Büyük Sosyalist Ekim Devrimi her şeyden önce işçi sınıfının tarihsel devrimci rolünün pratikte doğrulanması olmuştur.
İşçi sınıfının kapitalizmi yıkacak tek devrimci sınıf olduğu gerçeği Marksizm’in özüdür. Marks, diyalektik materyalizmi tarihe ve topluma uygulayarak kapitalizmi çözümlemiş, işçi sınıfının kapitalizmi yıkarak sosyalizmi kurma yeteneğine sahip tek sınıf olduğunu açıklığa kavuşturmuştur. Kapitalizm işçi sınıfı şahsında kendi mezar kazıcısını üretir. Ancak bu tespitin tüm sonuçlarına ulaşması, işçi sınıfının kapitalizmi yıkacak bir bilinç, güç ve mücadele kapasitesine kavuşmasına, devrimci bir sınıf hareketi haline gelmesine bağlıdır.
Henüz geri bir kapitalist gelişme sürecinde, esas olarak bir köylü toplumunda, nüfus olarak belirgin biçimde azınlıkta olmasına rağmen, Rusya işçi sınıfı, devrimci bir sınıf hareketi düzeyine ulaşarak hem Ortaçağ kalıntısı Çarlık rejimini yıkmış, hem de burada durmayarak, burjuva sınıf iktidarını devirerek sosyalizmin yolunu tutabilmiştir.
İşçi sınıfı bu rolü oynarken, ilk olarak sosyalizm doğrultusunda bağımsız tutum alabilme ve sonuna kadar götürebilme yeteneğine sahip tek sınıf olduğunu, ikinci olarak ise niceliksel durumundan bağımsız olarak toplumun ezilen kesimlerine önderlik edebilecek yetenekte tek sınıf olduğunu kanıtlamıştır.
Elbette bu kendiliğinden olmamıştır. İşçi sınıfının burjuva ve küçük-burjuva ideolojisi ve politikasının egemenliğinden kurtarılması, örgütlenmesi, giderek kendisi için bir sınıf haline gelmesi, bağımsız bir program, politika ve örgütlenme çizgisinde saflaştırılması, Lenin’in önderliğindeki Bolşevik Partisi sayesinde gerçekleşmiştir.
Bu aynı tarihsel dönemde ve sonrasında görülmüştür ki, birçok ülkede Bolşevik Partisi gibi bir devrimci parti olmadığı için, tüm diğer koşulları mevcut olmasına rağmen sonuçta devrim başarıya ulaşamamıştır. Dolayısıyla işçi sınıfının devrimcileşmesi ve tarihsel rolünü oynayabilmesi, devrimi gerçekleştirerek sosyalizmi kurmaya yönelmesi, ancak ve ancak devrimci bir sınıf partisiyle, onun yol gösterici önderliğiyle mümkündür. Ekim Devrimi, devrimci bir partinin işçi sınıfına önderliği olmaksızın işçi sınıfının devrimci rolünü oynayamayacağının ispatıdır.
İşçi sınıfının devrimci öncüsü olmaya layık bir parti ise, Ekim Devrimi’nin aynasından görüleceği üzere, en ileri devrimci teorinin (Marksizm’in) kılavuzluk ettiği, ihtilalci zeminde en sıkı disiplini en ileri demokrasiyle bir arada uygulayabilen, işçi sınıfının en ileri ve militan kesimleriyle et ve tırnak gibi iç içe geçmiş bir parti olabilir.
Devrimin partisi Bolşevik Parti böyle bir partiydi. Bu parti, Lenin’in önderliğinde uzun yılları bulan bir ısrar ve kararlılığın sonucunda, işçi sınıfına önderlik pratiği içerisinde çelikleşerek, ona önderlik edebilecek güç ve kapasiteye ulaşarak yaratıldı. En ağır yenilgilerin ardından ayağa kalkarak dostunu düşmanını ayırdetmeyi öğrenen işçi sınıfı, Bolşevik Parti’nin yol göstericiliğinde, burjuvaziye karşı bir sınıf olarak davranmayı, savaşmayı, diğer ezilen kesimleri kazanmayı ve devrimi gerçekleştirerek iktidarı almayı başarabildi. İşçi sınıfının tarihsel rolüne derin bir inanç duyan, tüm teorik, örgütsel ve pratik gelişme çizgisini işçi sınıfını devrime hazırlamak üzerine oturtan, böylece onun genelkurmayı sıfatına uygun bir önderlik düzeyi kazanan Bolşevik Parti’nin işçi sınıfını eğitmesi, bilinçlendirmesi, örgütlemesi ve harekete geçirmesi sayesinde bu tarihsel başarı elde edilebildi.
Köylü ülkesinde işçi sınıfı sahneye çıkıyor!
