Büyük Yunan şair Yannis Ritsos, seksen bir yaşında yaşama veda ettiği 1990’a kadar dünya şiirinin en önemli şiirlerini yazan şairlerden biri olarak yaşadı. Yunanistan’ın İkinci Dünya Savaşı yıllarında ve iç savaş yıllarında, bir yurtsever olarak, duyduğu toplumsal acıların şiirini yazdı. İnsanın, kişinin evrensel insanlık durumlarının, iç hesaplaşmalarının şiirini yazdı. Küçük şeylerden, umulmadık ayrıntılardan mucizeler yaratan Ritsos, masadaki zeytin çekirdeklerinden, cadde üzerindeki karpuz sergisinin gece yanan karpit lambasından, mutfak duvarında asılı tavalardan destanlar çıkarmasını bildi. Şiirleri seksen kadar dile çevrildi ve dünya üzerindeki birçok insana ulaştı. Yunanlıların tarihinden, artık geri dönmeyen balıkçıların yaşlı kadınlarına; Yunan mitolojisinin kahramanlarının iç dünyalarından, en sıradan Yunanlıların gündelik duyarlılıklarına kadar çok geniş bir duyarlılıkta şiirler yazdı.
Cevat Çapan, Ritsos’un şiirleri için şunları söyler:
“Ay ışığında açık bırakılmış bir pencereden de girebilirsiniz Ritsos’un şiirine, toplama kampı olarak kullanılan adalardaki tel örgülerin boşluklarından da. İlk bakışta sessiz, ıssız bir boşlukta bulursunuz kendinizi. Çünkü şair yalın şeylerin arkasına gizliyordur kendini…”
Yannis Ritsos, Yunanistan’da gerçekleşen “Albaylar Cuntası” tarafından, 1967’de, 21 Nisan günü Yaros Adası’na gönderildi. Aynı gün kitapları, şiirlerinden yapılan şarkılar ve plaklar yasaklandı. Daha sonra “Uluslararsı Şiir Büyük Ödülü” ile ödüllendirildi. Özdemir İnce’ye göre, Ritsos bugün Yunanistan’ın ve dünyanın en büyük şairlerinden biri olarak kabul ediliyorsa bunun nedeni, Yunan halkının kırk yıllık özgürlük ve demokrasi mücadelesinin onun şiirlerinde yansımasındandır. Birçok kitabı Türkçeye çevrilen Ritsos, Türk şiir okuru tarafından da sevilen bir şairdir. Ritsos, “Yunanlıların Öyküsü”, “Kararmış Çömlek” , “Boyun Eğmeyen Ülke” gibi epik şiirler yazmıştır:
“Onlar el sıkıştıklarında, bütün insanlık için
parlar güneş
Onlar gülümsediklerinde, küçük bir kırlangıç fırlar
gür sakallarından
Onlar uyuduklarında, on iki yıldız düşer boş ceplerinden
Onlar öldüklerinde, onların bayrakları ve davullarıyla
yokuşu tırmanır hayat…”
Epik şiirlerinde Yunan tarihini, özgürlük savaşlarını, mitolojik göndermelere dayanan yaşantıları şiirleştirir. “Tanıklıklar” “Yinelemeler”, “Parmaklıklar”, gibi “durum şiiri” diyebileceğimiz, an’ların şiirleri de Ritsos’un şiir dünyasında geniş yer tutar:
“Taşın üzerine bir ekmek koymuşlar.
Kuş durdu, gagaladı. Yaşlı kadın geri döndü…”
Aslında “durum şiiri” gibi bir nitelemeye katılmadığımı belirtmek isterim. Çünkü şiir zaten yaşamla, gerçeklikle ilgili “durumlar”, “kesitler” aktarır. Ne var ki, gerçekliğin “olay”lar içinde anlatıldığı “kurmaca” dediğimiz metinler için geçerli olan bu niteleme, öykü ve roman gibi yazınsal türlerde olayların döngüsel bir zaman içerisinde gerçekleştiğini vurgulamak için kullanılır. Olayların “durum” dediğimiz biçiminde gerçekleştiği bu tür metinlerde başlayan, gelişen ve çözülüp sona eren bir süreç yoktur. Bunun yerine yaşamla, gerçeklikle ilgili izlenimler aktaran, “aksiyon”un kendini hissettirmediği, “olan bir şey yok” izlenimi veren, zamanın başlama ve sona erme noktalarının belirsiz olduğu bir “durum” vardır. Sait Faik’in birçok öyküsü bu niteliktedir. Bu nedenle bu öyküler şiir olarak da okunabilir. İşte şiirin “genel zamansızlık” özelliği ile kurmacanın “döngüsel zaman” özelliklerinin birbirine benzemesi, Ritsos’un şiirleri için de “durum şiiri” nitelemesinin kullanılmasına yol açmaktadır. Ritsos’un şiirlerinin genellikle anlatımcı (narrative) olması, bazı yazarlarda, şiir eleştirmenlerinde, aslında kurmaca metinlerin ölçütü olan “durum” ile değerlendirilmesine neden olmuştur.
Ritsos’un şiirlerini okuduğunuzda, aslında şiir okumuyormuşsunuz da size gündelik yaşamınızda dönüp bakma gereği bile duymadığınız “şey”lerin, ne denli anlamlı, ne denli sizi belirleyen duygularla yüklü olduğunu anlatan metinler okuyormuş izlenimine kapılırsınız. İçten, sıradan, ama çarpıcı metaforlarla yapılmış imgeler biçiminde size gösterilen gündelik hayatınızın, birdenbire tarihsel, estetik bir değer kazandığını görürsünüz. Bundan sonra artık kahvenin önünde, güneşte gazete okuyan adam, pencereden bakan bir kadın, bir yumağa saplanmış duran bir yorgan iğnesi, merdivenleri tırmanan bir genç kız, ulu bir okaliptüs ağacı, gökyüzü, yıldızlar sizi heyecanlandıran “şey”lerdir.
Belki bir gün
Sana bu pembe bulutları göstermek istiyorum gecede.
Ama görmüyorsun. Gece olmuş-insan neyi görebilir ki?
Artık senin gözlerinle görmekten öte bir seçeneğim yok, diyor,
demek ki yalnız değilim, yalnız değilsin. Gerçekten de
bir şey yok sana gösterdiğim yerde.
Sadece gecede bir araya gelmiş yıldızlar, yorgun,-
bir kır eğlencesinden kamyonla dönen insanlar gibi,
hayal kırıklığına uğramış, aç, hiçbiri türkü söylemeyen,
terli avuçlarında ezik yaban çiçekleri.
Ama ben direteceğim, diyor, görmekte ve sana göstermekte,
çünkü sen görmezsen, sanki ben de görmemiş olacağım –
hiç değilse senin gözlerinle görmemekte direteceğim –
ve belki bir gün buluşacağız başka yönlerden gelip.
Yannis Ritsos
Çev.Cevat Çapan
Gazete Duvar / 12.07.2020