Ben bir dokuma işçisiyim. Bugün bir sermayedar gibi “hadi bu fabrikayı kapatıp başka bir sektöre atılayım” demek gibi bir şansım yok. Bir tek emek gücüm var.
Birçok fabrikaya, atölyeye iş başvurusunda bulundum, ancak çok zor bir iş bulabildim. Çünkü daha önce çalışmış olduğum yerden, yürütmüş olduğum sendikal faaliyetten kaynaklı işten çıkartılmıştım. Çalıştığım fabrikanın patronları ve müdürü o bölgede bulunan fabrikalara adımı vermişler. Çoğu patron kapıdan içeriye sokmazken, bazıları birkaç gün çalışmadan sonra belli belirsiz sebepler bularak, işten çıkarttılar.
Şimdi bir yerde işbaşı yaptım, birkaç gündür çalışıyorum. Her şeyi konuştuk anlaştık, çalışmaya başladım, her ne kadar elverişsiz şartlarda olmuş olursa olsun. İkinci günümde bölüm sorumlusu gelip daha önce çalışmış olduğum firmaları sordu. İstediği cevabı alamayınca(!) 20 dakika sonra yanıma gelip, sen sendikalı mısın, diye sordu. Ben de bunun üzerine, ne oluyor, bugün sorgu günü sanırım, diye cevap verdim. Beni yanlış anlama, benlik bir şey yok, diyerek sözüne devam etti: “Patrona bir telefon gelmiş, sizin oraya son işbaşı yapanlar arasında sendikalı var, başınıza bela olur demişler. Ben de ondan dolayı sorma gereği duydum” dedi…
Ardından, çalıştığım yerden iki gün sonra işten çıkartıldım. Bu yöntemlerle beni korkutmaya ve yıldırmaya çalışıyorlar ama yanılıyorlar, korkmuyorum ve yılmıyorum. Sonuna kadar mücadelemi sürdüreceğim. Evet, beni işten çıkartmış olabilirler ama bu yeni başlayacağım yerde de sessiz bir şekilde duracağım anlamına gelmeyecek.
Evet, burada biz işçi ve emekçiler şunu iyi anlayabilmeliyiz. Patronlar kendi aralarında oldukça örgütlüler. Birbirlerine hemen ulaşabiliyorlar. Ya da kendi örgütlü zeminlerini oluşturuyorlar. Biz işçi ve emekçiler de bunu başarabiliriz. Bizlerin emeğini, alınterini ve geleceğini çalanlara ve el koyanlara karşı biz işçi ve emekçiler de kendi birliklerimizi oluşturmak zorundayız. Biz işçi ve emekçiler örgütlüysek her şeyiz örgütsüzsek hiçbir şeyiz. Bunu unutmamalıyız.
Şimdi çalıştığım yerin nasıl bir yer olduğunu da tarif edeyim. Görüntü itibari ile tek bir firma fakat firma içeriden 3’e bölünmüş şekilde faaliyet yürütüyor. Paydos saatinde gelip zorla dayatarak, mesaiye bırakmaya çalışıyorlar. Yine her yerde rastlanan bir uygulama olarak, sigorta asgari ücretten bankaya yatıyor ve geri kalanı elden veriliyor.
İçerideki örgütlenmeye engel olabilmek için 3 firmada da 24 kişinin üstünde çalışan kayıtlı değil. Bunun sebebini hepimiz gayet iyi biliyoruz. İçeride yürütülecek sendikal örgütlenmenin önüne geçebilmek adına böylesi yöntemlere başvuruyorlar.
Patronlar grevin ve örgütlü mücadelenin işçilere kazanımlar getirdiğini biliyorlar ve bunun önünü kesecek bir şeyler bulunması gerektiğini ülkeyi yönetenlerden öğreniyorlar. Ülkeyi yönetenler biz işçi ve emekçilerin mücadelesinin önünü kesebilmek için, grev yasak, eylem yasak ve mücadele etmek yasak diyerek, baskı altına almaya çalışıyorlar. Patronlar, devletin de desteğini arkalarına alarak, aynı strateji ile saldırıyor.
Fabrikada mülteci işçiler kayıtsız ve düşük ücretler ile çalıştırılıyor. Mülteci olmak bir tercih değildir. Hayatta kalabilmek için bir kaçıştır, bir umuttur, belki daha iyi şartlarda yaşamak için. Ama toplumda işçi ve emekçiler mülteci işçiler için “vatanlarını terk ettiler, etmeseydiler” diye tepki gösterebiliyorlar. Vatan kavramı özü itibariyle burjuva bir kavramdır. Ulus-devleti anlatır. Dünyanın burjuvaları, şurası senin burası benim, şuradaki işçileri sen sömür buradaki işçileri ben sömüreceğim diyerek, yeryüzünü kendi aralarında parsellemişlerdir. İşte onların vatan dedikleri şey, çitlerle çevirip kendi çöplükleri ilan ettikleri topraklarda oluşturdukları düzendir.
İşin esası düşünülecek olursa, bu ulusal çitlerin işçi sınıfı için bir anlamı yoktur. İşçi sınıfının havaya, suya, toprağa, ekmeğe, barınmaya, giyinmeye, sağlığa, eğitime ve daha sayısız şeye ihtiyacı vardır. Ancak ulusal çitlerle birbirinden yalıtılmaya, birbirine yabancılaştırılmaya ve düşmanlaştırılmaya hiç ihtiyacı yoktur. Aksine ona gereken, tüm yeryüzünde el ele verip birlikte üretmek ve nimetleri kardeşçe paylaşmaktır. Ulusal egoizm işçi sınıfının doğasına aykırıdır. Bu nedenle Komünist Manifesto’da denildiği gibi, “İşçilerin vatanı yoktur.” Ya da bir “vatanı” varsa eğer, bu ayrımsız tüm dünyadır.
Bayrampaşa’dan DEV TEKSTİL üyesi bir işçi