Rusya 1800’lü yılların ortalarına kadar feodal toprak köleliğinin hüküm sürdüğü geri bir köylü ülkesiydi. Yüzyılın ortalarında yaşanan köylü isyanlarının ardından Çarlık rejimi toprak köleliğini yasal bakımdan kaldırmak zorunda kaldı. Fakat gerçekte köylülüğün serfliğe dayalı bu köleliği pratikte uzun yıllar devam etti. Bununla birlikte kapitalist üretim ilişkilerinin gelişimi de hız kazanmış, yüzyılın sonuna doğru özellikle Avrupa Rusyası’nda büyük fabrikalar kurulmuş, modern sınıf ilişkileri giderek ön plana çıkmaya başlamıştı. Fakat yine de Rusya büyük ölçüde bir köylü ülkesiydi. Ortaçağ’a özgü geri feodal ilişkiler önemli bir ağırlık oluşturuyordu. Toplum üzerinde koyu bir baskı ve zorbalık söz konusuydu.
İşçi sınıfı 1870’li yıllardan itibaren harekete geçmeye başladı. Çalışma saatlerinin düşürülmesi, ücretlerin yükseltilmesi, kapitalistler tarafından işçileri soymak amacıyla başvurulan ağır cezaların kaldırılması gibi talepler öne sürülüyordu. Mücadelenin bu ilk aşamasında tepkiler şekilsiz ve parçalı, bazen yıkıcı patlamalar biçiminde ortaya çıkıyordu.
Bu yıllarda ilk sendikalar kurulmuş olsa da, Çarlık rejimi tarafından kısa sürede dağıtıldılar. Sonraki yıllarda da işçi sınıfının örgütlenmesi acımasızca bastırıldı. Yasaklar, baskılar ve ağır polis zulmü altında mücadele etmek zorunda olan Rusya işçi sınıfının mücadelesi de giderek sertleşmeye başladı.
1880-90’lı yıllar boyunca grev hareketi gelişmeye devam etti. ‘90’lı yılların ortalarında on binlerce işçinin katıldığı grevler gerçekleşti. Bu grevlerle işçi sınıfı vahşi sömürü düzenine bazı sınırlar getirdi, bazı haklar elde edebildi. Fakat Çarlık rejiminin baskıları devam etti. Kurulan sendikalar kapatılırken, tutuklama ve kıyımlar kesintisiz sürdü. 1900’lü yılların başında yaygın ve kitlesel iktisadi grevler baş gösterdi. 1905 yılında grevlerin çapı ve şiddeti arttı, Çarlık rejiminin katliamlarıyla siyasal grevlere ve nihayet büyük bir ayaklanmaya dönüştü.
Popülizme karşı işçi sınıfı devrimciliği!
Rusya’nın toplumsal yapısı ve sınıf ilişkilerindeki bu değişime paralel olarak siyasal alanda da bir geçiş süreci yaşanıyordu. 1880’li yıllara kadar devrimci hareketin merkezinde popülist bir hareket olan Narodnikler duruyordu. Rusya’daki kapitalist gelişmeyi görmekten uzak ve bu gelişme içerisinde serpilmekte olan işçi sınıfının rolünü kavramaktan yoksun olan Narodnik hareket, kırlara egemen ilkel köy komünlerine dayanarak kapitalizme geçmeden sosyalizme varılabileceği hayalini kuruyor, işçi sınıfının gücünü ve rolünü anlayamıyordu.
Narodnik hareket kendi gelişme evrimi içerisinde bir sınıra gelip dayandı. Modern kapitalist ilişkilerin gelişmesi, işçi sınıfının tarih sahnesine çıkmasıyla birlikte, popülizmden kopan ve giderek işçi sınıfını merkez alan akımlar ortaya çıkmaya başladı.
Narodnizmden Marksizm’e doğru kopuşun öncülüğünü Plehanov ve onun Emeğin Kurtuluşu Grubu yaptı. Plehanov köylülüğün çözülmekte olan bir sınıf olarak bir geleceğinin olmadığını gösterdi ve köy komünlerinin idealize edilmesine karşı çıktı. Rusya’nın geleceğinde işçi sınıfının oynayacağı devrimci rolü vurguladı. Böylece Rusya’da Marksizmin gelişmesinde öncü bir rol oynadı.
Ancak bu teorik gelişme bir dizi eksiklik ve zayıflıkla yüz yüzeydi. Emeğin Kurtuluşu Grubu gelişmekte olan işçi hareketinden uzak bir aydın grubuydu. Bu yıllar işçi sınıfı arasında sınırlı sayıda marksist propaganda çevrelerinin de kurulduğu yıllardı. Birbirinden kopuk küçük marksist eğitim grupları ile gelişmekte olan işçi sınıfı arasında ilişkiler çok zayıftı. İki hareket ayrı kanallardan gelişiyordu.
