Nasıl bir sendika? Nasıl bir Genel-İş?

Sınıf sendikacılığı anlayışını, sendikamızı sarmalayan uzlaşmacılık ve teslimiyetçiliğe karşı fiili meşru mücadele çizgisi ile, bürokratik yozlaşmaya karşı tabanın söz ve karar hakkının garanti altına alındığı demokratik sendikacılık anlayışı ile hayata geçirebiliriz.

  • Haber
  • |
  • Sınıf
  • |
  • 01 Aralık 2018
  • 07:22

Giriş

Kardeşler;

Sendikamız Genel İş’te yeni bir genel kurullar süreci başlamış bulunuyor.

Önümüzdeki haftalarda bağlı bulunduğumuz şubelerde genel kurullar gerçekleşecek. 2019 yılının sonuna doğru sendikamızın Merkez Genel Kurulu gerçekleşecek. 2020’nin Şubat ayında ise konfederasyonumuz DİSK’n genel kurulu gerçekleşecek.

Yani önümüzdeki bir buçuk yıl boyunca genel kurullar ve seçimler sendikamızın en temel gündemlerinden biri olacak!

Peki ama genel kurullar sadece seçimlerden mi ibarettir?

Bir sendikanın genel kurulunun önemi delege pazarlıkları ile yapılacak başkan ve yönetim kurulu seçiminden ibaret görülebilir mi?

Ülkemizde sendikaların ezici bir çoğunluğunda, ve ne yazık ki Genel İş’te de durum budur. Bürokratik/yozlaşmış sendikacılık için genel kurullar koltuk hesapları ve kavgalarından başka bir önem taşımamaktadır.

Bunun için delege seçimlerinden başlayarak her türlü ayak oyunu ve dalavereyi yapmaktan da geri durmuyorlar.

Şube genel kurullarının yaklaştığı Ankara şubelerinde bu tablo en açık bir şekilde görülmektedir.

Çankaya Belediyesi’nde çalışan arkadaşlarımızın örgütlü olduğu 1 No’lu Şube’de henüz delege seçimleri yapılmadığı halde daha şimdiden 6 başkan adayı bulunuyor. Genel kurul gündeminin en yoğun şekilde yaşandığı 1 No’lu Şube’de bulunan 6 aday ise ne yazık ki, demokratik bir yarış değil bir koltuk kavgası yaşandığını gösteriyor.

Yenimahalle ve ODTÜ işçilerinin örgütlü olduğu 2 No’lu şubede ise işler “rahat”. Bir diktatörlük biçiminde işleyen 2 No’lu şubede daha delege seçiminde işler çoktan bitmiş görünüyor. Yenimahalle Belediyesi’nde delege seçimi için oy kullanmaya giden işçilere aday pusulasını bile görmeden imzalar attırıldı, pusulalar işçilerin görmesine izin verilmeden sandıklara atıldı.

En vahim tablo ise 3 No’lu Şube’de yaşanıyor. Kapıcıların ve 4/D kadrosundaki hastane işçilerinin örgütlü olduğu şubede delege adayı olduğunu oy kullanırken gören işçiler, daha delegenin ne olduğunu ve ne yaptığını bilmeyen delegeler var. Ve mevcut şube yönetimi saltanatını sürdürmek için her türlü düzenbazlığı yapmaktan da geri durmuyor.

Yani kardeşler, anlayacağınız Genel İş Ankara Şubeleri için genel kurullar halen şube başkanlarının seçileceği bir formaliteden öte bir anlam taşımıyor.

Sendikalarda genel kurulların önemi

Oysa genel kurullar bir sendika için en önemli organizasyondur.

Çünkü sendikalar demokratik birer işçi örgütüdür. Üyelerin haklarını korumayı ve geliştirmeyi hedeflerler. Üye sayılarını çoğaltarak işçi sınıfının sermaye sınıfı karşısında güçlü olmasını amaçlarlar.

Bunu yapabilmek ise ancak ve ancak üyelerin aktif bir şekilde katıldığı bir sendikal yaşam ve mücadele ile olanaklıdır. Herşeyin başkanın iki dudağı arasında olduğu sendikalardan işçi sınıfına hiçbir hayır gelmez.

Ve genel kurullar, sendikanın tüzüğüne göre belirlenmiş esaslar çerçevesinde geride kalan dönemin masaya yatırıldığı, sorunların ve eksiklerin tespit edildiği ve çözüm önerilerinin oluşturulduğu platformlardır.

