MESS Grup TİS sözleşmesine sadece yüzdeler üzerinden bakamayız. Şu bilinmeli ki Türkiye'de son dönemde sermayenin kar oranlarının artmasıyla beraber, sefaletimiz daha da derinleşti. Bu sefalet, toplumda işsizlik ve intiharları körüklerken, diğer yandan toplumsal yozlaşmanın da önünü açtı. Çok değil geçen sene, TÜPRAŞ sürecinde Koç kriz sopasını kullanırken bugün Hindistan'da yeni bir fabrika açtı. Birileri kazandıkça kazanıyor, sefalet de o oranda artıyor.
Yaşananlar tepkiye dönüyor
2015'te yaşanan metal fırtınası, biz metal işçilerinden yansıyan en ciddi tepkilerden biri oldu. Aslında bu, çürümüşlüğe karşı metal işçilerinin içinde oluşan tepkilerden en kitlesel olanıydı. Türkiye'de tüm emekçiler tarafından sahiplenilen ve benimsenen bir mücadeleydi. Metal fırtınasının akabinde, Türkiye'de bürokrasi batağında debelenen sendikal yönetimler neye uğradığını şaşırdı. Çünkü mitinglerde attıkları naralara benzemiyordu metal fırtınası. Durmak, beklemek, sümen altı etmek, zamana yaymak yoktu. İşçiler birlik olmuş ve sadece bir fabrikada değil onlarca fabrika tek ses olmuş haykırıyordu "direnmezsen dilenirsin" diyerek. Bu yüzden bu hareketi hiçbir sendikal yönetim karşılayamadı, tersine metal fırtınasının içindeki devrimci heyecandan korktu.
Türk Metal ile Birleşik Metal yönetiminin ortak protokol yapması, yine bu korkunun yarattığı ortaklıktır. Son TİS sürecine dikkatle bakın, MESS sürecin başında YHK ve Tüpraş'ı gösterirken aynı sopayı Pevrul da sözleşme imzalandığında gösterdi. 5 Şubat Grev'ini kırmak için yer yer Birleşik Metal yönetimi de Tüpraş ve YHK'yı gösterdi. Sürekli bir korku yaymaya çalıştılar işçiler arasında. İşte Türk Metal'in sözleşmeyi imzaladığı gün, Birleşik Metal-İş üyelerinin çoğunluğu yayılmak istenen bu korkuya dur diyerek, grev iradesini kuşanıp metal işçilerine cesaret aşıladılar. Bu tutum Türk Metal esareti altında olan on binlerce metal işçisini heyecanlandırdı, Türkiye'de her kesimden emekçiler heyecanlandı. Çünkü sefalet koşullarında intiharların arttığı ülkede, birileri çözüm fişeğini ateşleyecekti. Hayır intihar değil mücadele, diyecekti. Yasaklara karşı korku değil, insanca yaşam için adım at, diyecekti. Sayıya takılma 130 bin kararsız işçiyi 10 bin kararlı işçi harekete geçirebilir, diyecekti.
Yani mesele tek başına ücret değildi. Mesele “yapamazsın, edemezsin” diyerek tehdit eden sermayeye karşı metal işçisi isterse yapabileceğini, yasakların toplumu kuşattığı yerde bu yasaklara karşı adım atılabileceğini göstermekti. Sorunun ücret sorunu olmadığını, Birleşik Metal bürokratları iyi biliyordu, sadece onlar değil MESS, Türk Metal ve devlet de biliyordu. Yani mesele sadece Birleşik Metal ve Adnan Serdaroğlu değildi. Sorun kurdukları düzenin sarsılması gerçeğiydi. Ne de olsa işçi, aidatlarıyla sendikal yönetimleri, üretimiyle patronları, aşırı vergi sistemiyle devleti besliyordu. Kim ister bu düzenin bozulmasını?
Sendikal bürokrasi kendi korkularını yayıyor.
Bugün Birleşik Metal tabanında yönetime ve yaşananlara olan öfke frenlenmeye çalışılıyor. Ve deniyor ki işçilere "greve gidilmemesinin sebebi metal işçilerinin çoğunluğunun son süreçte grevden vazgeçmesidir". Tüm yaşananların ardından da "bekleyip görelim" deniyor. Kendi sorumluluklarını metal işçisinin omuzlarına yıkmak istiyorlar.
İşsizlik tehdidi, bizzat sendika yönetimleri tarafından işçilerde korku oluşturmak için kullanılıyor. Her şeye rağmen mücadele etmek isteyen işçilere ise "az fabrika kaldı mücadele edecek" deniyor. Gebze şubesi tepeden kararla ikiye bölünerek işçilerin Gebze'de birlikte davranmasının zeminlerine müdahale ediliyor.
Sorun tek başına Birleşik Metal Gebze Şubesi'nin bölünmesi veya Adnan Serdaroğlu değil. Birleşik Metal yönetimin ihaneti gündem değiştirilerek ört bas edilmeye çalışılıyor, ikinci plana atılıyor. Gebze'de yükselen grev iradesinin çiğnenmesine karşı yükselen öfkenin yönü değiştirilmeye çalışılıyor. Sermayenin tehditleri unutturuluyor.
Unutulmamalı ki metal fırtınası bir anda patlamadı, Reno'da kararlı işçilerin cesareti sayesinde yayıldı, metal işçilerine. İşte bu cesaretti korkuyu dağıtacak olan, çünkü korku nasıl bulaşıcıysa cesarette o derece bulaşıcıydı. İzin vermeyelim bu korkuyu yaymalarına.
Tabandan tavana denetleyen olmalıyız!
O zaman durup beklemek bizi bu bürokrasiyi kabullenmeye iter. Sadece grev istemeyenler ve isteyenler üzerinden sürecin sonunu tartıştırmak bizi daha da böler. Karar mekanizmasının bizde olmadığı için bu tip satış sözleşmelerine karşı adım atamamak bizim eksikliğimizdi. Biz bu eksikliği metal fırtınasında da yaşadık. Evet öfkeliydik ama ayakları sağlam yere basan komitelerimiz, fabrikalar arası kurullarımız yoktu. Tabi bunların olması da yetmiyor, nasıl işlediği de önemli.
Tabanın tavana hakimiyeti noktasındaki sorunlar aşılmalı. Döne döne ders almamız ve adım atmamız gereken buydu ve bundan sonra da önümüzde bu sorumluluk duruyor. Son olarak şunu iyi bilmek gerekir, seçtiğimiz temsilcinin, şube başkanının ya da genel başkanın iyi veya kötü olması sorunu değil sorunumuz. Esas sorun bu mekanizmayı sorgulayan, hesap soran, işleten, denetleyen bir örgütlülüğün olmamasıdır. Biz bu örgütlülüğü kurmayı başarırsak iyi olan iyi kalır, kötü olansa metal işçilerinin iradesiyle anında görevden alınır. Sermayeye karşı mevzilerimiz olan sendikalar güçlendirilir ve yeni Kavellerin, yeni 15-16 Haziranların ve yeni Greiflerin ayağı yere basan biçimde, süreklilik arz eden bir zeminde önü açılır.
M. Erhan