1890’lı yıllarda genç bir marksist olan Lenin, Emeğin Kurtuluşu Grubu’nun açtığı yoldan ilerledi. Bu yıllar Lenin’in popülizme karşı yetkin teorik çalışmalar yaptığı bir dönem oldu. 1894 yılında yayınlanan “Halkın Dostları Kimlerdir ve Sosyal Demokratlara Karşı Nasıl Savaşırlar?” ve sonrasında “Rusya’da Kapitalizmin Gelişmesi” adlı eserleri marksist teorinin popülizme karşı zaferini kesinleştirdi.
Denilebilir ki, Bolşevik Parti’nin teorik temelleri bu dönemde atıldı. Rusya’da kapitalizmin gelişme sürecinin marksist ele alınışı ile birlikte işçi sınıfının devrimdeki öncü rolünün açıklığa kavuşturulması, bu dönemdeki teorik gelişmenin ana görevi oldu. “Halkın Dostları Kimlerdir…” eserinde Lenin bu kavrayışı şu özlü cümlelerle özetliyordu:
“Sosyal-Demokratlar bütün dikkatleri ve faaliyetlerini işçi sınıfına yöneltiyorlar. İşçi sınıfının ileri temsilcileri bilimsel sosyalizmin düşüncelerini, Rus işçisinin tarihsel rolü düşüncesini benimseyip, bu düşünceler geniş bir yaygınlık kazandığında ve işçiler sağlam örgütler kurup, işçilerin bugünkü dağınık işletmeler düzeyindeki mücadelesini bilinçli sınıf mücadelesine dönüştürdüklerinde, o zaman Rus işçisi tüm demokratik unsurların başında otokrasiyi devirecek ve Rus proletaryasını (bütün dünyanın proletaryasıyla omuz omuza) açık politik mücadelenin doğrudan yolunda muzaffer komünist devrime doğru götürecektir.”
Lenin’in tüm mücadelesi bu ilkeler etrafında şekillendi. Rusya işçi sınıfının cahil bir geri kitleden tarih yazan devrimci bir sınıf hareketine dönüşmesi bu yoldan gerçekleşti.
Lenin Narodnik akıma karşı verilen teorik mücadelenin ardından Legal Marksizm’e karşı da mücadele yürüttü. Orta sınıf Rus aydınlarından oluşan bu akım Marksizm’i kabul etmekle birlikte, onun devrimci özünü görmezden geliyor, sosyalizmi geleceğin bir sorunu olarak ele alırken, esasında kapitalizmi rasyonalize edip mutlaklaştırıyordu. Lenin devrimci proleter bir perspektifle bu akımla da araya kalın çizgiler çekti.
Devrimci teori, işçi sınıfının o günkü durumundan bağımsız olarak ondaki devrimci enerjiyi ve geleceği görerek, sosyalizme giden yolda kararlılıkla yürümek demekti. Lenin’in Marksizm’den öğrendiği buydu ve devrimci teori devrimci sınıf, devrimci örgüt ve devrimci pratikle tamamlanmalıydı.
Bu devrimci teorik gelişim Bolşevik Parti’nin üzerinde gelişip serpildiği temel oldu. “En ileri teorinin kılavuzluk ettiği” bu parti, devrimci örgüt zemininde, etkin bir devrimci faaliyetle işçi sınıfıyla buluştu. Her türden sağ ve sol oportünizme karşı kararlı bir şekilde mücadele ederek, en karanlık dönemlerde dahi yolunu bulmayı başardı.
Ekonomizme karşı siyasal bir sınıf hareketi için!
1890’lı yılların ikinci yarısı işçi hareketinde yaygın bir grev dalgasına sahne olurken, sosyal-demokratlar da dar eğitim ve propaganda gruplarından çıkarak işçi sınıfına yönelik yaygın bir ajitasyon çalışmasına giriştiler. Bu dönemde Lenin’in öncülüğünde St. Petersburg İşçi Sınıfının Kurtuluşu İçin Mücadele Birliği kuruldu. Bu birlik işçi sınıfı içerisinde kitle ajitasyonunda önemli bir rol oynadı. Lenin bu dönemde büyük ölçüde işçi sınıfının güncel ekonomik ve sosyal sorunlarını ele alan çok sayıda bildiri ve broşür kaleme aldı. Ekonomik ve sosyal sorunlardan yola çıkılarak işçi sınıfının mücadelesini ve bilincini geliştirmeyi hedefleyen ajitasyonun en yetkin ifadeleri sayılabilir bu bildiriler. Beraberinde fabrikalardaki çalışma şartlarından iş yasalarına kadar geniş bir alanda yoğun bir kitle ajitasyonu yürütüldü.
Bu dönem sosyal-demokrat hareketin dar bir marksist aydın grup olmaktan çıkıp işçi hareketiyle yaygın bağlar kurduğu bir dönem oldu. Yaygın grev hareketi içerisinde yer yer etkinlik kazanıldı, ilk kez işçi sınıfını eyleme çekme başarısı gösterildi. Yanı sıra, Lenin’in de aktif biçimde yer aldığı, işçilerle marksist eğitim çalışmaları yürütüldü. Babuşkin gibi yetkin proleter kadrolardan bazıları bu çalışma ile kazanıldı.
