“İntihar insanın kendi varoluşu üzerine söyleyebildiği son sözüdür. İntihar toplumsal bir anlama sahiptir, çünkü bir iletişim biçimi olarak intihar toplumsal yapı ve koşulların belirlediği öznenin kendi bağımsız varoluşunu başlatıp bitirdiği yerdir.” (Çoban, Barış. Toplum ve İntihar)
- 25 Şubat 2017: Çukurova Üniversitesi’nde 50/D statüsünde görev yapan, “Bu suça ortak olmayacağız” bildirisi imzacısı Dr. Mehmet Fatih Tıraş, doktorasını tamamladıktan sonra işten atıldığı için intihar etti.
- 31 Mart 2017: “15 dakika erken gelme” kuralı nedeniyle YGS’ye alınmayan ve bunalıma giren 18 yaşındaki Büşra Kalaycı intihar etti.
- 9 Ağustos 2017: Ataması yapılmayan öğretmen, 23 yaşındaki İsa Erdoğan, içerisine sürüklendiği bunalım nedeniyle yaşamına son verdi.
- 25 Aralık 2017: İstanbul Kartal’da simit tezgahı zabıtalar tarafından dağıtılan bir emekçi intihar girişiminde bulundu.
- 19 Ocak 2018: Muğla’da Naip Hüseyin Lisesi müdürünün sistematik mobbingi sonucu bir kadın işçi 20 aylık bebeğiyle birlikte intihar girişiminde bulundu. Her ikisi de komada.
- 20 Ocak 2018: Balıkesir’de bir işçi, iş başvurusunu kabul etmeyen belediye önünde kendisini yaktı. Hayati tehlikesi devam ediyor.
- 31 Ocak 2018: Denizli’de, bir hafta önce işsiz kalan ve maddi sıkıntılar yaşayan 24 yaşındaki bir genç, “buraya kadar” yazılı not bırakarak intihar etti.
- 9 Şubat 2018: Antalya’da işsiz olan yüzde 40 engelli M.N.Y. ‘İşsizim’ diyerek kendini yakmak istedi.
- 11 Şubat 2018: Simit satarak geçinmeye çalışan evli ve 2 çocuk babası İ.A., borçlarını ödeyemediği için sinir krizi geçirdikten sonra kaldırıldığı Mudanya Devlet Hastanesi’nde intihar girişiminde bulundu.
Yukarıdakiler yakın dönemde basına yansımış intihar olaylarından sadece birkaç örnek. Bütünlüğü görebilmek için bu örnekler üzerinden parçaları birleştirmek gerekiyor.
Çünkü, “Toplumsal bağlamda intihar bir sonuçtur ve nedenleri toplumsal yaşamın içerisinde gizlidir. Bir gösteren olarak intiharı anlamak için gösterilenin ne olduğuna bakmak gerekir. Bireysel intiharların incelenmesi bu bağlamda toplumsal yapı içerisinde kapitalizmin yarattığı tahribatın incelenmesidir.” (Çoban, Barış. Toplum ve İntihar)
Dünyadan örnekler
Renault üzerinden yapılan bir araştırma tabloyu çok daha net bir şekilde ortaya koyuyor. Fransa’da yayın yapan Le Parisien gazetesinin Renault Grubu’nda çalışan sendikalarla yaptığı ve 25 Temmuz 2017 günü yayınlanan araştırmaya göre son dört yıl içinde onlarca intihar ve intihar girişimi yaşandı. Sendikalar, Fransa’da 46 bin çalışanı bulunan Renault’da yaşanan intiharların rekabet, yoğun üretim, ağır baskı ve kötü çalışma koşullarından kaynaklandığını belirttiler.
Renault’da 3 Nisan 2017 günü 40’lı yaşlarda bir işçi, üretim atölyesinde üzerinde şeflerinin isimleri ve “Beni öldürdüler” yazılı pankartı boynuna geçirerek yaşamına son vermek istedi.
