DİSK/TEKSTİL ve işçi satıcılarının it dalaşı

Rıdvan Budak, Kazım Doğan ve diğerlerine karşı verilen mücadele özünde sınıf örgütlerini kötürümleştiren, örgütsüzlüğe ve düzen içiliğe mahkûm eden anlayışlara karşı verilen bir mücadeledir. İşçi sınıfının kurtuluş mücadelesini büyütmek ve örgütlemek için çaba sarf eden sınıf devrimcileri sermayenin sınıf içindeki ajanlarına karşı mücadeleyi de sürdürecekleridir.

  • Haber
  • |
  • Sınıf
  • |
  • 12 Nisan 2015
  • 06:56

DİSK/Tekstil Sendikası'nın şube genel kurulları geçtiğimiz aylarda gerçekleştirildi. Fakat genel merkez genel kurulu Rıdvan Budak’ın meclise girme hevesi yüzünden bir müddet ertelendi. Çete başı eğer meclis koltuğunu garantileyemezse sendika koltuğundan da olmamak için böyle bir yolu tercih etmiş oldu. İşçi sınıfının mücadele mevzisi olan sendikaları babalarının çiftlikleri gibi kullanan sendika ağalarının bu gibi davranışları olağan bir hal almış durumda. Bazı istisnalar hariç bugün birçok sendikada benzer durumlar söz konusudur.

Sendikal demokrasiden bahseden birçok sendikacı da bugün bu çarkın önemli bir parçasıdır. ‘Solcu’ ya da ‘devrimci’ hangi sıfatla anılırsa anılsınlar sermaye düzeninin yasaları içinde kaldıkça hiçbir sendikal anlayış ve sendikacı demokratik bir işleyişle hareket etmez-edemez. *Çünkü Sendikalar Yasası ve sendikaların nasıl hareket etmesi gerektiğini belirleyen bir dizi yönetmelik baştan aşağı anti demokratik bir işleyişe sahiptir. Mevcut yasaların ve mevzuatların dışına çıkmadan demokratik bir sendikal anlayış mevcut değildir. Bugünün koşullarında ise bunu yapan istisna (o da bazı tali konularda) sendikalar ve sendikacılar mevcuttur.

Sendikaları tabanın söz, yetki, karar mercilerine dönüştürmek için anti demokratik sendikal yasalara vb. karşı da mücadele etmek gerekir. Bugün birçok sendika yönetimi ve sendikacı yasaların anti demokratikliğinden bahsetmektedir. Fakat bu yasaların değişmesi için en ufak adımlar dahi atmamaktadırlar. Bazı adımlar atanlar ise dava açmakla yetinmektedirler.

İşçi sınıfı mücadelesinin deneyimleri ve birikimleri göstermektedir ki anti demokratik uygulamaları ve yasaları ortadan kaldırmanın yolu fiili-meşru mücadeleyi büyütmekten geçiyor. Hukuki süreçler fiili-meşru mücadeleyle birlikte ele alındığında işe yarıyor. En ufak kazanımları elde etmek için bile fiili-meşru mücadeleden başka yol yoktur. Bu da sermayenin yasalarını reddederek işçi sınıfının mücadele yasalarıyla hareket etmek demektir.

İşçi sınıfının mücadele yasalarıyla hareket; sınıf mücadelesini düzenin dar sınırlarının dışına taşımak ve her türlü araç ve yöntemi işçi sınıfının mücadelesini büyütmenin dayanağına dönüştürmek demektir. Tarihe kabaca bile baktığımızda işçi sınıfının mücadelesinin aracı olan bir dizi kurumun böyle bir anlayışla yaratıldığını, birtakım hakların böylesi bir mücadele tarzıyla elde edildiğini görebiliriz.  