Bu dönemde aynı zamanda işçilerin ekonomik-sendikal hareketini her şeyin başına koyan ve kendisini bu harekete yardımla sınırlayan ekonomizm ortaya çıktı. Ekonomizm tek tek fabrikalardaki ekonomik-sendikal temelli hareketi amaçlaştırırken teorik gelişmeyi yadsıyor, işçi sınıfının siyasallaştırılması ile merkezileşmiş bir devrimci sınıf partisinin yaratılması görevine karşı duruyordu.
Lenin ise, devrim için en ileri teorinin kılavuzluk ettiği profesyonel kadrolardan oluşan merkezi ve disiplinli bir partinin kurulmasını günün en önemli ve acil görevi olarak görüyordu. Çünkü böyle bir parti olmaksızın ne işçi sınıfına devrimci bir önderlik yapmak mümkündü, ne Çarlık rejimine karşı ayakta kalınabilir, ne de işçi sınıfının bilinci siyasal sınıf bilincine ulaştırılabilirdi.
Lenin ekonomizme en büyük darbeyi “Ne Yapmalı?” isimli eseriyle vurdu. İşçi sınıfı kendiliğinden mücadelesiyle ekonomik-sendikal mücadelenin sınırlarını aşamaz, siyasal sınıf bilinci düzeyine ulaşamazdı. İşçi sınıfına sosyalist bilinç dışarıdan, en ileri teorinin kılavuzluk ettiği disiplinli ve merkezileşmiş bir parti tarafından, onun yol göstericiliği ile verilebilirdi. Sosyal-demokratların görevi kendiliğinden harekete, ekonomik-sendikal mücadeleye yardım değil, işçilerin dar ekonomik mücadeleler içerisinde kendiliğinden siyasal bilince ulaşmasını beklemek değil, bu mücadele içerisinde işçi sınıfını “kendisi” için sınıf haline getirecek bilinçli, planlı ve siyasal bir faaliyet olacaktı. Parti işçi sınıfının ekonomik ve sosyal hoşnutsuzluklarını hareket noktası alarak, onun bilincini sosyalist sınıf bilincine ulaştırmayı hedeflemeliydi.
Lenin, işçi sınıfının ekonomik ve siyasal mücadelesi arasındaki ilişkiyi şöyle formüle ediyordu: “Ekonomik mücadele, bir sosyalist için, işçilerin devrimci partide örgütlenmesine, onların tüm kapitalist sisteme karşı sınıf mücadelelerinin güçlenmesine ve gelişmesine temellik ettiği için önemlidir. Eğer ekonomik mücadele tamamen kendi başına bir şey olarak alınacak olursa bunun sosyalizmle bir alakası yoktur… ‘Proletaryanın ekonomik mücadelesine yardımcı olmak’ burjuva politikacısının işidir, sosyalistin görevi, ekonomik mücadeleyi, sosyalist hareketin ve devrimci işçi sınıfının partisinin başarılarının ilerletilmesine bağlamaktır. Sosyalistin görevi, ekonomik ve siyasal mücadelenin ayrılmaz birlikteliğini sosyalist işçi sınıfı kitlelerinin tek sınıf mücadelesine dönüştürmektir.”
Sosyal-demokrat hareketin dar bir propaganda grubu olmaktan çıkıp işçi sınıfıyla yaygın bağlar kurduğu bu dönem, aynı zamanda devrimci bir partinin kurulma zorunluluğunu ortaya çıkarmıştı. İşçi sınıfı içerisinde çalışmayı ekonomik hareketin dar sınırlarına mahkum eden ekonomizm, örgüt planında da o dönemde sosyal-demokrat harekete egemen amatörlüğü ve yerelciliği yüceltiyordu. Böylece işçi sınıfını dar ekonomik-sendikal mücadelenin sınırlarında tutarak işçi sınıfının devrimcileşmesini engelliyor, gerçek bir devrimci sınıf partisinin kuruluşunun önünde engele dönüşüyordu.
1890’lı yıllardaki büyük grev hareketine paralel olarak sosyal-demokratlar etkili bir ekonomik ajitasyon faaliyeti yürüterek işçi sınıfıyla yaygın bağlar kurdular. Bu döneme özgü olan bu durum, ekonomistler tarafından teori haline getirilmekte, işçi hareketinin siyasal bir sınıf hareketi haline gelmesi yolundaki devrimci görevlerin önüne konulmaktaydı.
Mesele işçi sınıfının ekonomik mücadelesine katılarak bu mücadele içerisinde kendi öz deneyimleriyle sınıf ve iktidar ilişkilerini anlamasını sağlamak değil; bunu yaparken her türlü ekonomik ve demokratik sorun üzerinden işçi sınıfını seferber ederek, siyasal sınıf bilincine ulaşmasını sağlamak, bu rolü oynamasını sağlayacak araçları yaratabilmek sorunuydu. İşçi sınıfının devrimci bakış açısı ve iktidar ufkuna sahip olan Lenin tüm enerjisini bu kritik sorun üzerinde topluyor, çubuğu doğru yere büküyordu.
