluluğu çok görüyor. Buraya kadar her şey normal… Çünkü bir gözünü kâr hırsı bürümüş bir şirketin, sırf haklarını arıyor diye işçileri ve ailelerini bu hale koyacak denli alçaklaşması sistemin doğası gereği.
Peki ya, sol adına ortaya çıkan iki gazetenin kalkıp da bir sermaye grubunun, üstelik işçi ve sendika düşmanlığını ifrada vardırmışken, üstelik bu işçiler direnişe geçmişken, üstelik bu sermaye çevresinin hırsız ve katil AKP hükümeti ile kirli ilişkileri orta yerde duruyorken… nasıl olup da reklamları utanmazca yayınlanabiliyor? Asıl anlaşılması güç olan burası…
İşte William Shakespeare’in Atinalı Simon oyunundan aktarılan şu replik sözkonusu tuhaflığı gayet iyiizah ediyor: “Şu azıcık altın, akı kara, güzeli çirkin, haklıyı haksız, soyluyu soysuz, genci yaşlı, yiğidi alçak kılmaya yeter... Bu altın … cüzamlıya taptıracak, hırsızlara senatörler sırası üzerinde yer, şan, saygı ve övgü kazandıracaktır …”
EMEP’in ipiyle kuyuya inilmez!
Ülker işçileri patronun açgözlülüğüne ve ikiyüzlülüğüne karşı ilk harekete geçtiklerinde doğru bir adım attıklarını biliyorlardı. DİSK / Gıda-İş’e üye oldukları için işten atıldıklarında davalarının arkasında durup direnişe geçtiler. Bu bir ayı aşkın süredir, satılmış ve boyalı basının kendi haklı mücadelelerine doğru dürüst yer vermediğini görüp kızmışlardı belki de.
Tam da bu durumda, işçi arkadaşlarımızın üye oldukları Gıda-İş Sendikası’nda etkin olan EMEP çevresi ile aynı çizgide olan bir yayını, Evrensel gazetesini düşünün. Sözde sol ve hesapta “işçi dostu” geçinen, kendini böyle pazarlamaya (evet, bir ticaret terimi olan pazarlamaktan bahsediyorum) gayret eden bu gazetenin kalkıp Ülker Şirketi’nin reklamını, üstüne üstük tam sayfa yayınlayacak denli düşkünleşmesi, işçi sınıfı davasını ve Ülker direnişçilerini arkasından hançerlemektir.
Dün Elit işçilerinin sözlerini iddia olarak nitelendiren, oysa işçileri patrona ihbar edip işten attıran Turgay Koç isimli sendika bürokratının en çirkin ve emek düşmanı sözlerine birer gerçekmiş gibi yer vermekte hiç bir sakınca görmeyen yine Evrensel gazetesidir. (Bkz: İki işçi eylemi ve gösterdikleri... / EMEP gerçekte kimleri savunuyor?, Kızıl Bayrak, 24 Ocak 2014, Sayı: 2014/04)
Aynı süreçte DİSK / Gıda-İş ise işten atmalar ve iki aydır işçilere ücret verilmemesi karşısında eyleme geçmeye hazırlanan Elit işçilerine eylemlerini belirsiz bir tarihe ertelemelerini ve “yanlış anlaşılma”yı gidermek için TEKEL işçisini satan Mustafa Türkel ile görüşmelerini öğütlemekle meşguldü. Dün sendikal bürokrasiye uysal ve şirin gözükmek için sendika patronlarını şakşaklayan Evrensel’in bugün de patron yalakalığı etmesi kendi içinde tutarlıdır. Ancak direniş kırıcılığına soyunup Ülker’in 70. yıl reklamlarını yayınlayan bu siyasal anlayışın bunu da yine evrensel yayın ilke(sizlik)leri ile mi yoksa serbest piyasa ekonomisi ile mi açıkladığı merak konusudur.
Hal böyleyken “Emek Dünyası”nın, “Özgürlük Dünyası”nın yerini “İş Dünyası”na bırakmasında şaşılacak bir şey yok elbet.
Sizin yeriniz II. Enternasyonal sıralarıdır ancak…
EMEP geçtiğimiz günlerde “Yeni bir dünya için enternasyonal yolunda 20. yıl şenliği” başlıklı bir etkinlik düzenledi. Ülker işçilerinin de katıldığı bu ihtişamlı gecede sık sık “özgürlük, eşitlik, adalet” kavramlarından bahsedilirken süslü ve yaldızlı sözler bir an olsun dillerden düşmedi. Hatta ara ara zafer naraları havada uçuştu.
Ne var ki, tüm bu şatafatlı lafların ve parıltılı kavramların ne anlama geldiği ve hayattaki karşılığın ne olduğuna gelince… Bizzat aynı EMEP’in bugüne değin ortaya çıkan siyasal pratiği, bu sorunun cevabının bunu söyleyenlerin kendi sınıfsal konumlarından hiç de bağımsız olmadığını ortaya koyuyor.
Bu denli büyük ve kaba tutarsızlıklar -ya da iyi yanından bakacak olursak karşıtların birliği– tarihte ilk defa sergilenmiyor. Bugün EMEP’in uluslararası zeminde gerçek yeri, II. Enternasyonal artığı Sosyalist Enternasyonal’de Alman Sosyal-Demokrat Partisi (SPD) ve CHP sıralarının yanıdır. Hani onlara imrenip kitlesel yasal bir işçi partisi olabilmek adına dün elinizde ilkeleriniz ve devrimcilik adına ne varsa bozuk para gibi harcadığınız Alman Sosyal-Demokrat Partisi ve hani şu Süleyman Çelebi gibi temsilcileri şahsında “böyle milletvekillerinin sayısını mecliste arttırmalıyız” diye yağcılık ettiğiniz CHP’nin yanı…
Bugün, işçi sınıfı her geçen gün mücadeleye, kendi devrimci sınıf partisine biraz daha bağlanmaktadır. Uğrunda tereddütsüzce ölünecek davasını, yani partisini günbegün daha iyi kavramaktadır. Ve tarih gelecekte işçi sınıfının, devrimin zaferini yazarken, onu üç kuruş için satanların utancınına da ufak bir yer elbette ki ayıracaktır.