Genel-İş İzmir 2 No’lu Şube’nin Genel Kurul’u 16 Mart’ta Konak Selahattin Akçiçek Kültür Merkezi’nde yapıldı. Genel Kurul sürecini aktarmadan önce sendikalarla ilgili düşüncelerimi paylaşmak istiyorum.
Sendikalar işçi sınıfının ekonomik ve sosyal mücadelesinin en temel aygıtlarıdır. Sermayenin saldırılarına karşı işçi sınıfının kendisini korumak için kullanacağı başlıca örgütlerdir. Bugün ülkemizdeki sendikal anlayışlar, işçi örgütleri olarak sınıfın haklarını savunmak, işçileri örgütlemek vb. konusundaki yaklaşımlarını, ekonomik ve politik mücadeledeki duruşlarını pratikleriyle ortaya koymak durumundadırlar. Keza işçiler kendi öz örgütleri olan sendikalarda sınıf bilincini kuşanarak, kapitalist sömürü düzenine karşı omuz omuza mücadele yürütmekle yükümlüdürler.
İşçiler sendikalarda sınıf temelli ideolojik, siyasal, kültürel bilinçlenme yaşamadıklarında, sınıf bilinciyle davranmadıklarında kendi emeklerine yabancılaşmaya başlarlar. Bu da beraberinde sendikalara uzaklaşmayı getirir. İşçilerin tabandan gerçek bir sendikal örgütlenmeyi diri tutmadığı yerlerde sendika yönetimleri sekter, kariyerist, rantçı, koltuk kaygısı güden, kendi bencil çıkarları için her yolu deneyen gerici yapılara dönüşebiliyorlar.
İşçi sınıfı öz örgütlenme ve mücadele aracına sahip çıkmadığı durumda, sendika şube yönetimleri işçi sınıfının tüm sorunlarını bir kenara bırakıp, kendi menfaatleri doğrultusunda hareket edecek delege ve temsilcileri belirlemekle uğraşıyorlar. Ya da ihtiyaç doğduğunda göstermelik eylemlerle işçilerin havasını boşaltıyor, işçilerin yanlarında görünüyorlar.
Öte yandan bugün gerçek mücadele örgütlerine, gerçek sınıf sendikalarına her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. Bugün ülkemizde sermaye düzeninin siyasal, ekonomik, kültürel çok boyutlu krizi hüküm sürüyor. Savaş çığırtkanlığının arttığı, düzenin açmazlarının derinleştiği, siyasal iktidarın baskı, sömürü, faşizm politikalarının günlük hayatımızda ve her alanda derin yaralar açtığı bir dönemdeyiz. İşçi sınıfının 150 yıllık mücadeleyle ve bedeller ödeyerek elde ettiği kazanımlar saldırı altında. Kıdem tazminatımız gasp edilmeye çalışılıyor. Bireysel emeklilik, esnek çalışma gibi uygulamalar tam olarak hakim kılınmak isteniyor. İşçi ve emekçiler cephesinde bu olumsuz havayı dağıtmanın koşulu başta işyeri komiteleri olmak üzere tabandan “sınıfa karşı sınıf!” perspektifiyle örgütlenmesidir. Sınıf olarak tarihsel sorumluluklarla karşı karşıya olduğumuzu, tüm saldırılara karşı birleşik emek cephesi hattı oluşturmamız gerektiğini düşünüyorum.
İzmir Genel-İş 2 No’lu Şube olarak nispeten örnek bir geçmişimiz var. Taşeronlaştırma sürecinde işyeri komiteleri kurarak örgütlü mücadele geleneği yarattık. Sendikalaşan işyerlerimizin oluşturduğu dinamik süreci ören, yöneten, yönlendiren örgütlü ve örnek bir şube olduk. Ama gelinen noktada şubemiz bürokratik ve kastlaşmış ilişkilerin cirit attığı bir yapıya dönüştü. İşyeri temsilcilerinden şube yönetimine ve başkanına kadar şubeye egemen anlayış, popülist, ben merkezci, adam kayıran, işçileri ayrıştıran, kendisi gibi düşünmeyen üyelerini sendikaya küstüren, sendika içinde dost-düşman ikilemiyle hareket eden bir niteliğe bürünmüş durumda.
Tüm bunların sonucunda şubemizde sınıf mücadelesinin ihtiyaçlarıyla ilgisi olmayan bir Genel Kurul gerçekleştirildi. Bir başka deyişle, ülke gündemine, işçilerin sorunlarına, örgütlenmeye, sosyal, kültürel, ekonomik alandaki duruma, savaşlara, emeğin sömürülmesine vb.ne dair hiçbir sunumun yapılmadığı, tartışılmadığı bir Genel Kurul yaşadık.
Genel Kurul’da yeni yönetime talip olan taraflar daha çok kendi menfaatlerini ve kaygılarını dile getirdiler ve haliyle koltuk savaşları öne çıktı. Bir önceki yönetimde yan yana duranlar, koltuk söz konusu olduğunda birbirlerini suçladılar. “Ahlaksızlığa ortak olmam” gibi açıklamaların yapıldığı Genel Kurul’da, söz-yetki-karar süreçlerinde tabana/üyelere söz hakkı vermeyen ve genel merkezin de içinde olduğu bürokratik anlayış, kendi koltuklarını sağlama alma telaşıyla hareket etti.
Söz alan her konuşmacı işçi sınıfına hitap etmeyi ve içeriği boşaltılmış şekilde “Ya hep beraber ya hiçbirimiz” gibi sloganlar kullanmayı ihmal etmedi. Fakat aynı şahısların kendi kişisel çıkarları söz konusu olduğunda, işçileri etkileyerek, “Baskılar bizi yıldıramaz” gibi sloganları yarıştıkları tarafa karşı kullandıklarına da şahit olduk. Yaşananlara tanık olan DİSK genel merkezi ve şubeleri de bu yaşananlardan muaf değil. Tüm bu olumsuzlukların güç aldığı, beslendiği zemin toplamda konfederasyonun yaşadığı ve ayakta tuttuğu içi boşalmış bürokratik yapıdır.
Genel Kurul sürecine tanık olan işçiler, şubeye hakim mevcut sendikal anlayışın çıkar-menfaat-ücret sendikacılığını, adam kayırmanın işçileri nasıl böldüğünü ve kullanıldığını, dar grupçu zihniyetin sendikaları nerelere sürüklediğini, sınıfın haklarını nasıl hiç ettiğini, uzlaşmacı sendikacıların sınıfa nasıl yabancılaştığını yaşayarak gömüş oldular.
Gerçekler devrimcidir ve Genel Kurul’da bulunan sınıf devrimcileri bu gerçekleri dile getirmeye çalıştılar. “İşçi sınıfının kurtuluşu kendi eseri olacaktır!” şiarıyla ve sınıf bilinciyle muhalefet eden delegeler yaşanan tüm zorluklara rağmen kürsü hakkını kullandılar ve yaşanan tüm bu olumsuzlukları da vurgulayarak, utanç verici tabloyu teşhir ettiler. Sınıf bilinçli işçiler, emeğin kurtuluşunun sorunlarına işaret ettiler. İşçilerin söz-yetki-karar hakkını gerçekten kullanabildikleri taban demokrasisini öne çıkardılar. Devrimci işçiler sınıf sendikacılığı bilinciyle hareket etmeye ve sınıf mücadelesi hattında yürümeye devam edeceklerdir.
Genel-İş üyesi bir işçi