Devrimci örgüt sorunu
Devrimci bir stratejik ufka, devrimin araçları konusunda net bir bakışa sahip olan Lenin’in ekonomizme karşı verdiği mücadele aynı zamanda işçi sınıfının devrimci partisini oluşturmak için verdiği bir kavgaydı. Ne Yapmalı’da, bu konudaki fikirlerini en tam ve kesin biçimiyle ortaya koydu. Mevcut dağınıklığa, yerelciliğe ve amatörlüğe son verilerek ihtilalci temellerde profesyonel devrimcilerden oluşan merkezi-disiplinli bir parti örgütü yaratılmalıydı. Döne döne bu gerçeğin altını çizen, tüm yönleriyle açıklığa kavuşturan Lenin, bu devrimci bakışa uygun bir partiyi yaratabilmek için net bir hareket planı oluşturdu ve uyguladı.
Lenin’in planına göre devrimci bir parti örgütünün yaratılmasında illegal merkezi bir gazete temel bir rol oynayacaktı. Daha sonra Lenin’in büyük emeğiyle İskra bu rolü üstlenmek üzere yayın faaliyetine başladı. Böylelikle tüm Rusya çapında dağıtılacak bir merkezi gazete aracılığıyla parti kendisini inşa edecek, merkezi bir parti aygıtı yaratılacaktı.
Böyle bir parti devrimci aydınlar ile işçi sınıfının en ileri ve devrimci militan kesimlerini aynı örgüt zemininde kaynaştıracak, bu parti örgütü yoluyla işçi sınıfı siyasal savaşıma hazırlanacak, Çarlık rejimini yıkarak iktidara yürüyecekti.
Belirtmek gerekir ki, profesyonel devrimcilerden oluşmuş sıkı disiplinli bir parti fikri, sınıf dışı bir parti anlayışı demek değildi. Aksine bu hem ideolojik-teorik hem de politik-pratik bakımından işçi sınıfına önderlik edebilecek bir genelkurmayın, ihtilalci niteliklere sahip bir parti örgütünün yaratılması sorunuydu. Çünkü böyle bir parti olmaksızın işçi sınıfının devrimci rolünü oynayabilmesi mümkün değildi.
Lenin ve yoldaşları bu dönemde attıkları adımlarla, büyük bir emek ve özveriyle, kararlı ve zorlu bir mücadeleyle bu tarihsel görevin üstesinden geldiler.
İşçi sınıfının bağımsız-devrimci gelişiminin kararlı savunucusu!
1903’te yapılan Rusya Sosyal-Demokrat Parti’nin ikinci kongresinde Lenin’in profesyonel devrimcilerden oluşan merkezileşmiş bir parti örgütü fikrinin karşısına, Menşevikler, amatörlüğü, yerelciliği, şekilsiz bir parti örgütünü savunan bir anlayışla çıktılar.
Tartışma salt bir örgüt sorunu değildi, bu sorunda ortaya çıkan bölünmenin diğer yüzünde işçi sınıfını burjuvaziye yedekleyen küçük-burjuva liberal bakış açısı bulunuyordu. Lenin önderliğinde Bolşevikler, burjuvazinin kaypaklığının bilincinde olarak işçi sınıfının bağımsız bir hareket halinde gelişerek, köylülükle ittifak kurarak iktidarı alması gerektiğini savunuyorlardı. Menşevikler ise Çarlığı yıkacak olan demokratik devrim sürecinde işçi sınıfının iktidara talip olmaması, muhalif bir konumda kalarak burjuvaziye yardım etmesi gerektiğini ileri sürüyorlardı. Bu anlayışla Şubat 1917 Devrimi’nde burjuvazinin kuyruğuna takılarak, Ekim Devrimi’nin önündeki engele dönüşeceklerdi.
Aslında bu, işçi sınıfını ekonomik-sendikal mücadeleyle sınırlayıp, politik mücadeleyi burjuva liberallerine bırakan, sosyalist devrimi geleceğin bir sorunu olarak erteleyen ekonomist anlayışın sürdürülmesinden başka bir anlama gelmiyordu. Örgütsel liberalizm bir kez daha siyasi liberalizmle tamamlanıyor, işçi sınıfının politik ve örgütsel planda bağımsız bir hareket olarak gelişmesi, devrimcileşmesi ve iktidarı alması temel görevinin önüne konuluyor, böylece işçi sınıfı silahsızlandırılıyordu.
Lenin önderliğinde Bolşevikler bu mücadelede işçi sınıfının bağımsız-devrimci çizgisini savundular. Pratikte de bu çizgiyi uygulayarak işçi sınıfını eğittiler. Ekonomizme ve Menşevizme karşı verilen bu kararlı mücadele sayesinde de işçi sınıfının en militan ve devrimci öncü kesimlerini kazanmayı başardılar.
