4 Aralık Dünya Madenciler Günü

21. yüzyılda, teknolojik gelişme ile övünülürken, maden ocaklarında işçiler kölelik koşullarında çalıştırılıyor. Oysa ki yaşananlar fıtrat değil, organize bir katliamdır. İnsanca, onurlu bir yaşam için elimizdeki en büyük silaha; örgütlülüğe ve direnişlere sıkı sıkıya sarılacağız.

  • Haber
  • |
  • Sınıf
  • |
  • 04 Aralık 2020
  • 08:00

Yürü derler yürü derler açlığa yürü derler
kara elmas tabut olmuş gerekirse ölün derler
günü gelir utanmadan ağlaşana gülün derler
yalanlara artık sabrım yok.

Bugün maden ocağına kara elmas diyarına
inmedik selam olsun sana dost
ölesiye ışık hasretiyle solmuş bu yüzlere
grev grev güneş doğmuş dost
artık kaybedecek birşey yok

Maden işçileri, gün doğarken karanlık geceleri karşılıyorlar yerin kilometrelerce altında. Çoğu zaman haftalarca görmüyorlar aydınlık gündüzleri. İşte yukarıdaki dizeler, gündüzleri gece olarak yaşayan yüz bin işçinin, '92'i kışında, Zonguldak'ta yaktığı direniş ateşinin türküsüdür. Yaşamlarının büyük kısmını en ağır koşullarda, güvencesiz bir şekilde çalışarak geçiren maden işçilerinin, “grevi güneş eylediği” ve “kaybedecek bir şey yok” diyerek çoluk çocuk Ankara yollarına düştükleri direnişin türküsü.

Maden sektörü, en fazla iş cinayetinin, toplu işçi katliamlarının yaşandığı sektörlerden birisidir. Coğrafyalar ve tarihler değişse de kapitalist sistemde maden işçilerinin payına hep daha fazla ölüm, yoksulluk, öte taraftan bir o kadar da direniş düşmüştür.

20. yüzyılda, maden ocaklarında yaşanan iş cinayetleri adeta birer kitle katliamına dönüşmüştür. 1907’de ABD’de Monongah kömür madenlerini dolduran 362 İtalyan işçi, 1956’da Belçika, Marcinelle kömür madenlerinde çoğunluğu göçmen 262 madenci, 1960’da Güney Afrika, Coalbrook’ta 437, 1965’te Hindistan Dhori madeninde 375, 1966’da İngiltere’de 116’sı çocuk toplam 142 maden işçisi bu katliamlarda yaşamını yitirmiştir. Türkiye’de de durum çok farklı değildir; 1983 Armutçuk’ta 103, 1990 yılında Yeni Çeltek’te 68, '92’de Kozlu’da 263 madenci katledildi iş cinayetlerinde. Hemen hemen her yıl yenileri eklenir madenci katliamlarına. 1995’te Yozgat-Sorgun’da 38, 2003’te Ermenek’te 10, 2004’te Kastamonu Küre’de 19, 2005’te Kütahya’da 18, 2006’da Balıkesir’de 17, 2009’da Bursa’da 19 ve 2014 yılında Soma'da 301 madenci yaşamlarını kaybetti.

Özellikle Soma katliamı ve sonrasında yaşanan gelişmeler, kapitalist sistem var oldukça maden işçilerini ölümden, açlıktan ve yoksulluktan başka bir gelecek beklemediğini bütün çıplaklığıyla gözler önüne serdi. Soma katliamı, maden ocaklarını özelleştiren ve taşeron çalışmayı hâkim kılan sermaye devletinin, sermayedarların kârını işçi ve emekçilerin yaşamından daha önemli gördüğünün yeni ve kanlı bir belgesi oldu. Soma Katliamı, maden sektöründeki politikalar ile adeta adım adım hazırlanmıştı. Soma maden ocağı büyük riskler barındırmasına rağmen, denetlemelerde “kusursuz ve eksiksiz” olarak değerlendirilmişti.

