Bir odada İK personeli tarafından, okunmasına fırsat verilmeden alelacele imzalatılan ve isteyene bir örneği teslim edilmeyen, 9 ay süreli olarak hazırlanan belirli süreli iş sözleşmesi ile başlıyor umut yolculuğu. Sonraki adres sendika odası. O odaya da topluca gidiliyor, bir vaaz veriyor başkan denilen baş temsilci. Her ay bir günlük yevmiyenizi verdiğiniz, kendinizi temsil ettiğini sandığınız sendikaya üye olunuyor. İmzadan sonra ismin artık "geçici"...
“Biraz sabır, çalışıp amirinizin gözüne girin.”, “Biz sizleri kadro için çırpınan savaşan işçiler olarak görüyruz”, “Çok güzel zamanda geldiniz”, “Her an takipteyiz” gibi sözlerle amirlere, bölümlere dağıtılıyor geçici işçiler. Oysa ne umutlarla gelmişti; çalışır, emek verir işini kapar sanmıştı, kimi nişanlı kimi evli işçiler... Ama öyle olmuyordu, burası DYO'ydu ve o “geçici”ydi. Bu DYO çalışanlarının 40 yıl içinde kendi aralarında oluşturduğu bir jargon. Kendilerine de "kadro" diyorlar. Düne kadar kendileri de geçici çalışan olduklarını unutup, amca, dayı ya da babalarının orada çalışması veya sendika bağlantısı sayesinde işe alınan bu kişilerin birçoğu “geçici”ye iş yıkma derdine düşüyor maalesef. Nasılsa biri gelir biri gider diye yıllardır söylenen türkü bu.
İlk imza ile ayrışmaya başlıyor hemen orada insanlar. Kadro/geçici. Geçici işçiye çırak muamelesi yapıp getir götür yaptırılıyor, bazı bölümlerde sanki kendisi işçiliği bilmez gibi kendi işini bile yıkanlar oluyor. Geçici de belki kadroya alınırım diye ses etmeyince olaylar gelişiyor, tabi herkes aynı değil. Her kadronun bir geçicisi oluyor, DYO patronu işçileri bölmek için böyle bir sistem kurmuş. İşin büyük kısmını geçiciler yapıyor. Sendika her şeyi görmesine rağmen üç maymunu oynuyor.
Geçicinin aldığı ücret asgari ama beklenen performans azami. Mavi yaka bir ay ikramiye alıyor bir ay almıyor. Eğer giriş ayında ikramiye var ise verilmiyor o ay geçiciye. Parayı alıp kaçmasın diye alınıyormuş bu “tedbir”. Emek çalınıyor yani. Kime gidecek geçici, baş temsilci 25 yılı aşkındır orada. Her şey onun bilgisinde ve şube başkanının göz yummasıyla hayata geçiyor. İkramiyenin de 1/2 gibi bir oranı veriliyor geçiciye. Geçici mesaiye kalmak zorunda, eğer kalmazsa kadroya alınmazsın diye baskı yapılıyor. Ama herkesin bildiği ve gizliden gizliye konuştuğu şey şu; “adamı olan, sendikada bağlantısı olan kadroya alınıyor. Mesai ya da devamlılık hikâye”.
Yaşını başını almış insanlar sendikaya laf taşıyor, sürekli bir entrika dönmekte. Elleri çalışmayanların çenesi çalışıp sendikaya onu bunu ispiyonlayarak emekliliği bekliyorlar. Hak aramayı çoktan unutan bu kadrolu işçiler, yalakalığın kitabını yazıp, kula kulluk etmeye farklı bir boyut kazandırıyor.
"Kadrolu" işçiler böyle iken geçicinin halini varın da siz düşünün. 1 gün de olsa aldığı sağlık raporu ücretinden kesilen geçici. En küçük izinde hastalıkta ya da mesaiye kalmama isteğinde topun ağzındaymış gibi dışlanıyor, bırakın işi, ortamdan bile soyutlanıyor. İş bilmez kişilerin, yalaka-ahbap-çavuş-hemşeri kontenjanı ile amir yapıldığı düzende; iş yapmak, çalışmak, devamlılık önemsiz bir durum. Nerelisin yerine sorulan ilk soru, “kimi tanıyorsun, sendika ya da fabrikada var mı tanıdık” oluyor.
Genelde 7/3 ve 3/11 çalışan fabrikada, 2 vardiya mesaiye kalması isteniyor insanlardan, yani 16 saat. Ara saatlerde servis birkaç ay önce saat 21'e konuldu, yani 7/21 veya 7/23 seçeneği sunuldu. Geçiciye ilk günden verilen umut, üretimin içinde de devam ediyor "bak mesaiye kalırsan kadro şansın artar" diyerek, kendi işini kendisi gibi işçiye yükleyen düzende birlik olmamızın önüne geçen davranışlarda bulunuyorlar. Her yıl verilen yakacak yardımı, kıyafet çeki geçiciye verilmiyor. Sendika şube başkanı toplantıya geldiğinde geçicinin g'sini ağzına almıyor. Bıçak sırtında 9 ay geçiren sözleşmeli işçi kimsenin gözüne batmayayım, ters soru sormayayım, belki kadroya geçerim diye ekmeğine bakıyor. Süresi dolan gidiyor, yerine yenisi geliyor. Emek sömürüsü ile umut tacirliği devam ediyor...