Sermaye devletinin işçi ve emekçilere dönük saldırıları süreklidir. Ne var ki bazı tarihlerin milat niteliği var. 24 Ocak kararları bu milatlardan önemli biridir. 24 Ocak Kararları, neo-liberal politikanın Türkiye'de miladıdır. Sermaye devleti 24 Ocak Kararları'nı 12 Eylül darbesiyle yaşama geçirebildi. Üç yıllık cunta yönetiminden sonra, 1983 seçimlerinde tek başına Anavatan Partisi (ANAP) hükümet oldu. ANAP Başkanı Turgut Özal 24 Ocak Kararları'nın Türkiye'deki “mimarıdır.”
Özelleştirme saldırısı 24 Ocak Kararları'yla başladı. Kapitalist devlet, Kamu İktisadi Teşekkülleri’ni (KİT), özel sermayeye satmaya başladı. Patron kapitalist devlet olmuş, özel sermaye olmuş; işçi için özünde değişen bir şey olmuyor. Ama her özelleştirme sonrasında, özelleştirilen KİT'ten azımsanmayacak sayıda işçi atılarak, işsizler ordusu büyütüldü. İşten atılmayanlar ise çok daha düşük ücrete çalışmaya devam etti.
ANAP’ın ardından 1991 seçimleri sonrasında Doğru Yol Partisi (DYP) ve Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) koalisyon hükümeti kuruldu. DYP-SHP koalisyonu da neo-liberal saldırıları devam ettirdi. Ancak 1994 yılına gelindiğinde ekonomik kriz derinleşip, yönetilemez hale gelmişti. Sermaye devleti krizi işçi ve emekçilere fatura edeceği yeni bir milat belirledi. 5 Nisan 1994'te ekonomik saldırı paketini açıkladı.
Patronları zenginleştirdi, işçi ve emekçileri daha da yoksullaştırdı
“5 Nisan saldırısı, bir milyon işçiyi sokağa atmış olmanın ötesinde, ücretlerde yüksek oranlarda düşüşler yaratmış, işçilerin yaşam koşullarını iyice ağırlaştırmıştır. Dahası, bugün sıfır sözleşmeden sendikasızlaştırmaya ve taşeronlaştırmaya, ‘mezarda emeklilik’ten ardı arkası kesilmeyen tensikatlara kadar, işçi sınıfı kapsamlı bir saldırının hedefi olmaya devam etmektedir." (EKİM 3. Genel Konferansı)
Tıpkı Erdoğan gibi, 1994'te de o günkü Başbakan Tansu Çiller, 5 Nisan Paketi'ni, “herkesin gereken fedakarlığı yapması” temelinde sundu. Ancak, 5 Nisan Paketi uygulamaya konulduktan kısa bir süre sonrasında bile, fedakarlık yapmak zorunda kalanların işçi ve emekçiler olduğu görüldü.
5 Nisan Paketi'nde ilk saldırı, zorunlu ihtiyaçlara yapılan zamlar oldu. İşçi ve emekçiler artan zamlarla fedakarlık yaparken, pakette patronlara bir kerelik ek vergi biçiminde bir "fedakarlık" yer aldı. Bir kerelik de olsa ek vergi ödemeleri büyük bir "fedakarlık" olsa gerek! Normal vergilerini bile ödemeyen patronların ek vergileri ödeyip ödemediği ise meçhul.
TMMOB paket uygulamaya konulduktan sonra hazırladığı raporda, ücretler konusunda şunları ifade etti.
"Doğrudan ücretlerin dondurulmasından söz edilmemesine karşın, ücretlerin bütçe sınırları içinde tutulmak istenmesinin anlamı, ücretlerin dondurulmasıdır. Çünkü, planın ekindeki çizelgede 1994 Nisan-Haziran dönemi personel harcamaları ile ikinci 3 aylık (Temmuz-Eylül) dönemindeki personel harcamaları aynı miktarda korunmuştur." TMMOB'nin öngörüsü süreçle pratik olarak doğrulanmıştır.
5 Nisan Paketi, 24 Ocak Kararları'nın dönemsel uzantısı niteliğindedir. Bu yüzden KİT'lerin özelleştirilmesi ve sermayeye teşvik, paketin temeli niteliğindedir.
5 Nisan Paketi'yle devletin küçük toprak sahibi köylüye desteği ortadan kalkmıştır. Bu da kırda mülksüzleşme ve işsizleşmeyi hızlandırdı. Kırdan kente göç arttı. Sonuç olarak, işsizler ordusu daha da büyüdü. İşsizler ordusunun büyümesi, ücretlerin düşürülmesi için sermayeye daha fazla olanak sundu. Kısacası, 5 Nisan Paketi'yle kriz, işçi ve emekçilere ağır biçimde fatura edildi.
Hepsinin varlık nedeni sermaye devletinin bekasıdır
Sermaye devleti sürekli olarak krizi işçi ve emekçilere fatura etmeye çalıştı. 5 Nisan Paketi bu anlamda sermaye açısından başarılı bir saldırı oldu. 5 Nisan Paketi krizi emekçilere fatura etti, ama kriz devam etti. Kapitalizmde her aşıldığı söylenen kriz, bir sonraki krizi daha da derinleştirir. DYP-SHP hükümetinden sonraki koalisyon hükümetleri krizin su yüzüne çıkmasını engelleyemedi. Daha net ifadeyle, krizi yönetemedi.
AKP ise hükümet olduktan aylar sonra 4857 sayılı iş (gerçekte ise kölelik) yasasını çıkardı. Kölelik yasası krizi yönetebilmek için sermaye devletine epeyce olanak sundu. AKP de bu olanaklardan fazlasıyla yararlandı.
AKP kendinden önceki sermaye partileri gibi neo-liberal politikanın yürütücüsü oldu. AKP'nin hükümet olduğu 2002'den bugüne dek yapılan özelleştirme oranı, 24 Ocak Kararları'nın yayınlanmasından 2002'ye dek olanlardan misliyle daha fazla.
AKP sermayenin krizini yönetebildi. Ama düne kadar yönetebildiği kriz, yönetilemeyecek oranda derinleşiyor. Krizi emekçilere fatura etmeye çalışırken bir sosyal patlamaya neden olabilir. Bir sosyal patlama riski varken, OHAL sürecinde, devlet terörüyle birlikte, sosyal yıkım saldırılarına giriş yaptılar. Referandum öncesi, sosyal yıkım saldırılarını tümüyle yaşama geçirmekten imtina ediyorlar. Fakat 16 Nisan sonrasında başta kıdem tazminatının gasp edilmesi olmak üzere, sosyal yıkım saldırılarını yaşama geçirmeye çalışacaklar.
İşçi emekçiler için örgütlü mücadele daha yakıcı bir ihtiyaç
5 Nisan Paketi'yle krizi emekçilere fatura etmeyi başaran sermaye devleti, bugün de AKP temsiliyetiyle krizi emekçilere fatura etmeye çalışıyor. Sermaye devletinin 5 Nisan başarısında işçi ve emekçilerin örgütsüzlüğünün belirleyici bir payı vardı. 5 Nisan sonrasında yoksullaşma derinleşti. Bugün krizin fatura edilme saldırısı karşısında işçi ve emekçilerin duruşu ya mücadele yönünde olacak ya da barbarlaşmaya savrulanacak. Örgütlü mücadele bugün, dünden daha yakıcı bir ihtiyaç. Çünkü "Ya sosyalizm, ya barbarlık!" sloganının pratik olarak eşiğine gelindi. Ya bu eşik örgütlü mücadeleyle aşılacak, ya da barbarlaşılacak.