Ancak, işyerlerinden başlayarak ülkenin ve dünyanın gündemlerini, işçi sınıfının karşı karşıya kaldığı sorunları ve işyerlerinde yaşadığımız deneyimleri tartışabildiğimiz ve paylaşabildiğimiz oranda işçi sınıfımızın çıkarlarına hizmet eden ve bizi geleceğe taşıyan sendikaları var edebilir, bu amaca hizmet eden genel kurullar gerçekleştirebiliriz.

Aksi durumda, işçi arkadaşlarımızda yaygın bir kanı olduğu gibi sendikalar aidat kesmekten başka bir işe yaramayan kurumlar olmanın ötesine geçmez.

Sendika genel kurulları, geride kalan dönemin masaya yatırıldığı birer muhasebe alanıdır diyoruz. Bu muhasebeyi ise en iyi yapabilecek olanlar ise bizzat işyerlerindeki işçi kardeşlerimizdir.

Dünyadaki ve ülkedeki gelişmeleri gündelik yaşamında en canalıcı şekilde hissedenler işyerlerinde çalışan işçilerdir.

Hükümetlerin çıkardığı emek düşmanı yasalar sonuçlarını en ağır şekilde işyerlerinde hissettirir.

Patronların kirli oyunlarını ilk elden gören ve yaşayanlar da, sendikacıların işlerini yapıp yapmadığı en iyi gören ve değerlendirebilecek olanlar da yine işyerlerinde çalışan işçi kardeşlerimizdir.

Yani, sendikal tartışma ve mücadele okumuş yazmışların işi değildir. Bu mücadele bizzat karşı karşıya kaldığımız sömürü ilişkisinin içinde başlar ve gelişir.

Elbette biz işçiler de okumalı, bilgi ve tecrübelerimizi arttırmalı, kendimizi geliştirmeliyiz. Ama yaşamın hiçbir alanında, hele ki sendikalarımızda geleceğimizi ve kaderimizi kimseye emanet etmemeliyiz.

Ne kadar okumuş ve bilgili olursa olsun, yaşamın içinde kendisine yer bulmayan bir sendikacılık kürsülerde hamaset nutukları atmanın ötesine geçemez.

Ve ne yazık ki Türkiye’de sendikacılık yıllardır bunun dışına çıkabilmiş değil.

Hak İş ve Türk İş ile bu konfederasyonlara bağlı sendikaların önemli bir bölümü zaten kendisine hükümet şakşakçılığı misyonunu biçmişler.

1970’li yıllarda ülkemiz işçi sınıfının umudu olan DİSK’te ise ne yazık ki uzun yıllardır hamaset nutukları dışında birşey yok.

DİSK ve sendikamız Genel İş, “demokratik sınıf sendikacılığı”nı savunduğunu söylüyor. Ve bu sendikal anlayış sendikamızın tüzüğünde de güvence altına alınmış durumda.

Ama biz sahip çıkmadığımız, denetlemediğimiz sürece tüzük maddeleri boş birer söz kalıbının ötesine geçemiyor. Sendikamıza, sendikamızın mücadele ilkelerine sahip çıkmak bizlerin ellerinde.

Önümüzdeki genel kurul sürecinde bu imkanı en iyi şekilde değerlendirmek sorumluluğu bizi bekliyor.

Genel kurullara doğru

Sendikamız genel kurulları yeni bir ekonomik kriz döneminin içinde karşılıyor. Bu durum genel kurullarımızın önemini çok daha fazla arttırıyor.

Her kriz döneminde olduğu gibi, bir kez daha işçi sınıfımıza yönelik oldukça kapsamlı saldırılarla karşı karşıyayız.

Aç gözlü kapitalistlerin bitmek bilmez kâr hırsının ürünü olan ekonomik kriz bir kez daha bizlere fatura edilmeye çalışılıyor.

Zamlar ve enflasyon kapımızdaki krizin ilk belirtileri. Tensikatlar, kitlesel işçi kıyımları halen örgütlü olduğumuz işyerlerinde yaşanmasa da birçok işyerinde işçiler olarak karşı karşıya kaldığımız saldırılar arasında.