Bolşevik Parti’nin hem teoride, hem örgüt ve politikada bu devrimci çizgisi sayesinde attığı temeller sayesindedir ki, 1905 Devrimi’nde öne atılan işçi sınıfının en kararlı bölükleri bolşeviklerin yanında yer aldılar. Fakat asıl sınav devrimin yenilgisinin ardından ortaya çıkan yılgınlık ve gericilik döneminde verildi. Aydınlar ve küçük-burjuvaziden gelme kadrolar parti saflarını terk edip liberalizm ve çeşitli türden burjuva ideolojisinin etkisine kapılırken, işçi sınıfı saflarından gelen bu militan kadrolar partinin geleceğe taşınmasının güvencesi oldular.
Marksist teorinin sağlam temellerine dayanan Bolşevik Partisi her dönemde bu kararlı mücadelesini sürdürdü. 1905 Devrimi’nin yenilgisi ortamında doğan tasfiyeci akıma, 1914’te başlayan emperyalist paylaşım savaşıyla birlikte tırmanışa geçen ve II. Enternasyonal partilerinin çöküşüne yol açan sosyal-şovenizme, Marksizm’in devlet ve devrim anlayışına karşı reformizmi ve parlamentarizmi bayraklaştıran revizyonizme, demokrasi mücadelesini küçümseyen emperyalist-ekonomizme karşı amansız bir ideolojik-teorik mücadele yürütüldü. Bu mücadeleler içerisinde işçi sınıfının devrimci ideolojik-politik çizgisi temellendirildi. Böylelikle devrimci örgüt-devrimci politika konusunda işçi sınıfının bağımsız konumuna ve çizgisine uygun, tutarlı ve bütünlüklü bir savaşım verildi. İşçi sınıfının en kararlı ve militan kesimleri eğitilerek, işçi sınıfının devrimci geleceği güvenceye alındı.
Devrimci taktik, işçi sınıfının devrimci eğitimi!
Bolşevikler Marksizm’in devrimci teorisi ve ideolojik çizgisinde kararlı ve uzlaşmaz bir tutum sergilerken, devrimci taktik alanında da yaratıcı ve esnek davranmayı başarabildiler. Ekonomik ve sosyal sorunlar ile demokratik özlemleri devrimci bir tarzda değerlendirerek, işçi sınıfını eğittiler. Kaba ve dogmatik devrimciliğe karşı da bu çerçevede güçlü bir mücadele verdiler. Marksist teorik temel üzerinden yükselen devrimci strateji, her durumda bu stratejiye sıkı sıkıya bağlı bir biçimde taktik politika ve eylem çizgisine bağlandı.
“Gelişmenin her aşamasında, her anında, proletarya taktikleri, bir yandan ileri sınıfın sınıf bilincini, gücünü ve militanlığını geliştirmek için siyasal durgunluk ya da hareketsiz, sözde ‘barışçı’ gelişme dönemlerinden yararlanırken, öte yandan bu yararlanmanın tüm çabasını, bu sınıfın ilerlemesi ‘nihai amacı’na doğru, onda, ‘yirmi yılı kapsayan’ büyük günlerin büyük amaçları için pratik çözümler bulmak yeteneğinin yaratılmasına doğru yönelterek, insan tarihinin bu nesnel olarak kaçınılmaz diyalektiğini hesaba katmak zorundadır.” (Lenin, Karl Marks)
“Bütün soyut formüllere ve bütün doktrinci reçetelere kesenkes düşman olan Marksizm, hareket geliştikçe, yığınların sınıf bilinci arttıkça, iktisadi ve siyasal bunalımlar keskinleştikçe, savunma ve saldırının yeni ve daha değişik yöntemlerinin sürekli bir biçimde doğmasını sağlayan ilerleme içindeki kitle mücadelesine karşı dikkatli bir tutum takınılmasını gerektirir. Bu nedenle, Marksizm, kesin olarak herhangi bir mücadele biçimini reddetmez. Marksizm, mevcut toplumsal durum değiştikçe, kaçınılmaz olarak bu döneme katılanlarca bilinmeyen yeni mücadele biçimlerinin doğacağını kabul ederek, yalnızca o anda mümkün ve var olan mücadele biçimleriyle kendini hiçbir koşul altında sınırlamaz. Bu yönden Marksizm, kitle pratiğinden eğer öyle ifade edebilirsek, öğrenir ve ‘sistem yapanların’ tek başına çalışmalarıyla keşfedilen mücadele biçimlerini yığınlara öğretmek yolunda hiçbir iddiada bulunmaz.” (Lenin, Marksizm ve Gerilla Savaşı)
Devrimci taktiğin nasıl ele alınması gerektiğini özlü biçimde açıklayan bu ifadeler, Lenin ve Bolşeviklerin nasıl olup da köylülükten yeni çıkmış, büyük kısmı okur yazar bile olmayan işçi sınıfını, Ekim Devrimi gibi büyük bir eylemi başarabilecek bir düzeye getirebildiği sorusunun da yanıtını oluşturur.