22 Nisan 2013 tarihinde 33 yaşında bir işçinin “Kızlarıma bunu açıklarsın Carlos” (Carlos Ghosn, Renault fabrikalar Genel Müdürü) yazılı bir mektup bırakarak kendini astığı bildirildi.
Renault yönetimine göre ise yaşanan intiharların ağır çalışma koşulları ile alakası yok ve her bir intihar kişisel sebeplerden kaynaklanıyor (!)
Fransız telekomünikasyon şirketi Orange’da da ağır çalışma koşulları sonucu 2008-2009 yıllarında 35 çalışan hayatına son verdi.
Çatıdan aşağıya atlayarak işçilerin toplu intihar haberlerine konu olan, işçilerine “intihar etmeyeceğim” diye belge imzalatan, intiharları “önlemek” için çalışma koşullarını düzenlemek yerine binalarının etrafına file geren Çin şirketi Foxconn’da çalışan 22 yaşında bir kadın işçi, “Boş bir hayatım olduğunu hissediyorum ve kendimi bir makine gibi çalışmak zorunda hissediyorum” diyordu.
Bütün bu haberler bizlere kapitalist sistemin insanlığı nasıl bir yıkıma götürdüğünü, sistemin yarattığı işsizliği, geleceksizliği, baskı ortamını çok net bir şekilde tariflemektedir.
İntihar çözüm mü?
Ataması yapılmayan bir öğretmen olan 23 yaşındaki İsa Erdoğan “Kendi irademle aranızdan ayrılıyorum. Uzun zamandır mutsuzum. Mutlu nasıl olunur onu bile bilmiyorum aslında. Hayatımın geri kalanını devam ettirmek için umudumu, ışığımı kaybettim. Bu paradoksu kıramadım” diyordu.
Peki, sizce gerçekten İsa arkadaşımız kendi iradesi ile mi aramızdan ayrıldı? Mutsuzluğunun, mutlu nasıl olunur onu bile bilemeyişinin nedeni kendisi miydi ki, kendi iradesiyle aramızdan ayrıldı. Kendi bireysel çıkışsızlığı içerisinde bunu aşamayışı, yani diğer bir deyişle birey olarak düzeni aşamayışının bir sonucu olarak intihar etmemiş miydi? Yaşadığı koşullardan kurtulmanın yolunu intiharda bulmamış mıydı? Peki bu çözüm müydü?
İsa, kendi iradesi ile değil kapitalizmin onu sürüklediği bir çıkışsızlığın sonucu intihar etti. Bu çok açıktır. İçerisinde yaşadığı koşullardan bireysel olarak çıkmaya çalışması, toplumsal bir mücadelenin içine girmeyişi belki onun hatası olabilir ancak bunu şimdi öne çıkartmak temel sorun alanını kaçırmamız anlamına gelir. Buna ileride geleceğiz. Öncesinde bir nokta daha: “Sınırsız bireysel özgürlük bir yanılsamadır, ya da kapitalist ilişkiler içerisinde sadece gerçekleşmesi olanaksız ütopik bir istemdir. Bu nedenle de intihar kapitalizmin kara gerçekliğinden ütopyaya kaçış gibi de okunabilir.” (Çoban, Barış. Toplum ve İntihar)
Yabancılaşma
Marx iki tür yabancılaşmadan söz eder. İlki doğadan kopuş anlamında doğaya yabancılaşmadır. İnsanın doğaya hükmetmeye başlaması, kendi sosyal ve kültürel toplumsal yapısını oluşturması ile doğaya yabancılaşan insan kendi doğasını yaratmıştır. İkinci yabancılaşma ise insanın kendi doğasına yabancılaşmasıdır. Kapitalist üretim ilişkilerinin, kapitalist pazarın, bunların yarattığı toplumsal ilişkilerin bir sonucu olarak insanın kendisine, emeğine, ürettiğine ve yaşamına yabancılaşmasıdır. Kapitalizmde insan artık sistemin bir parçası, işleyen bir çarkı, emek gücü de pazarda bir meta haline gelmiştir. Bunun sonucu olarak kapitalizm insanın insan olarak var oluşunu tehdit etmeye başlamaktadır.