AKP Hükümeti, devasa bir borç yükü nedeniyle yaşanan krizin faturasını da biz işçi ve emekçilere kesmenin telaşında. Kıdem tazminatının gaspı planları, İşsizlik Sigorta Fonu’nun talan edilmesi, Bireysel Emeklilik Sistemi’nin bir dayatma ile zorunlu hale getirilmesi gündemde.

Tüm bu ekonomik saldırlara ise içerde ve dışarıda düşmanlık, savaş politikaları eşlik ediyor.

15 Temmuz darbe girişimini bahane haline getiren AKP Hükümeti, her türlü oyunla ülkemizi sermaye için bir cennete, biz işçiler için ise bir cehenneme çeviriyor.

Daha birkaç ay önce gittiği patron toplantılarında “OHAL’den istifade grevleri yasaklamak”la övünen bizzat bu ülkenin cumhurbaşkanı idi.

Sözde OHAL kalktı, ama OHAL yasakları yerli yerinde duruyor. Valilere verilen sınırsız yetkilerle biz işçilerin her türlü hak arama çabası bastırılmaya devam ediyor.

OHAL KHK’ları ile işinden ekmeğinden edilen, aralarında sendikamız üyelerinin de olduğu yüzbinlerce insan bizzat hükümetin deyimi ile birer “sosyal ölü” haline getirilmeye çalışılıyor.

“Terör” demagojisi ile hakkını arayan her kesim dizginsiz bir devlet terörü ile karşı karşıya kalıyor. İnsanca çalışma koşulları isteyen 3. Havalimanı işçilerini tutuklayarak tüm işçi sınıfına göz dağı verenler, 4 yıl önce farikalarını işgal ederek bizlere yürünmesi gereken yolu gösteren GREİF işçilerini de hukuk terörü ile tehdit ediyor.

Ama onlara bu kadarı da yetmiyor. Çıkardıkları bir Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile kendilerine sendikalarımızı denetleme yetkisi tanıdılar. Bu öyle bir “denetleme” yetkisi ki, hoşlarına gitmeyen sendika yöneticilerini görevden alma, sendikalarımıza kayyum atama hakkını kendilerinde görüyorlar.

Kardeşler;

Emeğimize ve haklarımıza sahip çıkmanın yolu öncelikle örgütlenme hakkımıza sahip çıkmaktan geçiyor. Sendikalarımızı dikensiz gül bahçesi haline getirmeye çalışanlara karşı sendikalarımıza, örgütlenme hakkımıza sahip çıkmak zorundayız. Bilmeliyiz ki, “ÖRGÜTSÜZ İŞÇİ KÖLE İŞÇİDİR!”

Ama bu tek başına hükümetin çıkardığı yasalara karşı çıkmakla, bunun için basın açıklamaları yapmakla olmaz.

Hükümete bizlere böyle pervasız bir şekilde saldırma gücü ve cesaretini veren de ne yazık ki sendikalarımızın içinde bulunduğu tablo, sendika yönetimlerine hakim uzlaşmacı anlayışlardır. Sendikalarımıza sahip çıkmak için öncelikle sendikalarımızı çiftliğe çeviren uzlaşmacı anlayışlarla hesaplaşmak zorundayız.

Genel İş üyeleri olarak halen en önemli gündemlerimizin başında sözde “kadro” aldatmacası geliyor.

Yıllarca bizler ve taşeron zulmünün altında inim inim inletilen binlerce işçi yoğun bir mücadele verdik. Bu haklı talebimizi her defasında geçiştirmeye, seçimlerde malzeme yapmaya çalıştılar.

Artık mızrak çuvala sığmadığı oranda ve bir kez daha bir seçim öncesi nihayet bir kadro düzenlemesi yapıldı. Ama hepimiz çok iyi biliyoruz ki, bu düzenlemenin hiçbir karşılığı bulunmuyor.

Sendikamızın üyelerinin ezici çoğunluğunun bulunduğu belediyelerde işçi kardeşlerimiz 4/D kadrosunu bile göremediler. BİT adı altında “eski tas eski hamam” bir düzenleme ile bizleri kandırmaya çalıştılar.

Hastanelerde ise üyemiz olan işçi kardeşlerimiz 4/D kadrosunu aldılar, ancak birçok işçi arkadaşımız bırakalım “eşit işe eşit ücret” hakkını ücretlerinde düşüş yaşandığını söylüyorlar. Numune Hastanesi gibi “Şehir Hasaneleri” projelerinin parçası olan işyerlerinde çalışan üyelerimiz ise ayrıca çalışma hakları konusunda büyük bir kaygı taşıyorlar.

