Kavel’den Greif’e, Greif’ten Metal Fırtına’ya... Asıl olan sınıf mücadelesinin yasalarıdır!

Sermayenin yasaları nasıl işçiler için yasaklarla doluysa sınıf mücadelesinin yasaları da o ölçüde meşrudur. Egemenlerin belirlediği hukuki prangaları parçalayacak olan ise işçi sınıfının fiili mücadelesidir.

  • Haber
  • |
  • Sınıf
  • |
  • 07 Ocak 2018
  • 06:59

Erdoğan ve AKP, 15 yıllık iktidarları boyunca sermayeye hizmette kusur etmediler. Bazı iş kollarında günlük çalışma süresi bu iktidar döneminde 12 saate çıkarıldı, en büyük özelleştirmeler bu iktidar döneminde gerçekleştirildi, kazanılmış haklara saldırıldı, sosyal yıkım paketleri dayatıldı. İşçi sınıfının en güçlü silahı olan grev hakkı da bu din bezirgânı iktidarın en çok saldırdığı hak oldu. OHAL sopasını eline alan Tayyip Erdoğan, ”Biz OHAL’İ grevleri yasaklamak için ilan ettik” diyebilecek kadar pervasızlaştı.

Ancak Türkiye’de grev yasaklarının öyküsü 15 yıl kadar kısa değil. Türkiye işçi sınıfının grev hakkını elde etme şekli bile bunu göstermektedir. Grev hakkını yasaya yazdırabilmek için grev yapan Kavel işçilerini anımsamak bunun için yeterli olacaktır. Türk sermaye devleti kuruluşundan bugüne kendi sınıf karakterine uygun olarak işçi sınıfının her zaman karşısında konumlanmıştır. Grev yasakları da cumhuriyet tarihinin her döneminde işçi sınıfına karşı kullanılmıştır.

Cumhuriyet tarihi kadar eski grev yasakları

Cumhuriyetin ilan edilmesinin ardından yeni iktisada yön vermek için 1924’te toplanan I. İktisat Kongresi’ne işçi sınıfı, temsilcileri üzerinden, küçük düşürme içeren “amele” sözü yerine işçi sözünün kullanılması, sendika hakkının grev hakkıyla birlikte verilmesi, madenlerde 6 saatlik, diğer alanlarda 8 saatlik iş gününün kabulü, fazla çalışmanın 4 saatle sınırlandırılarak zamlı ücret ödenmesi gibi dönemine göre ileri taleplerle katıldı. 1924 tarihli ilk anayasada toplanma, sözleşme yapma, dernek kurma hakları yer almıştı. Anayasanın hemen ardından değişik illerde 20 kadar sendika kuruldu. Çalışma koşullarının düzeltilmesini isteyen genç işçi sınıfı art arda grevler ve eylemler yaptı. Ancak 1925’teki Takriri Sükûn Kanunu ile tüm bu haklar yok edildi, başta işçi örgütleri olmak üzere rejime muhalif tüm hareketler bastırıldı.  Ancak işçiler, 1933’e dek geçen 8 yıllık sürede, sendikalarının kapatılmasına karşı çeşitli taleplerle 35 kadar fiili grev yaptılar. Grev yasağı yıllarca devam etti. Önce 1933 tarihli Ceza Yasasıyla, ardından 1936 tarihli İş Kanunuyla sendikaların faaliyetine grev hakkı olmaksızın izin verildi. 1938’de, yürürlükteki Cemiyetler Kanunu değiştirilerek, “sınıf esasına dayalı” derneklerin kurulması yasaklandı. Yani bu kanunla sendikaların spor kulübü, yardım sandığı gibi çalışması isteniyordu. Süreç böyle ilerlerken II. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın başlamasıyla işçi sınıfı üzerindeki baskılar daha da arttı. Savaşın ardından işçi sınıfının sendika hakkı tanındı, ancak grev yapmak hâlâ yasaktı. Grevsiz sendika hakkı  “bir ayağı kesik ata benziyordu, at sürekli aksamaktan ilerleyemiyordu.” İşçi sınıfının grev hakkını elde etmesi ancak 1963’te fiili grevle, grev hakkını yasaya yazdıran Kavel işçileri sayesinde olmuştu. Ancak işçi sınıfının bu temel silahı sürekli sermayenin tehdidi altındaydı. Sınıf ve kitle hareketinin yüksek olduğu ‘60’lı ve ‘70’li yıllarda yasaklanan grevler de (Örneğin; 9 Ocak 1964’te ATAŞ grevi “milli güvenliği bozucu nitelikte olduğu” gerekçesiyle Bakanlar Kurulu tarafından 1 ay süreyle ertelendi, 6 Ocak 1975’te Aliağa ve İPRAŞ’taki grevler Bakanlar Kurulu tarafından bir ay süreyle ertelendi, 8 Ocak 1977’te THY grevi Bakanlar Kurulu kararıyla 30 gün ertelendi) bunu kanıtlar niteliktedir.