İnsanın bütün duyguları, yaşamı da bu üretim ilişkilerine göre şekilenmektedir artık. Sevinçlerine, hüzünlerine, aşkına, öfkesine, sevgisine kapitalist pazar tarafından yön verilmektedir. Ne diyordu Foxconn işçisi? “Boş bir hayatım olduğunu hissediyorum ve kendimi bir makine gibi çalışmak zorunda hissediyorum.” İşte bu tam da bahsettiğimiz yabancılaşmayı göstermektedir. Bu yabancılaşma parası olanın yaşama hakkının olduğu, parası olmayanın, yani karın tokluğuna sefalet koşullarında ‘yaşamak’ zorunda olan milyonların gerçekte insan gibi yaşamadığı anlamına gelmektedir. İşleyen bir makinenin bir çarkı konumuna gelen insanın hayattan alabileceği hiçbir zevki kalmamaktadır. Hele bir de yıpranan bir çark olarak işten atıldığında veya henüz makinenin ihtiyaç duymadığı ‘fazlalık’ olarak görülen bir yedek parça olarak işsiz kaldığında veya gelecek hayalleriyle uyutulup bunlar yerle bir olduğunda intihar olgusu tüm çıplaklığı ile kendisini ortaya koymaktadır. Zira, insan en kaba haliyle kendisine ve yaşama yabancılaşmakta, yaşamını anlamlandıramadığı yerde intiharı tercih etmektedir.
“İntihar toplumsal bir anlama sahiptir”
Dünyadaki bütün gelişmeleri toplumların ilerleyişi, toplumsal ilişkiler zemininde ele alan ve anlamlandıran bizler için intihar da toplumsal bir anlama sahiptir. Bu çok açıktır. Çürümeye başlamış, insanlığa hiç bir gelecek vaat etmeyen, açlık, yoksulluk, sefalet, savaşlar, ölüm, işsizlik getiren bir sistemin insanlığı yıkıma sürüklediği gerçeği önümüzde durmaktadır. Krizler içinde debelenen sistem tek tek ya da toplu olarak insanları da bu krizlerin içine çekmekte, bütünüyle insanlığı büyük bir yıkıma sürüklemektedir. Faturayı en ağır şekilde ödeyen işçi-emekçiler ise bu kriz ve yıkım koşullarında birçok kez intihara sürüklenmektedir.
“İntihar bireysel bir vaka olarak ele alınsa da gerçekte birey toplumsalın bir ürünü olduğu için bireysel intiharlar toplumsal yaşamın ürünleridir ve her intihar içerisinde yaşanılan toplumun yarattığı bir nedenin sonucu olarak ele alınmalıdır.” (Çoban, Barış. Toplum ve İntihar)
“Bir iletişim biçimi olarak intihar”
Meselenin bir diğer yanı ise kendisine, emeğine, yaşamına dair hiç bir söz hakkı olmayanların, sesini çıkarmaya kalktığında baskıyla karşılaşanların, sesini duyuramayanların ve bütün bu krizi ve yıkımı içinde yaşayanların artık patladığı ve “bir iletişim biçimi olarak intihar”ı seçtiği gerçeğini gözden kaçırmamak gerekmektedir.