İşçi sınıfı ve emekçilere dayatılan her türlü kölelik koşullarını ve baskıcı uygulamaları ortadan kaldırmanın yolu “devrimci sınıf sendikacılığı” anlayışını ete-kemiğe büründürmekten geçiyor. Devrimci sınıf sendikacılığının temel ilkelerini ve yöntemlerini Greif işgali deneyimi bir kere daha göstermiştir. Bugünün Türkiye’sinde Greif işgalinin yarattığı mücadele birikimi ve değerlerini aşan bir deneyim yoktur. Greif işgali deneyimi işçi sınıfı demokrasisine iyi bir örnek olduğu gibi, sermayeye, sendikaları çiftliklerine çevirmiş ‘solcu’, ‘devrimci’ ve her türlü sendika ağalarına, taşeron köleliğine vb. karşı mücadelenin nasıl verilmesi gerektiğini de göstermiştir. Greif işgalinden sonra; söylenen sözlerin altı doldurulmuyorsa söylenen sözlerin hiçbir değerinin olmadığı daha belirgin biçimde görülmüştür. Bu da bir dizi sendikal anlayışın gerçek iç yüzünün teşhir olmasını sağlamıştır. Bunun içindir ki Greif işgalinin değerlerine ve bu değerlerin yaratılmasına öncülük eden sınıf devrimcilerine karşı bazı kesimler açık ve gizli saldırıya geçmişlerdir. Bu tutumlarıyla sermaye düzeninin eklentisi olduklarını bir kere daha göstermişlerdir.

Greif işgali deneyiminin açığa çıkardığı değerlerden rahatsız olanlar koltuklarını garanti altına almak için her türlü oyunu sergiliyorlar. Başka Greif’lerin yaratılmasının koltuklarını kaybetmek olduğunu bildikleri için düzenin sendikal alandaki ideolojik saldırı aygıtı gibi çalışıyorlar. Sınıfın bilincini körelten tutumları hayata geçiriyorlar. Bazıları bunu ‘demokratlık’ görünümüyle incelterek yaparken DİSK Tekstil’e hakim anlayışı temsil edenler ve benzerleri açıktan yapıyorlar. Demokrasiyi kendi aralarında koltuk kapma yarışı olarak görüyorlar. Kim daha ahlaksız, yalancı, yalaka… ise o daha başarılı oluyor.  Bugün DİSK/Tekstil’de bu kirli oyunun yeni bir perdesi sergileniyor.

 

Seçim hezimeti, sendikal ahlaksızlık!

Rıdvan Budak milletvekilliği aday adaylığı seçimini kaybedince bu sefer sendika koltuğunu garantilemek için kolları sıvadı. İlk icraatı ise Greif üzerinden lafazanlık yapmak oldu.

Sendikada koltuk kapma yarışına milletvekilliği aday adaylığı çalışmalarından kaynaklı gecikmeli başlayan çete başı yalan dolanla dolu bir açıklamayla bu açığı kapamaya çalışıyor. Bir yanıyla sınıf devrimcilerinin çete başının kirli yüzünü anlatan çalışmalarının etkisini silmeye çalışıyor, diğer yanıyla dünkü has adamlarının kendisine karşı giriştiği koltuk kavgasında bunların önünü kesmeye çalışıyor. Ahlaksız ittifaklar, dalavere, ihanet, gericilik, sermaye uşaklığı, patronların danışmanlığı vb. kirli işlerin temsilcilerinin birbiriyle yarışı önümüzdeki günlerde aralarında bir anlaşma olmazsa kızışacak gibi gözüküyor. Şunu da belirtmek gerekir ki aynı ipte cambazlık yapanlar gerici çıkarlarını zayıflatan bir durumla karşılaştıklarında anında birleşirler.

 

DİSK/Tekstil: Yalan içinde yalan!