Marksist teorinin sağlam temeli üzerinde oluşturulmuş devrimci strateji ve programın temel ilkelerinden taviz vermeden, ancak mevcut durumun somut tahliliyle kitle pratiğinden öğrenerek ve her koşulda işçi sınıfını “nihai amacı”na doğru yönelterek, bu temelde hiçbir mücadele biçimini reddetmeyen kararlı ve ısrarlı bir devrimci pratik... İşte Bolşevik Parti’nin işçi sınıfı ile köklü bağlar kurması ve onu ilerleterek nihai amaca doğru götürmesi böyle mümkün olmuştur.
Önemle vurgulamak gerekir ki, Bolşevikler ortaya koydukları taktik politikalarda, işçi sınıfının mevcut durumunu dikkate almak adına hiçbir zaman işçi sınıfının geriliğiyle uzlaşma ya da bu geriliğe teslim olma gibi bir zayıflık sergilemediler. Tersine işçi sınıfının devrimci partisi olarak doğru tutumu alırken, işçi sınıfını bu tutuma kazanmak için kararlı bir mücadele yürüttüler. Emperyalist savaşa karşı izlenen “yenilgicilik” ve “devrimci iç savaş” taktiği, bunun en çarpıcı örneklerinden biridir. Savaşın başlangıcı kitlelerde şoven duyguları görülmemiş ölçüde kabartırken, Bolşevikler bu politikalarıyla neredeyse tecrit olmuşlardı. Aynı dönem gerek Rusya gerekse de uluslararası alanda II. Enternasyonal’in ana partileri sosyal-şovenizmin batağına batmışlardı. Fakat tarih gösterdi ki, bu ihaneti seçen partiler çöküp büyük bölümüyle düzen saflarına kaydılar. Bolşevik Partisi ise, savaşın ağırlığı toplumun üzerine çöküp işçi sınıfı ve yoksul köylülerde büyük bir hoşnutsuzluğa dönüştüğünde, ilk dönemdeki tecridi aşmış, işçi sınıfı ve emekçilerin güvenini daha ileri bir düzeyde kazanmıştı.
Bir başka örnek, Bolşevik-Menşevik ayrışmasında olduğu gibi, “birlik” adı altında günü kurtarmak yerine işçi sınıfının devrimci gelişimi için ayrışmaktan, saflaşmaktan ve bölünmekten korkmadılar.
Şubat’tan Ekim’e giden yolda işçi sınıfını yeniden kazanmak!
Partinin teori, taktik politika ve eylem alanında geçmiş dönemde attığı bu temel ve birikim, Şubat 1917 Devrimi’nin ardından büyük bir sınav vermiştir. Lenin bu dönemde Parti’yi ve işçi sınıfını yeniden kazanarak, bu sınavdan alnının akıyla çıkmayı başarmıştır.
Şubat’ta devrimi yapan işçi sınıfıdır, fakat henüz iktidarı alabilecek bilince ve örgütlülüğe sahip değildir. Önemli ölçüde küçük-burjuva sol akımların etkisi altındadır. İktidarı ele geçirme konusundaki zayıflık Bolşevik Parti saflarında da kendisini göstermektedir. Bu zayıflığı gören Lenin, Finlandiya Garı’ndan ülkeye giriş yaptığı andan itibaren sorunu net biçimde ortaya koymuş, “Tüm iktidar Sovyetlere!” sloganını öne sürmüştür.
Parti dışında olduğu gibi içinde de bu çıkışa karşı duranlar olsa da, Lenin adım adım tüm bu engellerin üstesinden gelmiş, hem partiyi hem de işçi sınıfını bu hedefe kazanmayı başarmıştır.
Bolşevik Partisi işçi sınıfını bu hedefe kazanmak için onu kendi özdeneyimleriyle eğitmek, devrimi yapabilecek bir güç ve olgunluğa ulaştırmak zorundaydı. Bunun için mevcut iktidarın gerici-burjuva niteliğini gösteren, iktidarın tümüyle Sovyetler üzerinden işçi, asker ve yoksul köylülük tarafından alınması hedefini koyan Bolşevikler, sabırlı fakat kararlı bir çalışmayla devrimi hazırlamaya koyuldular.
İşçi sınıfı ve yoksul köylü yığınları “Ekmek, barış ve toprak” istiyorlardı. Şubat Devrimi bu taleplerle ayaklanan işçilerin ve askerlerin eseriydi. Ancak iktidara gelen, küçük-burjuva sol partilerin de payandalık ettiği burjuvaziydi. Bu iktidar emekçilerin taleplerini karşılamaktan kaçınıp, iktidarı tümüyle elinde toplamak için devrimi bastırmaya giriştikçe, işçi sınıfı, askerler ve yoksul köylüler yüzlerini Bolşeviklere döneceklerdi.
