Nazım Hikmet: Sınıfın, devrimin ve komünizmin şairi - Uğur Deniz

Sınıfın, devrimin ve komünizmin şairi Nazım Hikmet'i ölümünün 50. yılında saygıyla anıyoruz... Bu vesileyle EKİM'in Eylül 2002 tarihli 229 sayısında yayınlanan aşağıdaki makeleyi okurlarımıza sunuyoruz...

  • Haber
  • |
  • Kültür-sanat
  • |
  • 03 Haziran 2013
  • 08:56

Altın dişler ve çelik mermiler

Aya gidilecek

daha da ötelere
teleskopların bile görmediği yere
Ama bizim dünyada ne zaman kimse
aç kalmayacak,
korkmayacak kimse kimseden,
emretmeyecek kimse kimseye,
yermeyecek kimse kimseyi,
umudunu çalmayacak kimse kimsenin.
İşte ben komünistim bu soruya karşılık
verdiğimi için.

26 Ağustos 1959


61 yıllık yaşamının 40 küsur yılını kavgasıyla olduğu kadar sanatıyla da dolu dolu yaşamış ve yaşatmış bir dünya vatandaşıydı Nazım. Sınırsız ve sınıfsız bir dünya özlemi, bu özlemin vücut bulduğu mücadelelerle dolu bir yaşam ve o yaşamın prizmasında kırılıp sanata yansıyan yüzlerce yapıt... İşte buydu Nazım Hikmet. Durup dinlenmeden yazdığı şiirlerinin bugün hala güzelliğinden ve etkisinden bir şey kaybetmemiş olduğunu görüyoruz. Yarına baktığımızda yine o şiirlerin pırıltısını görüyor olmamız ise, Nazım’ın ne denli büyük ve güçlü bir şair olduğunu bir kez daha anımsatıyor bize. 

Evde, sokakta, hapiste, sürgünde, trende, uçakta, vapurda... Nerede yazılmış olursa olsunlar, onun insana inanan, hayatın gücüne güvenen, umutla dolu şiirleri dün olduğu gibi bugün de insanlarla konuşmaya devam ediyor. Savaşan devrimcilerle olduğu kadar sevgilisini düşünen aşıklarla da, hayata küsenlerle olduğu kadar hayata sımsıkı bağlı olanlarla da, okuma yazma bilmeyenlerle olduğu kadar kafaları bilgi dolu aydınlarla da konuşmayı sürdürüyor o şiirler.

Hiroşimalı çocuklar onun şiirlerini okuyor dünyanın bir ucunda. Diğer ucunda, Güney Amerika’da dağa çıkan gerillalar sırt çantalarında onun şiir kitaplarını da götürüyorlar gittikleri her yere. Birçok dile çevriliyor, anlamından hiçbir şey kaybetmiyor; besteleniyor, yeni anlamlar kazanıyor Nazım’ın şiirleri.

Onu ve şiirlerini bu denli etkili kılan şüphesiz ki Nazım’ın yaşamını ve şiirlerini besleyen dünya görüşüdür: Diyalektik materyalizm ve sosyalizmdir.

Türkiye’deki kimi burjuva çevrelerce birkaç yıl önce başlatılan ve “Nazım’ın 100. Doğum Yılı” çerçevesinde bu yıl doruk noktasına ulaşan “Nazım’ı ehlileştirme” çalışmaları ise bu gerçeğin üzerini örtmeyi amaçlıyor. Nazım’ın komünist kimliğini yok sayarak, “büyük Türk şairi”, “vatan şairi”‚ derekesine indirgemeye çalışanlara söylenecek tek bir şey olsa gerek: “Bükemediğiniz bileği öpüyorsunuz.”

Evet, bükemedikleri bileği öpüyorlar. Öperken, bir yandan da ağızlarından akan salyaları bulaştırmaya çalışıyorlar. “Nazım aslında milliyetçiydi, vatanını severdi, yanlış anlaşıldı, onun kavga şiirlerinin çoğu ısmarlama yazılmış şiirlerdir” vb...

Geçmişte onu “vatan haini” ilan edenlerin şimdi “vatan şairi” yapmaya çalışmalarının temelinde ise ikiyüzlülük bir yana tam bir yağmacı zihniyet yatıyor. Nazım’ı yaşarken diri diri gömmeye çalışan bu zihniyet şimdi onun mezarını kazıp altın dişleri çalma çabasındadır.

Bu ölü soyucularına, Nazım’ın ölmeden kısa bir süre önce kaleme aldığı yazıda yer alan ifadeleri anımsatalım:

“... 18 yaşında Anadolu’ya geçtim. Ulusumu ve savaşını yakından tanıdım. Cılız atları, tarih öncesinden kalma silahları ile açlıkla, bitlerle de savaşarak İngiliz ve Fransızların desteklediği Yunanlılara karşı koyuyordu. ?aşırmıştım... Kokmuştum... Artık başka türlü şiir yazmam gerekiyordu. Fakat beceremedim bir türlü. Doğru yolu bulabilmem için Sovyetler Birliği’ne geçmem gerektiğini anlamıştım.

“1921 sonuydu. 1000 kere daha fazla şaşırdım. Çünkü 1921-1922’de yüz kat daha korkunç bir açlık, yüz kat daha vahşi bitler, yüz kat daha kuvvetli bütün bir dünyaya karşı girişilen bir mücadele ve bunun yanında engin bir yaşama zevki, engin bir yaratma zevki gördüm.