Ve hepimizin bildiği gibi yapılan sözde kadro düzenlemesi ile 2020 yılına kadar Toplu İş Sözleşmesi yapma hakkımız da gasp edilmiş durumda.

Sendikamız üyelerinin çalışma yaşamına ilişkin bu sorunlar yine genel kurullarımızın önemli gündem maddeleri arasında olmalıdır.

Kadrolu ve güvenceli çalışma hakkı ile eşit işe eşit ücret mücadelesi sendikamızın yürütmekle sorumlu olduğu en temel mücadele başlıkları arasındadır.

Yine toplu sözleşme hakkımızın gasp edilmesine ilişkin bir mücadele programı oluşturmaya ihtiyacımız bulunmaktadır.

Ki hepimiz çok iyi biliyoruz ki, toplu sözleşme hakkı sadece sözde kadro düzenlemesi ile taşeron işçiler için gasp edilmiş durumda değildir.

Son yıllarda Yüksek Hakem tarafından bağıtlanmayan nerede ise tek bir Toplu İş Sözleşmesi yoktur. Grev hakkının ortadan kaldırılarak Toplu İş Sözleşmeleri’nin YHK kararları ile bağıtlanması da toplu sözleşme hakkının gasp edilmesinin bir diğer adıdır.

Ne acıdır ki, mevcut sendika yöneticilerimiz için toplu sözleşmelerinin Yüksek Hakem tarafından bağıtlanması artık rutin bir prosedür duruma gelmiştir. Daha da vahimi ise geçtiğimiz yıl Çankaya Belediyesi’nde yaşanmıştı. Mevcut şube yönetimi yapılan grev oylamasında “Referandumda da HAYIR, greve HAYIR!” propagandası yaparak bizzat kendisi bu tutumu örgütlemişti.

Unutmayalım ki, GREV HAKKI işçi sınıfının elindeki en önemli silahıdır. GREV HAKKI’nı işçi sınıfının elinden almak demek, onun elini kolunu bağlayarak patronlara yem etmek demektir.

Sendikalar neden güç kaybediyor?

İşçi haklarının sürekli olarak gerilemesi, sermayenin sürekli olarak yeni haklarımıza göz dikmesi sendikaların güç kaybettiğinin en açık göstergelerinden biri.

Ve dahası, patronlar ve hükümet sendikalarımızı güçten düşürmek ve denetimleri altına almak için sürekli bir çaba içersindeler.

Ama yaşanan güç kaybını patronların ve hükümetlerin saldırıları ile açıklamak yetersiz kalıyor.

Bugün hangi sendikacıya sorsanız sendikaların güç kaybetmesini bir yandan patronların ve hükümetlerin saldırıları ile, diğer yandan ise işçilerin bilinçsizliği ile açıklıyorlar.

Peki ama onların hiç mi suçu yok?

Hadi Hak İş ve Türk İş’in ağalarını zaten bir kenara bırakalım. Onlar zaten sendikacılığı “sosyal diyalog”tan ibaret görüyorlar.

Peki ya DİSK ve sendikamız Genel İş yöneticileri?

Tüzüğümüzde yer alan demokratik sınıf ve kitle sendikacılığı ilkesini hayata geçirmek için bir çaba harcıyorlar mı? Yoksa oturdukları koltukları aidatlarımızı sömürecekleri bir arpalık ve milletvekili olmak yolunda bir basamak olarak mı görüyorlar?

İçinde bulunduğumuz tablo sorunun da cevabıdır aslında.

Geçmişte işçi sınıfının umudu olan DİSK ve DİSK’in en büyük sendikası olan Genel İş’e bugün işçiler güven duymuyorsa bunun öncelikli sorumlusu kürsülerde sınıf sendikacılığı nutukları atıp iş icraata geldiğinde uzlaşmacılıktan başka birşey bilmeyen sendika yöneticileridir.

Yüzlerce üyesi OHAL KHK’ları ile işten atılan sendikamız bu kıyıma dişe dokunur bir tepki gösteremiyorsa, bu oturdukları koltukları kaybetmekten korkan sendikacıların eseridir.