DİSK/Tekstil Sendikası genel kurul süreci yalanlarla, hilelerle başladı. Üyelerinin onayıyla temsilcilerini seçtiklerini iddia edenler işçilerin önüne sandık dahi koymadılar. İplerini ellerinde tutabilecekleri kişileri temsilci olarak seçtiler. Sendika üyesi işçilerin büyük bir kısmı (özellikle Hadımköy) sendika temsilcisinin seçildiğinden bile habersizdiler. Birden birileri temsilci olarak açıklandı. Diğer fabrikalarda da benzer bir durum yaşandı. Bu duruma itiraz etmek isteyen işçiler ise sindirildikleri, kendilerine olan güvenleri yok edildiği ve korkutuldukları için itiraz edemediler. Yıllardır Greif’e bağlı Ünsa'da benzer durumlar yaşanıyor. Yıllardır sendikanın atadığı kişiler temsilci yapılıyor. Ses çıkaran işçiler işten atma tehdidiyle karşı karşıya kalıyor.

Şube genel kurulları yapılıyor. Nasıl ve nerede hangi tarihte yapıldığından işçilerin haberi olmuyor. Kimlerin nasıl delege seçildiği ise belirsizliğini koruyor. Sendika sitesinde genel kurulların (özellikle İstanbul şube) yapıldığına dair iki satırlık bir yazı çıkıyor. Eğer ki üye işçiler sendika sitesini takip ediyorlarsa ‘genel kurul’ diye bir şeyin yapıldığından haberdar olmuşlardır. Tüm bunlar bu fabrikalarda yaşanmıyormuşçasına bir de yalan içinde yalan söyledikleri bir açıklama yapıyorlar. Temsilciler işçilerin özgür iradesiyle seçilmiş, toplu sözleşme işçilerin onayıyla imzalanmış… gibi gerçeklikten uzak ifadeler kullanıyorlar.

Bu baylara sormak gerek Greif Hadımköy fabrikasına saldırı olduğu ve bütün işçilerin gözaltına alındığı, fabrikanın boş olduğu bir zamanda imzalanan toplu sözleşmeyi hangi işçilere sordunuz da imzaladınız. Yoksa şimdi fabrikada yüksek maaşla ustabaşı ve diğer yönetici kadrolarda çalışan taşeron patronlarına mı sordunuz? Onların onayıyla mı imzaladınız?

Durum gösteriyor ki işçilerin onayıyla imzalandığını ilan ettikleri toplu sözleşme taşeron patronların onayıyla imzalanmıştır.

‘Sektörün en iyi sözleşmesi ‘denilen sözleşmenin ne olduğunaysa nedense değinmiyorlar.

Algıları yanıltmak için her türlü laf cambazlığını yapıyorlar. 

En iyi sözleşmenin ne olduğunu genel hatlarıyla biz açıklayalım:

- 44 taşeron kalktı 1 taşeron (DİSK/Tekstil yönetimi) fabrikada faaliyete başladı.

- Eski taşeron patronları 5 bin TL’den başlayan maaşlarla ustabaşı, bölüm sorumlusu olarak işçilerin başında kâhyalığa devam ediyorlar.

- İşçiler üzerindeki baskı arttırıldı, 44 taşeron olduğu dönemden daha fazla üretmeleri baskısı yapılıyor. Performans dayatması uygulanıyor (44 taşeron varken 50 çuval çıkaran işçiden 70-80 çuval isteniyor). Buna bağlı olarak mobbing yapılıyor.

- Sesini çıkaran işçiler sendika yöneticileri ve temsilcilerinin onayıyla sürgün ediliyor, işten atılıyor.

- Sendika ve fabrika yönetiminin birlikte hazırladığı listelerle toplu işten çıkarmalar yapılıyor. Sesini çıkaranlar “aman Greif’in adını kirletecek hiçbir şey yapmayın. Biz size başka iş buluruz” gibi oyalayıcı söylemlerle susturulmaya çalışılıyor.

- Sendikacılar patronun talimatlarını hayata geçiren yönetici gibi çalışıyorlar. Bu haliyle fabrikanın üretimden sorumlu yeni yönetiminde fiilen Ulaş (fabrika yöneticisi), Tahir (fabrika yöneticisi), Cihangir (Dudulu işyeri temsilcisi), Mehmet Ali (şube yöneticisi, Ünsa temsilcisi), Kazım Doğan (şube başkanı) vb. yer alıyor.

