Türkiye’de sendikalar, sömürü düzeninin ayakta kalması için kapitalistler tarafından esir alınmıştır. Sendika ağaları işçi sınıfı içindeki truva atlarıdır. Kimileri görece bağımsız ya da şube bazında bu tanımın dışında kalsa da, genel durum budur.
Bu sendikalardan bazılarının mücadele geçmişlerinin olması, onların bugün yaşadığı yozlaşmayı gizleyemeyeceği gibi sendika koltuklarında oturan ağaları da bu tarihin sahibi yapmaz.
Sendikal bürokrasi, ihanetçi-icazetçi sendikacılık, mafyatik sendikacılık, işçi haklarını patronlara peşkeş çekme gibi olgularla karşımıza çıkan sendikalardan biri de Lastik-İş’tir. Onun tescilli ağası ise Abdullah Karacan’dır.
Öyle bir sendika düşünün ki, toplu sözleşme imzalama yetkisi kalmayınca, patronla anlaşarak taşeronda çalışan işçileri kadroya aldırıyor ve sendikaya üye yapıyor. Karşılığında ise toplu sözleşme patronun istediği gibi yapılıyor. Sendikanın düzenlediği yemeklere katılmak mecburi ve masraflar işçilerden kesiliyor. Patronlara hizmetinin bir sonucu olarak Karacan’ın kızı örgütlü oldukları fabrikalardan birinde yönetici, yani patron temsilcisi. Karacan’ın o koltuğa oturmasından sonra servetindeki muazzam büyüme, akraba ve dostlarının gayrimenkul artışı dikkat çekiyor.
İşçilere sorulmadan yapılan sözleşmeler, fabrikalarda patron adına yapılan zorbalıklar, sendika yönetimine karşı gelişen tepkilerin mafyatik yöntemlerle bastırılması uzun zamandır sürüp gidiyor.
Abdullah Karacan’nın ölümü ile sonuçlanan olay da yine böyle bir durum. İşçinin sorunlarına sahip çıkması gereken sendika, zorbalıkla üretimde yer değişikliği planı bile yapabiliyor.
Sendika ağalarının sınıf işbirlikçisi tutumu ve satış sözleşmeleri işçilerde tepkilere neden olmaktadır. Bu, kendiliğinden muhalefet örgütlemeye kadar gitmektedir. Bu hoşnutsuzluğu dizginlemek için silah belde dolaşılmakta, dayak, tehdit ve ekmek korkusu ile tepkinin önüne geçilmeye çalışılmaktadır. Karacan’ı öldüren işçiye karşı takındıkları zorbalık, onların sömürü düzeni ile içiçe geçmişliğinin boyutunu gözler önüne sermektedir.
Tüm bunlar biliniyor. Ama Karacan kendi sistemi içinde kırılınca, her şey unutuldu. İşçi babası oldu, ülkücü biri tarafından katledilmiş masum sendikacı oldu. DİSK sermaye saldırısı altında oldu. Tamam, işçi haklı ama sendikacı öldürmekte sonuç alınmaz, öldürülen sendika ağası olsa da böylesi bir eylemi onaylamıyoruz gibi bir dizi tutum sergilendi.
Evet, o bir babaydı ama işçi babası değil bir mafya babasıydı.
Karacan’ı öldüren işçi ülkücüymüş! Peki Karacan meydanlarda işçi hakları için mücadele verip bedel ödeyen bir devrimci miydi?
Sermaye düzeninin günümüz DİSK’ine en ufak bir itirazı yok. Tam tersine ondan son derece memnun. Lastik-İş, Birleşik Metal, Genel-İş, DİSK Tekstil sendikalarında kurulan ağalık düzeni ile kapitalist patronların karlarına kar katıyorlar.
Greif Direnişi’ne dair sınıf hareketinin devrimci geleceği dedik. Direnişin kırılmasında özel bir yeri olan DİSK Tekstil’in sendika ağalarına karşı ise şu değerlendirmeyi yaptık: “Bunlar sola, sınıfa, devrime düşman profesyonel işçi satıcılarıdır. Direnişi kırmak için taşeron çeteleriyle iş çevirmek, bu boşa çıkarılınca da mahkemede Greif tekeli lehine tanıklıkla bir işçi direnişinin polis zoruyla kırılmasına bizzat önayak olmak bile, bu çetenin konumunu ve tarafını tüm açıklığı ile ortaya koymaktadır. Onlar barikatın karşı cephesindedirler ve bunun gerektirdiği bir muamele göreceklerdir.”
Sendika ağalığı düzeni sınıf hareketinin önündeki temel engellerden biridir. Sınıf hareketinin her ileriye çıkışında uğursuz rollerini oynayarak sömürü düzenine güç vermişlerdir.
Sendikal bürokrasiden hesap sorulması gereği orta yerde duruyor. Ama Karacan’ın ölümü bilinçli bir hesap sorma değil. Mafyatik yöntemlerin işçiyi buna zorladığını gösteriyor. Bu ağa takımından hesabı örgütlü işçi sınıfı soracaktır.
Z. Yalçınkaya