“Kapitalizmin insani özgürleştirmeyi engellediği ve insanın sürekli olarak bastırıldığı bir sistemde, farklı direniş biçimleri ortaya çıkar ve tüm özneler sınıfsal kökeni fark etmeksizin farklı bastırılma ve kısıtlamaları yaşantılarlar.” (Çoban, Barış. Toplum ve İntihar)
Yıkıma sürüklenen insanlık ve tek tek insanlar sesini dahi çıkartamadığı yerde, kendi yaşamına son vermeye kalkmakta, sözünü bu şekilde söylemekte ve kendi yaşamına son vererek esasında sistemi protesto etmektedir. Sistemi aşma iradesini gösteremeyenlerin, umudunu kaybedenlerin kaçırdığı temel noktalardan birisi “toplumsal yapı ve koşulların belirlediği” bireyler olduğumuz gerçeğidir. “Öznenin kendi bağımsız varoluşunu” sonlandırması toplumsal yapı ve koşulları değiştirmemekte, sadece bu toplumsal ilişkiler içinde yer edinemeyen bireyin dışına çıkışını sağlamaktadır. Bu noktadan bakıldığında sistem kendisiyle uyum sağlayamayan bir özneden kurtulmaktadır. Tabi bunu kitlelerin sisteme yönelik öfkesini arttırdığı gerçeğini bir kenara koyarak söylemekteyiz.
“Özne toplumsal yapının, daha doğrusu egemen ideolojinin, etkisi ile biçimlendirilir. Bu yeniden biçimlendirme iktidar aygıtı tarafından özne olarak yeniden-üretilme süreci bu yapının dışına çıkılmadıkça devam eder. Egemen iktidar kendi aynasında öznenin ilk başta kurmuş olduğu yanılsamalı bütünü sürekli olarak yeniden üretir. Ancak, iktidar özneleri yeniden-üretebilmek ve üretim sürecine yeniden sokabilmek için onları sözde mutluluklarla oyalar, bu bağlamda kitle kültürü ve kitle iletişim araçları devreye girer. Kendi gerçekliği üzerine düşünme yeteneğini kaybeden ve sorgulayamayan insanların varlıklarını sorgulamaları söz konusu olmadığı için toplumsal bağlamda muhalefet etmeleri engellenir. Özne, farkındalığa sahip olmadığı için de içinde yaşadığı gerçekliği bilinç bağlamında toplumsal gerçekliği yorumlayarak aşamaz, gerçekliğin toplum tarafından dönüştürülebileceğini göremez, tekil olarak yapabileceği tek aşma, dönüşüm ise kendini yok etmesiyle, intihar ile mümkündür.” (Çoban, Barış. Toplum ve İntihar)
Çıkış yolu
Çıkış yolu açıktır. Ne bireysel kurtuluş mümkündür ne de ütopyacılığın bu düzen dışında varacağı bir yer vardır. Çözüm, insanlığı yıkıma sürükleyen kapitalist sistemin yıkılmasındadır. Bunun yolu da burjuva sınıf egemenliğine dayalı özel mülkiyet düzeninin parçalanmasından geçmektedir. Nefes alabilmek, insan olduğumuzun farkına varabilmek için bile bu şarttır.
Bunun için bireyciliği aşmak ve toplumsal kurtuluş mücadelesinin parçası olmak gerekiyor. Karşımızda örgütlü bir sömürü düzeni bulunmaktadır. Ücretli kölelik düzeni, işçi sınıfının emeği üzerinden var olmakta, büyümekte ve örgütsüzlüğünden güç almaktadır. Emekçilerin örgütsüzlüğü onları daha da pervasızlaştırmaktadır. Zira burjuvazi açısından emekçilerin yaşamı değersizdir ve yaşanan intiharlar onlar şahsında hiçbir etki yaratmamaktadır. Emekçileri savaşlara sürükleyip, sefil çıkarları için cepheye gönderenler, cenazelerde ise nutuklar atanlar onlar değil midir? İş cinayetlerinde her gün ortalama 5 işçi ölürken kılları kıpırdamayanların, her ne olursa olsun kârlarının artıp artmadığına bakanların karşısına dikilmenin vakti gelmiştir.
R. U. Kurşun