- Çeşitli bahanelerle sendika yöneticileri ve fabrika yönetiminden oluşan ortak yönetimce işçiler işten çıkarılıyor.

- Geleceklerini garanti altına almak isteyen sendika ağaları CHP ilçe örgütlerine haber göndererek tanıdıklarını (Hadımköy fabrikası başta olmak üzere) Greif’e sokmalarını sağlıyorlar. Bir taşla iki kuş vurmuş oluyorlar. Birincisi seslerini çıkardıklarında parti referansları kullanılarak ezilecekler, ikinci olarak ise partideki itibarlarını ve desteklerini arttırmış olacaklar.

Bu durum bile fabrikadaki bir dizi gelişmenin şekilsel olduğunu gösteriyor. Şekilsel birtakım düzenlemeler dahi Greif işgalinin basıncıyla yapılmıştır.

Eğer ki Greif işgali olmasaydı, burada en ufak bir adım atılması dahi mümkün olmazdı. Bugün sendika ağaları her şeyi tersine çevirmeye çalışıyorlar. Buralardan kendilerine pay çıkarmaya çalışıyorlar. Bunun için gericilikte sınır tanımıyorlar. Sendika ağalarının yaptığı tek şey var o da devrimci sınıf sendikacılığı anlayışının ve fiili-meşru mücadelenin yaygınlaşmasının, genelleşmesinin önünü kesmektir. Bunu da kendi konumlarını ve hizmet ettikleri sermayenin çıkarlarını korumak için yapıyorlar. Greif’te “sektörün en iyi sözleşmesi” diye ifade edilen sözleşme sermayeye hizmette en iyi sözleşme olarak ortada duruyor.

 

Kazım Doğan, Rıdvan Budak kapışması başladı

Tarihi Rıdvan Budak kadar ihanetle dolu Kazım Doğan yıllardır özlemini çektiği genel başkanlık için kolları sıvadı. Greif fabrikalarını kendisi için genel merkez yolunda dayanak olarak kullanmaya çalışıyor. Rakiplerini elemek için demagojide, yalanda sınır tanımıyor. Dünkü hocası Rıdvan Budak’ı bile amacına ulaşmak için harcamakta sıkıntı görmüyor. İt dalaşı aldı başını gidiyor.

İt dalaşına girmeden önce Kazım Doğan kimdir kısaca değinelim.

Yıllardır DİSK/Tekstil’de yöneticilik yapıyor. ‘90’lı yıllarda DİSK ve bağlı sendikalar yeniden açıldığında şube yönetiminde yerini aldı. Şube başkanlığı ve çeşitli yöneticilikler yaptı. Örgütlenmek için şubesine başvuran birçok patronlarla işbirliği içinde sattı. Sun Tekstil vb. gibi birçok fabrikada ihanetlerinden dolayı işçilerden dayak yedi. Sendika yönetiminin ihanetlerinden dolayı İstanbul’da üyesi bitme aşamasına geldiği için bütün şubeler kapatılarak İstanbul Şubesi adıyla tek şube oluşturuldu. Sendikanın başındaki çete (başta Kazım Doğan) İstanbul başta olmak üzere birçok yerde DİSK/Tekstil’in örgütlü olduğu fabrikalarda patronlarla anlaşarak sendikanın yetkisini düşürdü. Bazılarının da Öz İplik-İş gibi sendikalara geçmesini sağladı. Kazım Doğan koltuk kavgası sonucu sendika yönetiminden düşürüldüğü dönemde ise ilk iş olarak Öz İplik-İş’e kapağı attı. Uzun süre Öz İplik-İş Sendikası’nda çalıştı. Daha önce bu sendikaya sattığı fabrikaların hatırına ve patronların referansıyla bu sendikanın çalışanı oldu. Çete başı Rıdvan Budak’ın çabalarıyla tekrar DİSK/Tekstil’e dönerek burada şube başkanı yapıldı. Bu dönemde İstanbul şubesinin üye sayısı 200’ün az üzerindeydi. Tek örgütlü olunan yer Ünsa’ydı. Cesur Çuval vb. gibi yerlerde örgütlenme çalışmaları bizzat Kazım Doğan tarafından boşa düşürüldü. Örgütlenen işçiler yalnızlığa terk edildi. Buradaki örgütlenme çalışması yenilgiye uğratıldı. Birçok yerde benzer durumlar yaşandı. Greif’te örgütlenme çalışması sınıf devrimcilerinin çabasıyla başarıya ulaştırıldı. Buradaki çalışmayı baltalayan tutumları sınıf devrimcilerinin mücadele deneyimleriyle boşa düşürüldü. Buradaki işçi iradesini kırmak için her türlü kirli oyunu sergiledi. Bunun için işgal döneminde işçiler tarafından fabrikaya girişi yasaklandı. İşgalci işçiler içinden onurunu parayla satacakları tespit ederek işbirliği yapmak için uğraştı. Yunus Kaya, Cihangir Şahan vb. gibi onurunu parayla satan sınıf düşmanlarını üç kuruşa satın aldı. Satın aldığı kişilerle birlikte patron ve polisle işbirliği içinde direnişi kırmak için uğraştı. Polis saldırısı için gerekli bilgileri topladılar.

