Kapitalist üretim sürekli bir yedek işgücü ordusuna, yani işsizlere ihtiyaç duyar. Marx bu durumu şöyle ifade eder: “… işçi nüfusu, bizzat kendisi tarafından üretilen sermaye birikimi ile birlikte, giderek büyüyen bir ölçüde, kendisinin göreli artık nüfus haline getirilmesinin araçlarını da üretiyor. Bu, kapitalist üretim tarzına özgü bir nüfus yasasıdır; (…) bu artık nüfus da, tersine, kapitalist üretimin kaldıracı, kapitalist üretim tarzının bir varlık koşulu haline gelir.”
Makineleşmenin ve tekniğin gelişimi üretim süreçlerinde büyük hız ve verim sağlarken, bu, işçilere bir yandan yoğun emek sömürüsü olarak diğer yandan da işsizlik olarak geri döner. Çünkü gelişmiş teknik, işgücüne olan talebi nispi olarak azaltırken, kapitalistler de işsizler ordusunu neden göstererek üretimdeki işçiyi hem daha ucuza hem da daha yoğun şekilde çalıştırma imkânı elde ederler. İşsizlik kapitalist üretim tarzının doğrudan bir sonucu olarak yaşanır.
Kriz gibi yine kapitalizmin işleyişinden kaynaklanan dönemlerde işsizlik daha da artmaktadır. Kapitalizmin tarihine bakıldığında, toplumsal üretimin plansız ve anarşik gelişmesinin bir sonucu olarak, sıklıkla kriz dönemlerine rastlanır. Her kriz döneminde sermayenin krizi atlatma yönteminin faturayı işçi sınıfına yüklemek olduğu görülmektedir. İşsizlik dışında güvencesiz ve esnek çalışma biçimleri patronların krize karşı “mücadeleden” anladıkları istihdam biçimleridir. Kriz dönemleri geçse bile krizi fırsata çevirerek bu çalışma biçimleri kalıcılaşmakta, yaygınlaşmaktadır. İşçi hareketinin gelişkin, sendikal örgütlülüğün güçlü olduğu süreçlerde işçi sınıfı emeğini korumak adına verdiği mücadele sayesinde, sermayenin bu tip saldırılarına karşı duruş sergileyebilmektedir.
Günümüz Türkiye kapitalizminin içinde olduğu kriz tablosuna bakıldığında da sermaye sınıfının yine aynı yöntemlere başvurduğu, krizi işçi ve emekçilere fatura ederek atlatma arayışında olduğu görülmektedir. Sermayenin bir yürütme organı olarak devlet, bu konuda gereken teşvik ve kolaylıkları sağlamaktadır. Bunun sonuçları ise işsizler ordusunun her geçen gün çoğalması, ücretlerin düşmesi, artan hayat pahalılığı sayesinde işçi ve emekçilerin topyekûn sefalete sürüklenmesidir.
Son dönem açıklanan işsizlik oranları Türkiye kapitalizminin kriz tablosunu net bir şekilde ifşa etmektedir. TÜİK’in Eylül ayı işsizlik rakamlarına göre yüzde 10,6 olan dar tanımlı standart işsizlik, 0,8 puan artarak, Eylül 2018’de yüzde 11,4’e çıkmıştır. DİSK-AR’ın TÜİK verilerine göre hesaplamış olduğu geniş tanımlı işsiz sayısı 6,4 milyona yaklaşmıştır. Burada TÜİK gibi devlet kurumlarının işsizlik rakamlarını belirlemede kullandıkları yanıltıcı yöntemleri de göz ardı etmemek gerekiyor. Zira bu devlet kurumları işsiz tanımını daraltarak ele almakta örneğin ev kadınlarını, öğrencileri, iş bulma ümidi olmayanları, mevsimlik çalışanları, engellileri işgücüne dâhil etmediğinden işgücü sayılarını gerçeğin altında ifade etmektedirler. Bu nedenle gerçek işsizlik oranları daha yüksektir.
Krizle birlikte tırmanan işsizliğe ilişkin olarak işsizlik sigortası başvurularında yaşanan artış da önemli bir veridir. Ağustos 2018’de 106 bin olan işsizlik sigortası başvuruları dört ayda yüzde 95 oranında artmıştır. Kasım 2018 itibarıyla başvuruda bulunanların sayısı 207 bine ulaşmıştır. Bu sayıların önümüzdeki aylarda daha da artacağına kuşku yoktur.
Sefalette dünya birincisi!
Türkiye’de sefalet endeksinin 2018 yılında 47,92’ye çıktığı belirtilmektedir. Söz konusu endeks 6,5 yılda 2,3 katına çıkmıştır ve bu, AKP döneminin en yüksek oranıdır. Sefalet endeksini yükselten gelişmeler olarak, Eylül ayında yüzde 24,52 ile 15 yılın zirvesine çıkan yıllık enflasyon ve son 17 yıldır 2001 krizi öncesi seviyelere getirilemeyen işsizlik oranı gösterilmektedir. Bu haliyle Türkiye “Kırılgan Beşli” diye ifade edilen ülkeler arasında “sefalet”te ilk sırada yer almaktadır. 2018 endeksine göre Türkiye, 47,92’lik oranla ilk sırada yer alırken, 42,02 ile Güney Afrika ikinci, 27,01 ile Brezilya üçüncü, 13,31 ile Hindistan dördüncü, 13,6 ile Endonezya beşinci sırada bulunuyor. 2017’de sefalet endeksi en yüksek ülke 39,5 ile Güney Afrika iken Türkiye 27,3’lük oranla ikinci sıradaydı. Buna göre son bir yılda Türkiye’de sefalet yüzde 75 artmıştır.
Rakamlara yansıyan gerçekler çalışanı-işsizi ile birlikte işçi sınıfının büyük bir yıkıma sürüklendiğini göstermektedir. Milyonlar açlıkla, yoksullukla, sefaletle boğuşurken, bir avuç azınlık, lüks içinde yaşamaya devam etmektedir. Bu nedenle yapılması gereken tek şey, sınıfa karşı sınıf bakışıyla örgütlenmek, devrimci sınıf mücadelesini büyütmektir.