Katliamdan hemen sonra sermaye devletinin şefi, yaşamını yitiren madenciler için “Madenciliğin fıtratında bu var” demiş, Çalışma Bakanı Faruk Çelik “Fazla acı çekmeden öldüler. 3 gündür burada aynı gömleği giyiyorum” deme cüretinde bulunmuştu. Katliam alanına yüzlerce araçlık konvoy ile giden sermaye devletinin temsilcileri protesto edilirken, Başbakanlık Müşaviri Yusuf Yerkel madenci yakınını tekmeliyordu. İşte yaşanan bu gelişmeler, sürecin nasıl ilerleyeceğini daha ilk günden gösterdi. Katliamın sorumlusu ve maden ocağının sahibi sermayedar Alp Gürkan, yargı eliyle korunup aklandı. Üstelik Alp Gürkan'ı aklayan yargı, AYM önüne yürüyen madenci analarını muhatap dahi almadı. Çocuklarını, eşlerini ve kardeşlerini yitiren madenci yakınları polislerin saldırısına uğradı. Soma katliamında yaşamını yitiren madencilerin avukatlığını yapan onlarca avukat “terör örgütü üyeliğinden” yargılandı, tutsak edildi. Yargı, patronları korurken yasama da boş durmadı. Madenciler için hayati öneme sahip olan maden ocaklarındaki yaşam odalarının zorunlu tutulmasına dönük yasa, dinci-gerici AKP ve MHP eliyle reddedildi. Soma madenlerinde yaşam odası bulunsaydı belki de yüzlerce madenci hayatta kalacaktı.

Maden işçilerinin tek silahı: Örgütlenmek ve direnmek

Kapitalist sistem, işçi ve emekçilerin sömürüsü üzerinden elde edilen büyük bir zenginliğin üstünde yükselmeye devam ediyor. Bir avuç asalak servetlerini katlederken, işçi ve emekçilerin payına hastalık, açlık, yoksulluk ve ölüm düşüyor. Bütün bunlara “fıtrat” deyip geçin deniliyor. 21. YY’de, teknolojik gelişme ile övünülürken, maden ocaklarında işçiler kölelik koşullarında çalıştırılıyor. Oysa ki yaşananlar fıtrat değil, organize bir katliamdır.  Çünkü madenlerde yaşanan iş cinayetleri, sermayedarların, işçi ve emekçilerin yaşamlarını maliyet unsuru olarak görmesi ve işçi sağlığı ve güvenliği adına hiçbir önlem almamasından ileri gelmektedir. İşte bu yüzden, böyle gelmiş böyle gider demeyeceğiz! İnsanca, onurlu bir yaşam için elimizdeki en büyük silaha; örgütlülüğe ve direnişlere sıkı sıkıya sarılacağız.

Sermayedarlar işçi sınıfının bu silahından büyük bir korku duyuyor. Ermenek madencilerinin direnişi bunun güncel bir örneğidir. Ermenek'te hakları, tazminatları ve ödenmeyen maaşları için direnen onlarca maden işçisi 12 Ekim'den 25 Kasım'a dek sokakları terk etmediler. “Haklarımızı almak için Ankara'ya yürüyoruz” diyen işçilerin önü sermayenin kolluk güçleri tarafından kesildi. “Burada artık onurumuz için de varız” diyen madencilerin haklı mücadelesi toplumda da geniş yer buldu. Öyle ki patronlar ve sermaye devletinin şefleri, işçiler ile aynı masaya oturmak zorunda kaldı. Direnişçi maden işçileri 16 Ocak'ı bekleyeceklerini duyurdular.

Ermenekli işçilerin direnişini daha da ileriye taşımak, maden ocaklarında yaratılan ağır sömürü zincirlerini parçalamak, salgının ve krizin faturasını ödememek, en önemlisi de onurlu bir gelecek hakkımız için bir araya gelmekten başka bir seçeneğimiz bulunmuyor!

İ. Y. Gün