Greif’te örgütlenmenin güçlendiği dönemlerde “Öz İplik-İş'te örgütlenebiliriz. Rıdvan burda başa bela, ora bu açıdan daha rahat. Yönetimi daha iyi” diyebilecek kadar da ahlaksızlaşmıştır.

Bu ifadeler bile her anında kişisel çıkar ve ihanetten başka bir şey düşünmeyen bu hainin gerçek iç yüzünü anlatmaya yeter de artar.

Şimdi gelelim it dalaşına. Kazım Doğan, Rıdvan Budak’ın milletvekili olmak için çabalamasını fırsata çevirerek sendika genel başkanlığı için manevralarına başladı. Greif’e bağlı fabrikalarda boy gösteren işçi satıcısı Doğan, burada yalanlarla dolu konuşmalar yaptı. Mücadeleci bir görünüm çizmeye çalıştı. Kırk yıllık hocası ve kirvesi olan Rıdvan Budak’ı harcamak için çabalamaktan geri durmadı.

Peki, bunu nasıl yaptı-yapıyor?

Tabii ki hocası ve kirvesi olan çete başından öğrendiği kirli ayak oyunlarıyla yapıyor. Birbirlerine karşı aynı kirli yöntemleri kullanıyorlar.

- Kendi kirli işlerinin üzerini örtmek için suç ortaklarını karalayan konuşmaları seçim öncesi fabrikalarda yapıyor. Dünkü suç ortaklarını feda etmekten çekinmiyor. Bir ahlaksızlığı başka bir ahlaksızla örtmeye çalışıyor. 10 yıldan beri Ünsa’nın DİSK/Tekstil’de örgütlü olmasına rağmen doğru düzgün bir sözleşme imzalanmamış olmasının ve buradaki taşeron işçilerinin üye yapılmamasının faturasını Süleyman Çelebi ve Rıdvan Budak’a kesen konuşmaları Ünsa’da yapıyor. Kendisinin de bunlara ses çıkarmadığı için suçlu olduğunu, bu hatasının farkında olduğunu ifade eden konuşmalar yaparak artık bu tarz şeylere izin vermeyeceğini konuşmalarında ifade ediyor.

Greif işgali zamanında ise hiç de böyle düşünmüyordu. Ünsa’nın bahsettiği kişiler sayesinde örgütlü olduğunu vurguluyordu. Taşeronluğun kalkmasının imkânsızlığı konusunda (hayalci bir düşünce olduğunu ifade ediyorlardı) hocası Budak’la aynı düşünüyordu.