Eğer bugün Genel İş, CHP ve HDP’li belediyeler dışında neredeyse hiçbir alanda örgütlü değilse, bu sendikacılığın zorlu bir örgütlenme ve mücadele süreci olduğunu unutanların, patron onayı ile sendikacılık yapanların, koltuğuna zeval gelmesin isteyenlerin eseridir.

Hastanelerde çalışan taşeron temizlik işçileri kendilerine geldiğinde “mecburen” üye yapanlar, sağlık işçilerini bir yük olarak görenler, elleri böğründe bekleyip binlerce taşeron sağlık işçisini adeta kendi elleri ile Hak İş’e teslim edenler işçi sınıfına ve Genel İş tüzüğüne ihanet etmişlerdir.

Bir şube yöneticisi işten atıldığında ve direnmek istediğini söylediğinde “OHAL var birşey yapamayız!” deniliyorsa, şube başkanı işyerindeki üyelere gidip “O’nun yanında fazla gözükmeyin. Siz de atılırsınız!” diyebiliyorsa ve bu zat-ı muhterem aynı koltuğu işgal etmeye devam edebiliyorsa, bu ne yazık ki hepimizin utancıdır! (Bu olay Ankara 3 No’lu Şube’de yaşanmıştır.)

Sendikacılık zor ve meşakatli bir iştir!

Ama herşeyden önce bir gerçeği çok iyi bilmeyi gerektirir.

Sendikalar işçilerin birleştiği birer mücadele örgütüdür. Hareket noktaları emek/sermaye çelişkisidir. Gücünü ise işçinin üretimden gelen gücünü kullanabilme kapasitesinden alır.

Bu çıplak gerçeği bilmeyenler ya da unutanlar sendikalarımızın yönetici koltuklarını işgal ettikleri sürece sendikalarımız uzlaşmacı/bürokratik bir aygıttan, sermayenin basit bir aparatından başka birşey olamazlar.

Sendikalarımızı kötürümleştiren bu anlayışlardan temizlemek, tabanın söz ve karar hakkının garanti altına alındığı SINIF SENDİKACILIĞI anlayışını sendikamıza hakim kılmak tek çıkar yolumuzdur!

Ne yapmalı? Nasıl olmalı?

Sendikal harekete hakim olan uzlaşmacı-sınıf işbirlikçisi anlayışlar yıkılmadıkça, sendikaların ve sendikamızın bugünkü bürokratik yapı ve işlyişine son verilmedikçe, işçi sınıfının birleşik hareketinin örgütlenmesi ve sermayenin saldırılarının püskürtülmesi olanaklı değildir.

Sınıf sendikacılığı anlayışını, sendikamızı sarmalayan uzlaşmacılık ve teslimiyetçiliğe karşı fiili meşru mücadele çizgisi ile, bürokratik yozlaşmaya karşı tabanın söz ve karar hakkının garanti altına alındığı demokratik sendikacılık anlayışı ile hayata geçirebiliriz.

Sınıf sendikacılığı programı, işçi sınıfının güncel mücadele taleplerini, mücadele araç ve yöntemlerini, işyerlerine dayanan bir bir sendikal işleyişi ve bürokratik yozlaşmaya karşı alınması gereken önlemleri içermelidir.

Mücadele perspektifi

- Her türlü uzlaşmacı anlayış mahkum edilmeli, fiili-meşru mücadele çizgisi esas alınmalıdır.

- Grev hakkına sahip çıkılmalı, grev hakkının kullanımının önündeki engellere karşı etkin bir mücadele yürütülmelidir. Belediye yönetimlerinin onayı ile yapılan göstermelik iş bırakma eylemlerine son verilmelidir.

- Toplu sözleşme hakkına sahip çıkılmalı, toplu sözleşmelerin Yüksek Hakem Kurulu tarafından bağıtlandırılmasına karşı etkin bir mücadele yürütülmelidir.

- İşten atmalar, ücretsiz izinler ve hak gaspları karşısında mücadeleci bir tutum alınmalı, yönetimler tarafından işçiler aleyhine hiçbir uzlaşmaya imza atılmamalıdır.

- Taşeron işçilerin kadro hakkı ve eşit işe eşit ücret talepleri ile etkin bir mücadele yürütülmelidir.

- Kıdem tazminatının gaspı, İşsizlik Sigorta Fonu’nun talan edilmesi ve zorunlu BES vurgunu konularında yoğun bir aydınlatma çalışması yürütülmeli, sermayenin saldırı planlarını boşa düşürecek bir mücadele hattı belirlenmelidir.

