- TBMM gündeminde olan İş Mahkemeleri Kanunu’nda yapılan değişiklik ile arabuluculuk uygulaması hayata geçirilmek isteniyor. Bu yeni düzenleme işçi ve emekçiler açısından ne anlama geliyor?
- İş Mahkemeleri Kanunu’nda Değişiklik adıyla arabuluculuk düzenlemesi yapılmasına ilişkin düzenlemeye dair şunları söylemek istiyorum. Henüz kanunlaşmayan ama meclis komisyonunda kabul edilen tasarı genel hatlarıyla, işçi sınıfının sürekli saldırı altındaki haklarına karşı yeni bir saldırı olarak dikkat çekiyor. Ve bu saldırı girişimleri devam edeceğe benziyor. Bu bağlamda tasarının kendisi, işçilerin haklarını eğer yasalaşırsa, halihazırda eleştirdiğimiz var olan haklardan da geri düşen bir noktaya taşıyacak. Anlaşıldığı kadarıyla tasarı, patronların bazı konulardaki birikmiş şikayetlerinin, sermaye dostu AKP hükümeti tarafından yasalaştırılması çabasından ibaret.
- Tasarı yasalaşırsa arabulucu mahkeme gibi karar verebilecek mi?
- İkinci sorunuzun cevabına geçmeden önce şunu vurgulamakta yarar var. Tasarı, zorunlu arabuluculuk düzenlemesi getiriyor. Yani arabulucuya başvurmayı dava şartı olarak zorunlu kılıyor. Arabulucuya başvurmadan mahkemeye gelemezsin diyor. Bu durum patron karşısında ekonomik ve sosyal olarak güçsüz olan işçiye, ölümü gösterip sıtmaya razı etme anlamına geliyor. Öncelikle, var olan iş yargısı süreçlerinin oldukça uzun sürdüğü bir ortamda, böyle bir ara kurum getirmenin hiçbir pratik fayda getirmeyeceği ortada. Türkiye’de ceza yargılaması süreçlerinde de benzer bir uzlaştırma kurumu işletilmeye çalışıldı. Ancak istenen sonuç hâlâ elde edilemedi. Yani pratik bir olumsuz örnek zaten var. Yeniden başka bir olumsuz örneğe gerek yok.
Kaldı ki 4857 Sayılı İş Yasası’nda özel hakem düzenlemesi getirildiğinde, bu seçimlik bir hak olarak tanınmıştı. Arabuluculuk da zorunlu değil ama seçimlik bir ara kurum olarak düzenlenebilir.
İkinci sorunuza gelecek olursak, taraflar ve avukatları ile arabulucuların imzaladıkları uzlaşma ya da anlaşma belgesi, mahkeme kararları gibi ilam niteliğinde. Yani mahkeme kararları gibi icraya konulabilir.
- Yasa tasarısı ile ilgili söylemek istediğiniz başka bir şey var mı?
- Genel hatlarıyla söz konusu tasarıya yönelik vurgulayabileceğimiz bazı önemli gördüğüm noktaları da belirtmek isterim.
Zorunlu arabuluculuk bu anlamda yargılama sürecini uzatıp karmaşıklaştıracak ve bürokrasiyi arttıracak bir işlev görecek. Hemen hemen hiçbir dava ayrımı ve alacak miktarı sınırı öngörülmemiş olması da başka bir sorun. Arabuluculuk şartı getirilmeyen davalar sadece iş kazaları ve meslek hastalığına ilişkin olanlar olarak öngörülmüş.
İşe iade davaları halihazırda Yargıtay süreci de dahil 4 aylık sürede sonuçlandırılması gereken davalar. Ancak pratikte yasa koyucunun öngördüğü gibi bir durum olmadığı, kısa sürede ortaya çıktı. O gün yasa koyucunun öngördüğü 4 aylık dava süreci bugün uygulamada 1,5-2 yılda sonuçlanabiliyor. Bazen bu süreler de aşılıyor. Dolayısıyla arabuluculuk sürecinin de anlaşıldığı kadarıyla en az 2 ay süreceği düşünüldüğünde, bu durumun işçilerin yargılama süreçlerini daha da uzatacağı açık.