- Greif işgalcilerinin taşeronluğun kaldırılması talebini “hayalci bir talep” olarak görüyorlardı. Şimdi ise Kazım Doğan fabrikalarda yaptığı konuşmalarda, Rıdvan Budak yaptığı yalan dolu açıklamalarda taşeronluğu bu fabrikalarda kaldırmak için çok uğraştıklarını ifade ediyorlar. Söylediklerine kendilerinin de inandığını pek zannetmiyoruz.

- Kazım Doğan hocası Budak için “hem siyaset yapacaksın hem de gelip sendikanın başında duracaksın. İşçilerin imkânları üzerinden kimsenin siyaset yapmasına izin vermeyeceğim” diyerek işçilerin tepkisini Budak’a yönelterek kendisini desteklemelerini isteyen konuşmalar yapıyor.

- Patron temsilcileriyle kol kola girerek işçilere ‘bakın yöneticiler benimle birlikte ona göre’ mesajı veriyor. İşçileri kendisini desteklemeleri için baskı altına alıyor.

- Muhtemeldir ki Rıdvan Budak hainine karşı ayarttığı kendi gibi hainlerle Mehmet Ali (Ünsa), Cihangir (Dudullu)… pazarlığını bitirmiş koltukları paylaşmıştır.

İt dalaşı önümüzdeki günlerde daha da kızışacaktır. Rıdvan Budak’ın ilk elden 3 Nisan’da yayınladığı açıklama bu it dalaşının bir yansımasıdır. Burada sınıf devrimcilerini hedef almasının nedeni ise ihanetlerine karşı yürütülen teşhir çalışmasının etkisini boşa düşürmektir. Metnin tamamına bakıldığında koltuk kavgasında konumunu güçlendirme kaygısı taşıdığı görülecektir.

Bu alçakların kirli oyunlarına kendilerinin Hadımköy’de temsilci olarak atadıkları kişi bile akıl sır erdirememiş olsa gerek. Serzenişlerinden bu anlaşılıyor. Hadımköy fabrikası temsilciliğine getirilen kişi DİSK/Tekstil yöneticilerinin yalan ve hileleri karşısında zaman zaman "nasıl bir pisliğin içine düştüm" diyerek serzenişte bulunmaktadır.

Sonuç olarak: Rıdvan Budak, Kazım Doğan ve diğerleri işçi sınıfına ihanette sınır tanımamaktadırlar. DİSK/Tekstil’i kendi kişisel çıkarları için kullanmaktadırlar. Sendikayı patronların danışma bürosuna çevirmiş durumdadırlar. Sendikaya üye işçileri ise bilinçsizliğe mahkûm ederek, kendi gerici zihniyetleriyle zehirleyerek kontrol altında tutmaktadırlar. Bunun aracı olarak ise patronlarla ve yöneticilerle birlikte hareket ederek elde ettikleri olanakları kullanmaktadırlar. Yeri gelir işten atma, yeri gelir sürgün vb. bu hain takımının işçileri kontrol altında tutmak için kullandığı araçlardır. Bunlar ve benzerleri bu ülkede patronlarla uzlaşan, sendikaları onların sınıf içindeki kontrol merkezlerine çeviren anlayışı temsil etmektedirler. Bunların temsil ettikleri sendikacılık biçimi bugün DİSK dâhil bütün sendikalara farklı tonlarda hâkimdir. Aşılması gereken en önemli eşik de budur. Rıdvan Budak, Kazım Doğan ve diğerlerine karşı verilen mücadele özünde sınıf örgütlerini kötürümleştiren, örgütsüzlüğe ve düzen içiliğe mahkûm eden anlayışlara karşı verilen bir mücadeledir. İşçi sınıfının kurtuluş mücadelesini büyütmek ve örgütlemek için çaba sarf eden sınıf devrimcileri sermayenin sınıf içindeki ajanlarına karşı mücadeleyi de sürdürecekleridir.

*Ayrı bir yazı olarak ele alınacaktır...