Petrol-İş İstanbul 1 No’lu Şube Genel Kurulu üzerine

Bu sürecin petrokimya işçilerinin örgütlülüğünü ve sınıf bilincini geliştirme konusunda somut adımların atıldığı, sendikal mücadelenin bundan sonraki süreçte nasıl olması gerektiğinin tartışıldığı ve önümüzdeki dönem için mücadele hattının belirlendiği bir süreç olarak işlemediği ortadadır.

  • Haber
  • |
  • Sınıf
  • |
  • 13 Şubat 2018
  • 11:26

Petrol-İş İstanbul 1 No’lu Şube Genel Kurulu geride kaldı. Petrokimya İşçileri Birliği olarak genel kurul sürecine nasıl yaklaştığımızı değişik vesilelerle ifade ettik. Kuşkusuz ki açmaya çalıştığımız her tartışmada temel amacımız işçilerin bilincini geliştirmek ve birliğini güçlendirmekti. Genel kurulun ardından ise gene aynı amaçla düşünce ve fikirlerimizi paylaşmayı bir gereklilik olarak görüyoruz. Zira genel kurullar sürecinden çıkarılacak bir dizi ders var. Ve bu dersler bundan sonraki mücadele sürecimiz önemli bir yerde duruyor.

Genel kurul öncesinde yaptığımız değerlendirmelerde delege-şube-temsilci seçimleri gibi süreçlerin işçiler açısından yeni yönetimi belirlemek için oy kullanma, aday olanlar açısından ise koltuk kazanma-koltuğunu koruma bakış açısı olmaması gerektiğini ifade etmiştik. Asıl olması gereken genel kurul sürecini şubeye bağlı işçilerin sınıf bilincini, örgütlülüğünü güçlendirecek bir bakış açısı ile değerlendirebilmek, sendikanın temel sorunlarını ve işçi sınıfına yönelik saldırıları tartışabilmek, bu sorunlara çözümler aramak ve önümüzdeki dönem için mücadele hattını ortaya koyabilmek olmalıdır.

Genel kurul sürecinin ise bu bakış açısı ile örgütlenmediği ortadadır.  Evet, genel kurul öncesinde şubenin belirleyici fabrikası olan Eaton’u kazanmak için “yarışan” iki taraf kitlesel toplantılar yapmıştır. Şubenin örgütlü olduğu fabrikalarda heyecanlı delege seçimleri gerçekleştirilmiştir. Daha önceki değerlendirmelerimizde de belirttiğimiz gibi, sonuçlar adeta maç skoru açıklanır gibi ilan edilmiştir. Ancak bu süreç Eaton üzerinden daha yakından takip edebildiğimiz gibi birbirleri arasında mücadele hattı ve iddiası açısından aralarındaki somut fark olmayan iki listenin “yarışması” şeklinde gelişmiştir.

Genel merkez yöneticilerin bu sürece sendikal koltuk hesapları üzerinden müdahale etmesi, yine aynı bakış ve anlayışla listelerin belirleyicisi olması eleştirilmesi gereken noktalardan birisidir.  Delege seçimleri tamamlandığında ise önden sonucu belli bir genel kurula gidilmiştir. Kısacası genel kurul öncesindeki süreç adeta “Eaton'u alan şubeyi alır” bakış açısı ile ele alınmıştır.

Genel kurul günü ise ön sürecin bir yansıması olarak gerçekleşmiştir. Genel kurulda, genel merkez ve şube yöneticileri “OHAL işçi sınıfına karşı ilan edilmiş gibi”, “mücadele geleneği korunmalı”, “gece çalışması ve yıpranma payı üzerine gidilmeli” gibi işçi sınıfı adına anlamlı kabul edilebilecek bazı cümleleri birbirinden kopuk bir şekilde kurmuşlardır. Önümüzdeki döneme dair ise somut bir mücadele hattının ortaya konmadığı bir genel kurul gerçekleşmiştir.

Genel merkez ve şube yönetimi adına yapılan konuşmalarda ön plana çıkan temel gündem OHAL ve savaş olmuştur. Savaş gündeminin “savaş varken ne yapsak gündeme gelemiyoruz” gibi söylemlerin mücadele etmemenin bahanesi olarak öne çıktığını söylemek yanlış olmayacaktır. Bir yandan da “OHAL döneminde bizden başka eylem yapan yok” gibi ayakları yere basmayan, kendisinden başkasını yok sayan iddialar ortaya konmuştur. Kuşkusuz bu noktada OHAL döneminde yasaklanan Mefar grevi ve Gemlik gübre grevi sürecinde Petrol-İş yönetiminin aldığı tutumları dahi hatırlamak bu söylemlerin altının ne kadar boş olduğunu göstermektedir.

Genel kurul öncesinde mevcut yönetimin anlayışına karşı olduklarını ifade eden muhalefet adına yapılan konuşmalarda ise mevcut anlayışla aralarında hiçbir fark olmadığı açık bir şekilde görülmüştür. Konuşmalarda neyin eleştirildiği ya da somut olarak petrokimya işçileri adına neyin önerildiğine dair bir bakış açısı ortaya konmamıştır. Daha çok “ben diğerinden daha iyiyim, o yüzden beni seçin”i ön plana çıkartan konuşmalar gerçekleşmiştir.

Genel kurulda bir diğer dikkati çeken nokta ise delegeler haricinde fabrikalardan hemen hemen hiçbir işçi katılımının olmamasıdır. Delegeler adına yapılan konuşmalarda genel eğilimin fabrikalarındaki koşullarını iyi gösterme yönünde olduğu görülmüştür. Fabrikalara özgü sorunlar, meslek hastalıkları, iş kazaları ve cinayetleri gibi gündemler ve bunlar karşında yükseltilmesi gereken talepler genel kurulda kendisine yer bulamamıştır. “Çok şükür biz iyi koşullarda çalışıyoruz ama biraz daha iyi olabilir, sizden de bunu talep ediyoruz” bakış açısı delegelere hakimdir. Bu bakış açısı kendi fabrikasını temsilen delege olarak gelmiş işçilerin dahi kendisini sendikal mücadelede özne olarak görmediğini, bir yandan da sendikal bürokrasinin işçilere nasıl sirayet ettiğini göstermektedir.

Genel kurul geride kalmıştır. Bu sürecin petrokimya işçilerinin örgütlülüğünü ve sınıf bilincini geliştirme konusunda somut adımların atıldığı, sendikal mücadelenin bundan sonraki süreçte nasıl olması gerektiğinin tartışıldığı ve önümüzdeki dönem için mücadele hattının belirlendiği bir süreç olarak işlemediği ortadadır. Geride bırakılan bu süreçten dersler çıkartmak, “sınıfa karşı sınıf” tutumunu kuşanarak hakkımız olanı aldığımız, insanca ve onurlu bir şekilde yaşadığımız bir hayata sahip olabilmek için sendikamızı mücadele mevzilerine dönüştürmek ise halen tüm öncü ve samimi petrokimya işçilerinin omuzlarında bir sorumluluk olarak durmaktadır.

Petrokimya İşçileri Birliği