Bolşevikler kitlelerden gelen basınçla Haziran 1917’de başkentte bir gösteri yapılması kararını aldılar, fakat zamansız bir ayaklanmaya yol açacağı kaygısıyla iptal ettiler. Bunun üzerine Sosyalist Devrimciler ve Menşevikler, Sovyet adına resmi bir gösteri düzenlediler. Amaçları bir güç gösterisi yapmaktı. Ancak meydanlara çıkan işçi ve askerlerin ağırlıklı bir kesimi Bolşevik sloganlar ve pankartlarla yürüdüler.
Temmuz’da kriz daha da derinleşti. Bolşeviklerin önüne geçmeye çalışmasına rağmen bu kez çok daha büyük kitlesel gösteriler patlak verdi. Bolşevikler barışçıl bir gösteri yapılmasını sağlamak için eylemlere katılma kararı aldılar. Geçici hükümete bağlı ordu birlikleri tarafından göstericilere ateş açıldı. Arkası azgın bir karşı-devrimci kampanya ve saldırganlık oldu. Bolşevikler büyük bir ezme operasyonuyla yüz yüze kaldılar. Kısa süre sonra yaşanan Kornilov’un darbe girişimi ise, iktidardaki küçük-burjuvazinin temsilcilerinin iflasını tescilledi. Darbe girişimine karşı işçi sınıfını ve askerleri ayağa kaldıran Bolşevikler, böylece iktidarı almaya hazır olduklarını gösterdiler.
Artık işçi sınıfı, askerler ve yoksul köylülük Bolşeviklerin safında toplanıyor, onların önderliğine güveniyordu. Eylül başından itibaren Bolşevikler başlıca büyük kentlerin işçi ve asker Sovyetlerinde çoğunluğu kazandılar.
Temmuz olaylarının ardından Lenin iktidarın barışçıl yollarla (ki bu beklenti Şubat Devrimi’nin ardından oluşan çok özel tarihi koşulların, “ikili iktidar” durumunun ürünüydü) elde edilemeyeceğini, silahlı ayaklanmaya dayalı devrim için hazırlanmak gerektiğini açıkladı. Bu süreçte Sovyetler acz içinde kalmış, karşı-devrim tam bir pervasızlıkla kendini göstermişti. Lenin’in bu kez de partiyi devrim için harekete geçmenin zamanı geldiği konusunda kazanması gerekecekti. Bu mücadeleyi de başardı, böylece Büyük Sosyalist Ekim Devrimi zafere ulaştı.
Ekim Devrimi’nin güncel çağrısı:Devrimci sınıf hareketi yaratmak için ileri!
Şubat’tan Ekim’e giden süreç, devrimci stratejik bakış ile birlikte taktik ustalığın ne demek olduğunu ortaya koymuştur. Devrimin ve devrimin partisinin deneyimleri hâlâ yol göstermektedir.
Bolşevikler nice zorlu engelleri aşarak hem örgütlü siyasal güçlerle, hem de işçi sınıfı içerisindeki her türden gerilikle mücadele ettiler. Son derece geri bir işçi sınıfından dünyayı sarsan, insanlığın önüne yeni ufuklar açan, yeni bir çağı başlatan devrimci bir sınıf yarattılar!
Yeni Ekimler yaratmak için Bolşeviklerin yolundan yürüyen biz komünistler, bu büyük tarihsel deneyimin dersleri ışığında, işçi sınıfını bugünkü durumundan çıkararak devrimci bir sınıf hareketi haline getirecek politika, örgüt ve eylem gücünü ortaya koyabilmeliyiz. Bugünün ihtiyacı tam da budur!
Devrimci bir sınıf hareketi ve devrimci sınıf partisinin eseri olan Büyük Sosyalist Ekim Devrimi’nden öğrenerek, yeni Ekimler için Türkiye işçi sınıfını devrimcileştirmek – işte bizim en acil ve en temel görevimiz, işte bizim şaşmaz hedefimiz! Komünistler olarak bu yolda yürüyecek güce, birikime ve tarihsel deneyime sahibiz.
Yıllar içerisinde oluşturduğumuz teorik temellerimiz ve politik perspektiflerimiz, ilkelerimiz konusunda uzlaşmaz mücadelemizle,
Devrimci örgüt konusunda her türlü tasfiyecilik karşısında sergilediğimiz ısrar ile,
İşçi sınıfının en geri ve hareketsiz koşullarında, onu siyasallaştırmak konusundaki ısrarlı pratiğimizle,
İşçi sınıfını eğitmek ve bağımsız-devrimci hareketini geliştirme çabamızla başarıya ulaşacağız.
Tüm bu bakımlardan kazanılmış birikimlerimize dayanarak daha yoğun, daha kararlı, daha enerjik ve daha ustaca yürümeyi başarmak zorundayız.
(TKİP Merkez Yayın Organı EKİM'in
Aralık 2017 tarihli 309. sayısından alınmıştır...)