Grev hakkının altındaki yasal boşluklar

Günümüzde de grev hakkı yasada tanınsa da çoğu zaman kâğıt üzerinde kalıyor. 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu birçok sınırlama ve yasaklama içeriyor. Bu yasa ile bir “kanuni grev” tanımı yapılarak zaten birçok grev yasadışı ilan edilmiş oluyor. Kanuna göre, “kanuni grev” sadece Toplu İş Sözleşmesi sürecinde, sendika tarafından alınmış olmalı ve talepleri ekonomik taleplerle sınırlı olmalıdır. Bunun dışında sendikasız işçilerin ya da sendikalı ancak grev kararını sendikanın dışında almış olan işçilerin grevleri yasal değildir. Bunların yanı sıra siyasi grevler ile dayanışma grevleri de yasal değildir.

Ayrıca birçok iş kolunda, “genel sağlık”, “milli güvenlik” ve “toplumun menfaatleri” gerekçe gösterilerek işçilerin grev yapmaları yasaklanmıştır. Yine üretim sürecinde belirli bir rol oynamasına rağmen çıraklar ile stajyer işçilerin ve kamu emekçilerinin grev yapması da yasaktır. Ayrıca sermaye devleti grevleri erteleme kararı alarak fiilen grev yasağı uygulayabilmekte. Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu zaten halihazırda birçok yasaklama içeriyorken, içinde bulunduğumuz OHAL sürecinde çıkarılan 678 sayılı KHK ile grev yasaklarının kapsamı genişletilmiş ve “milli güvenlik” ve “genel sağlık” bahanelerinin yanına yeni bir bahane eklemiştir. Bu KHK ile Bakanlar Kurulu’nun elindeki bu iki değneğin yanına “şehir içi toplu ulaşım hizmetlerini bozucu nitelik” gibi zorlama bir gerekçe eklenmiştir. Bu açık uçlu gerekçe ile sadece Büyükşehir Belediyesi işçilerinin değil örneğin belediye otobüslerinin bakım ve onarımının yapıldığı bir atölyede çalışan işçilerin grevleri de yasaklanabilecek.

Bu sadece Türkiye’ye özgü bir durum da değildir. Tüm kapitalist dünyada işçi sınıfının grev hakkı yasaklanmış, yasaklanamadığı oranda kısıtlanıp budanmış, fiili olarak engellenmiştir. Tüm dünyada grevin bir hak olarak kabulü ve tanınması, sendika hakkı ya da TİS hakkından daha uzun zaman almıştır. Çünkü grev kapitalist sistemin temel amacını, kârı hedef alır, üretim sürecine vurur.

Hal buyken grev yasaklarını AKP ile başlatıp AKP ile bitirmek doğru değil. Grev nasıl ki işçinin en temel silahıysa patronları da o ölçüde korkutan bir silahtır ve bu tüm sermaye hükümetleri için bir tehdit olarak görülmüştür.

Geçerli tek yasa sınıf mücadelesinin yasalarıdır!

Sermayenin yasaları nasıl işçiler için yasaklarla doluysa sınıf mücadelesinin yasaları da o ölçüde meşrudur. Egemenlerin belirlediği hukuki prangaları parçalayacak olan ise işçi sınıfının fiili mücadelesidir. Bunun için çok geriye gitmeye gerek yok. Son yılların en kitlesel sınıf hareketi olan Metal Fırtına’da, metal işçilerinin gerçekleştirdiği ve günlerce süren fiili grev bu kâğıt üzerindeki yasaları bir kenara atmış ve gücünün farkına varan, fiili-meşru mücadele çizgisini seçen işçi sınıfının neler yapabileceğini göstermiştir. Yine 2014’teki şanlı Greif İşgali işçi sınıfının elini kolunu bağlayan yasaları bir kenara atarak Türkiye’de işçi mücadelesi açısından yeni bir dönemi, “İşgal, grev, direniş!” dönemini başlatmıştır.

Kavel’den Greif’e, Greif’ten Metal Fırtına’ya, gerçek yaşam göstermektedir ki, işçi sınıfı için tek geçerli yasa mücadelenin yasalarıdır.