Kazanmak için fiili-meşru mücadele!
Yerel seçimlerinin hemen ardından Aliağa Belediyesi’nde çalışan 104 işçinin işine son verildi. Taşeron bünyesinde çalışan işçilerin işe dönme talebiyle başlattıkları direniş üçüncü haftasını geride bırakıyor. Belediye işçileri ilk elden kurdukları komiteleriyle bir eylem programı çıkardılar. Belediye önünde kurulan çadır ve imza kampanyası üzerinden başlatılan direniş süreci, işçi ailelerinin kimi zaman yol kesme eylemleriyle daha direngen biçimler üzerinden de sürüyor.
Böylelikle ülke genelinde süren mevzi direnişlere Aliağa Belediyesi’nden atılan işçilerin de direnişi eklenmiş oldu. Elbette her bir direnişi, içerdiği talepler, dayandığı dinamikler, avantajlar ve dezavantajları bakımdan kendi içinde değerlendirmek gerekir.
Bu açıdan işe geri dönme talebiyle yola çıkan Aliağa işçilerini uzun soluklu bir mücadelenin beklediğini belirtmek gerekiyor. Zira belediye iş kolunda yaşanan bir dizi direnişten de görüleceği üzere işe iade talebi, imkansız olmamakla birlikte ancak kararlı fiili militan bir mücadele sonucunda kazanılabilmektedir.
Belediyelere işçi sınıfı ve sermaye karşıtlığı üzerinden değil de düzen partilerinin karşıtlığı üzerinden bakan ve çözümü buradan doğru arayan yaklaşımlar bu direnişlerin en büyük handikabı olmuştur. Bu sorun direnişe çıkan işçilerin kendi içinde sağlam bir birlikteliğin oluşturulması bakımından olduğu kadar toplumun en geniş desteğinin sağlanması açısından da kritik bir önem arz ediyor.
Bu yüzden direnişçi işçilerin, taleplerini kazanmak için mücadeleye ve onun ihtiyaçlarına her şeyden önce sınıfsal perspektif üzerinden bakmaları gerekiyor. Mücadeleye ilişkin yol ve yöntemleri bu eksen üzerinden kurabilmelidirler. Keza dost ve düşman ayrımını da bu eksen üzerinden yapmalıdırlar.
Direniş, “yasal sınırlara” daraldığı ve beklemeci bir hatta kaldığı sürece sonuca ulaşması zorlaşacaktır. Zira belediye yönetiminin izleyeceği en temel taktik süreci mümkün olduğunca uzatmak ve direnişçi işçilerin yılarak kendiliğinden mücadeleyi bırakmalarını beklemek olacaktır. Bu çerçevede belediye işçileri izleyecekleri fiili meşru mücadeleyle süreçte inisiyatifi kendi ellerine alarak belediye yönetimini pes ettirip talepleri kabul etmesini zorlamalıdırlar.
Ancak bu sayede direniş, kazanana kadar kararlı bir şekilde sürdürülebilir. Bunun için başta direniş komitesi olmak üzere direnişi sürdüren tüm işçilere büyük sorumluluk düşüyor. Meydanda kurulan direniş çadırı ve toplanan imzalar başlangıç adımı olarak anlamlı olmakla birlikte direnişin talepleri ve hedefleri düşünüldüğünde sonuca varmada yetersiz kalacağı aşikardır.
Bu gerçekliği Soma’da yaşanan katliamla bir kez daha görmüş olduk. Zira işçi sınıfının kanı ve canıyla beslenen bu aşağılık düzen daha ölülerimizin kanı kurumadan “taşeronluk” sistemini yaygınlaştıracak yeni saldırı yasalarını devreye sokmaktadır. Böylesine aşağılık bir düzende işçi ve emekçiler olarak ya onurumuzu koruyarak haklarımızı ve taleplerimizi militan mücadelelerle kazanacağız ya da ölüm kusan bu düzende kurbanlık koyunlar olarak görülmeye devam edeceğiz.
Bu yüzden de direnişçi işçiler belediye yönetimine boyun eğdirmek istiyorlarsa daha aktif bir mücadele programını biran önce önlerine koymalıdırlar. Direnişçi ailelerin yapmış olduğu yol kesme eylemleri vb. yöntemler genişletilerek devam ettirilmelidir. Burada düzenin kolluk kuvvetlerinin “kuzu postuna bürünmüş kurt” misali işçilerin dostuymuş gibi gözüküp gerçekte ise onların militan mücadelelerini engellemeye yönelik adımlarına kesinlikle izin verilmemeli ve bu adımlar boşa düşürülmelidir. Nitekim en ufak bir eylemlilikte maskelerini çıkararak gerçek yüzlerini gösterecektirler. Bunu anlamak için Soma’da yaşanan deneyime bakmak bile yeterli olacaktır.
Direnişe tüm işçilerin daha aktif bir katılım göstermesi için alt komiteler kurulmalıdır. Bu sayede hem direniş işçiler açısından gerçek bir mücadele okulu haline gelecektir hem de her bir işçi direnişin öznesi haline gelerek direnişi sonuna kadar sürdürebilme iradesini gösterebilecektir. Bugüne kadar yaşanan birçok örnekten de anlaşılacağı üzere işçiler kendi aralarında böylesi bir örgütlenme sağlayamadığı koşullarda direnişler zamanla güç kaybetmektedir.
Direnişin kazanımında birinci koşul işçilerin göstereceği kararlı duruş ise ikinci koşul belediye üzerinde yaratılacak etkin bir kamuoyu baskısı olacaktır. Aliağa yerelinin geniş bir işçi ve emekçiyi barındırması ve Soma süreci üzerinden işçi ve emekçiler arasında dayanışma duygusunun kuvvetlenmeye başlaması önemli bir avantajdır. Fakat bu duyguyu daha da güçlendirmek ve aktif bir desteğe dönüştürmek yine direnişçi işçilerin göstereceği çabaya bağlı olacaktır. Bu açıdan çalınmadık kapı bırakılmamalı ve direniş daha görünür kılınmalıdır. Soma için yapılan eylemler ve İzmir merkezinde yapılan taşeron eylemine katılım anlamlı örnektir. Direnişçi işçiler sadece kendi sorunları için değil toplumsal olaylara da duyarlılık gösterebilmelidirler. Böylelikle toplumun en geniş kesimlerden kendileri için gerekli olan desteği elde edebilirler.
Yine başta Genel-İş olmak üzere tüm sendikalar, demokratik kurumlar ve siyasi partiler üzerinde mücadelelerini desteklemeye ve dayanışmaya yönelik bir basınç oluşturmalıdırlar. DİSK’in Soma Katliamı’nın ardından taşeron işçilerini örgütleme yönündeki kararının samimiyeti Aliağa işçilerinin direnişine ne oranda sahip çıktıkları üzerinden de anlaşılmış olacaktır. Bu yüzden direnişçi işçiler Genel-İş Sendikası’ndan daha aktif bir destek almayı zorlamalıdırlar. Yine kent genelinde süren direnişlerle daha aktif bir dayanışma içeresinde olunmalıdır.
Aliağa işçileri yükselttikleri mücadele bayrağını direnişin ilk günkü kararlılığıyla sürdürmeleri halinde işçi sınıfının yeni bir kazanım elde etmesinin önünü açacaktır.