- Kriz bahanesi ile gündeme gelebilecek hak kayıplarına karşı etkin bir mücadele yürütülmelidir.

- Ücret sendikacılığı mahkum edilmeli, sermayenin ideolojik, siyasal, sosyal ve ekonomik saldırılarına karşı bütünsel bir mücadele programı oluşturulmalıdır.

- Tüm şubelerde örgütlenme hedefleri belirlenmeli, genel bir örgütlenme seferberliği başlatılmalıdır.

- Diğer sendika şubeleri ve emek örgütleri ile ilişkiler geliştirilmeli, işçi sınıfının birleşik mücadelesinin örgütlenmesi doğrultusunda azami bir çaba harcanmalıdır.

Sendikal demokrasi anlayışı

- Sendikal örgütlenmenin güvencesi işyeri komiteleridir. Tüm işyerlerinde işyeri komiteleri oluşturulmalı, komitelerin düzenli işleyişi sağlanmalıdır.

- İşyeri komitelerinin üyeleri seçimle belirlenmeli, sorumlu davranmayan komite üyeleri işçiler tarafından geri çağırılabilmelidir.

- İşyeri temsilcilerinin seçimle belirlenmesi zorunlu olmalı, temsilcilerin görevden alınmasında işyeri komitesinin kararı geçerli olmalıdır.

- Şubelerde Temsilciler Kurulu’nun düzenli toplanması zorunlu olmalı, Temsilciler Kurulu’nu toplamayan Şube yönetimleri görevden alınmalıdır.

- Şubelerde Temsilciler Kurulu tarafından alınan kararlar bağlayıcı olmalı, Şube Yönetim Kurulları Temsilciler Kurullarında alınan kararları hayata geçirmekle yükümlü olmalıdır.

- Genel Temsilciler Kurulu kararları Genel Yönetim Kurulu için bağlayıcı olmalıdır.

- Yönetim Kurulu toplantıları üye işçilerin katılımına açık bir şekilde yapılmalıdır.

- Profesyonel yöneticilik sınırlanmalı, profesyonel sendikacıların ücretleri üye işçilerin ortalama ücretini aşmamalıdır.

- Profesyonel yöneticilik en çok iki dönem olarak sınırlandırılmalıdır.

- Tüm üyeler için bir eğitim programı çıkartılmalı, üyelerin işçi sınıfının bilimi ve sınıf sendikacılığının ilkeleri çerçevesinde eğitimi sağlanmalıdır.

- Genel Kurul tartışmaları işyerlerinden başlayarak yürütülmeli, tüm üyelerin tartışmalara aktif katılımı sağlanmalıdır.

- Genel kurullar en çok iki yılda bir yapılmalıdır.

- Tüm bu talepler çerçevesinde sendika tüzüğü yenilenmelidir.

Delegelere çağrı

Gerçekleşecek genel kurullarda işçi arkadaşlarımızdan aldığınız bir yetkiyi kullanacaksınız. Kürsülerde işçi arkadaşlarınız adına konuşacak, onlar adına oy kullanacaksınız.

Genel kurullar sonucunda sadece yönetimi belirlemiş olmayacak, aynı zamanda sendikamızın hangi ilkeler etrafında yönetileceğine ve nasıl bir sendikal anlayışın sendikamızda hakim olacağına karar vermiş olacaksınız.

Sizleri mücadeleci bir program, sınıf sendikacılığı programı etrafında birleşmeye çağırıyoruz.

Söz ve karar hakkının tabana yayıldığı, uzlaşmacı/işbirlikçi çizginin değil sınıf sendikacılığı anlayışının hakim olduğu, her türlü bürokratik yozlaşmaya karşı tabanın iradesinin esas alındığı bir sendikal örgütlenme ancak böylesi bir program etrafında kenetlenmekle mümkün olabilir.

Unutmayın ki genel kurulda alacağınız tutum hepimizin geleceğini belirleyecek.

Genel kurul çalışmalarında hepinize başarılar diliyor, genel kurulların işçi sınıfı açısından kazanımla sonuçlanmasını temenni ediyoruz.

Ankara İşçi Meclisi

(Ankara İşçi Meclisi Broşür dizisi-3, Kasım 2018)