Yargılama süreçlerini uzatacak bu ara kurumla, işinden çıkarılmış ve ekonomik olarak daha güçsüz konumdaki işçiler açısından mali külfet de getirilerek, belki asla istemeyecekleri bir anlaşmaya zorlanmaları amaçlanıyor. Çünkü tasarıda, arabuluculuk görüşmelerine katılmayan tarafın lehine karar verilmesi halinde dahi davadaki yargılama giderlerinin tamamını ödemeye mahkum edileceği belirtiliyor. Bu düzenlemenin kendisi, gerek anayasadaki hak arama hürriyeti, gerekse uluslararası sözleşmelerdeki hak arama hürriyeti düzenlemelerine aykırı. Bu durum uygulamada çok sorun yaratacağı gibi, Anayasa Mahkemesi (AYM) bireysel başvurularını da arttıracaktır. Maddenin kabul edilmesi halinde AYM tarafından iptali yüksek ihtimal dahilindedir. 1980 askeri faşist darbesi öncesindeki İş Mahkemeleri Kanunu’nda işçilerin açacağı davalardan harç alınmayacağı düzenlemesi düşünüldüğünde (Nitekim 1980 darbesi sonrası ilk kaldırılan düzenlemelerden biri bu olmuştur), tasarıdaki bu düzenlemenin işçi sınıfı açısından daha da geri gidiş anlamına geleceği açıktır.
Tasarı kanun yoluna başvuru süresinin tebliğden itibaren başlayacağını söylüyor. İş davaları niteliği itibariyle, emeğiyle geçinen işçilerin haklarını alabilmesi için, hızlı şekilde bitirilmesi gereken davalardandır. Bu anlamda kanun yoluna başvuru süresinin tefhimden (sözlü bildirim) değil tebliğden (yazılı bildirim) itibaren başlatılması yargılamanın biraz daha uzamasına yol açacaktır.
Tasarıda işe iade davalarında da arabuluculuk zorunlu hale getirilerek, işe iade davaları anlamsız hale getiriliyor. İşe iade davalarına ilişkin zaten özel hakem düzenlemesi pratikte işlevsiz olduğu halde arabuluculuk zorunluluğu getirilmesi işçiye ‘biraz daha işsiz kal, aklın başına gelsin ve istemediğin bir anlaşmaya razı ol’ demek anlamına geliyor. Toplamda 4 ayda bitmesi gereken işe iade sürecinin en az iki ay daha uzaması işçilerde daha da yılgınlık yaratacaktır. Kaldı ki yukarıda da belirttiğimiz gibi, mevcut durumda zaten işe iade davaları 1,5-2 yıldan az sürmüyor. Zorunlu arabuluculuk bu anlamda da süreci uzatıp, maliyeti ve bürokrasiyi arttıracaktır.
Tasarıdaki işçi sınıfı aleyhine olan en önemli değişikliklerden biri zamanaşımı düzenlemesidir. İşçilerin hak arama mücadelelerinin zorluğu, yargılama süreçlerinin külfeti düşünüldüğünde, uzun yıllardır oturmuş olan zamanaşımı süreleri işçilerin haklarını gasp edecek şekilde 5 yıla düşürülmektedir.
Yargı süreçlerinin kendisi çok uzun sürerken, zamanaşımının neredeyse tüm alacak kalemlerinde 5 yıla düşürülüyor olması, işçilerin tazminat ve alacaklarını almalarını engelleme çabasına işaret etmektedir. Biliyorsunuz bugünkü haliyle kıdem ve ihbar tazminatları için zamanaşımı, yani dava açma süresi 10 yıldır. Bundan geriye gidiş söz konusu. Madem bu bir arabuluculuk düzenlemesiyse esas olarak, işçilerin kazanılmış haklarına neden saldırıyorsunuz diye sormak gerekiyor.
Söz konusu tasarı, bir bütün olarak incelendiğinde sanki yargılama süreçlerini kısaltmak, yargı yükünü hafifletmek amacı güdülüyormuş izlenimi vermeye çalışsa da, sermayenin gözünü diktiği işçi sınıfının bireysel ve kolektif haklarını budamaya yönelik ciddi bir saldırı niteliğindedir. Bir bütün olarak reddedilmesi, ciddi mücadele verilmesi ve kamuoyuna teşhiri gereken bir tasarıdır.
Burada ayrıntısına giremediğimiz daha başka düzenlemeler de mevcuttur. Ancak genel hatlarıyla çerçevesi bu şekildedir.