“Bambaşka bir insanlık tanıdım.
“Bambaşka bir biçimde yazmaya başladım.
“O zamandan beri şiir yazmadan edemiyorum.”

Nazım’ı büyük ve güçlü yapan, yaşamında olduğu kadar şiirinde de devrimci bir tutum izlemesidir. Bu, onun sosyalizme olan inancıyla doğrudan ilintilidir. Kavganın bizzat içinde olması, örgütlü oluşuysa, burjuva sanat sevicilerinin aksine şiirini kısırlaştırmamış, tam tersine özgürleştirmiş, ona felsefi açıdan derinlik, estetik açıdan ise anlam zenginliği katmıştır. Nazım’ın aşk şiirleri de kavga şiirleri de sosyalizmin özgürleştirdiği bir bilincin yansımaları olarak çıkar karşımıza. Okurken insanlığımızı hissederiz, değişiriz.

Nazım’ın sosyalizme ait oluşu onun evrenselliğini de beraberinde getirmiştir. “Taranta Babu’ya Mektuplar” adlı şiiri Habeş, “Benerci Kendini Neden Öldürdü?” adlı şiiri Hindistanlı, “Jakond ile Si-Ya-U” adlı şiiri Çinli, “Kız çocuğu”, “Japon Balıkçısı” adlı şiirleri ise Japonyalı bir devrimci şairin kaleminden çıkmış gibidir. Kalbi dünyanın dört bir yanında devrim uğruna verilen mücadeleler için çarpar.

“Karanlıkta Kar Yağıyor” bir İspanyol devrimcisinin, “Beyaz Karanfilli Adam” Yunanistan’da kurşuna dizilen bir devrim savaşçısının yürek çarpıntısı ile yazılmıştır. İşkencede direnişin sembolü olan Tanya’dan Kübalı işçiye, Port Saidli savaş kurbanı küçük Mansur’dan devrim şarkıcısı Robson’a, Sovyetler’de, Küba’da devrimin önderlerinden Çek şairi Nezval’e kadar çağın tüm önemli olaylarında yer alan insanlardır onun şiirlerinin kahramanları.

İnsanları savaşa, barış için savaşa, emperyalist savaşlara karşı savaşa çağıran şiirleri, bir avuç asalak burjuvanın içki sofralarını aydınlatan zayıf bir mum ışığı değil, tüm dünyadaki ezilen halkların ve işçi sınıfının ufkunu aydınlatan güneş olmuştur.

 Bugün yalnız Türkiye’de değil, acının açlığa katık edildiği, kirli savaşların hüküm sürdüğü tüm ülkelerde insanlar onun şiirlerini okumayı sürdürüyorlarsa, bunun bir anlamı olmalı.

 İşkencehanelerde, zindanlarda direnen tutsaklar onun şiirlerini dillerinden düşürmüyorlarsa, o şiirlerden güç alıyorlarsa, bunun bir anlamı olmalı.

 Faşizmin kol gezdiği, özgürlük sözcüğünün hece hece kurşuna dizildiği kentlerde onun şiirleri de yasaklanıyor, kitapları gömülmek, yakılmaz zorunda bırakılıyorsa, bunun bir anlamı olmalı.

1 Mayıs 1976 günü Taksim alanında okunan şiirleri gürül gürül akan bir çağlayan gibi beşyüz bin emekçiyi coşturuyor, bayrak gibi dalgalandırıyorsa, bunun bir anlamı olmalı.

Kahpe faşist kurşunlarıyla şehit düşen yoldaşlarının cenazesinde onbinlerce devrimci genç bir ağızdan onun “Akın var güneşe akın/Güneşi zaptedeceğiz/Güneşin zaptı yakın” dizelerini haykırabiliyorsa, bunun bir anlamı olmalı.

Ve insanların bilinçlerinin lime lime edildiği baskı dönemlerinde, gencecik bir insan altında ismi yazılı olmadığı için Nazım’a ait olduğunu bilmeden “Tahir ile Zühre Meselesi” adlı şiirini okuyup içindeki karanlıkta bir yıldız parlayabiliyorsa, bunun bir anlamı olmalı.

İşte şiirin gücü, işte Nazım’ın gücü. Kimi yerde bir şair olarak bir örgütün yapamayacağı bir işi başarmıştır Nazım.

Onun şiiriyle tanışmıştır birçok insan sosyalizmle. Bir şiirin insan kalbinde yarattığı sıcaklık, bilincinde çaktırdığı bir kıvılcım yepyeni bir dünyanın kapılarını açmıştır birçok devrimciye. Bir anlamda Nazım devrimden ve sosyalizmden aldığı gücü devrime ve sosyalizme armağan etmiştir yine. Ve şimdi onun şiirleri devrimci sanatımızın çelik mermileri gibi pırıl pırıl parlamaktadır hala.

Zindan direnişlerinde makineli tüfeklere karşı dudaklarımızdan dökülür o mermiler. İşkencehanelerde zulmün ve vahşetin kalbine türkülerle beraber saplanır o mermiler. Grevlerde halayların coşkusuna karışıp gökyüzüne sıkılır o mermiler. Ve bir çatışmada belki son mermi olsa da içlerinden biri büyüdükçe büyür, yankılanır katillerin kulaklarında.

Devrimin ve komünizmin şairi Nazım Hikmet 100 yaşında.



Ölü soyucuları onun altın dişlerini ceplerine indirebilmek için sıradalar.

Ve biz komünistler ceplerimiz çelik mermilerle yolumuza devam ediyoruz.

(EKİM, 229, Eylül 2002)