Türkiye'de son yedi yılda "terör suçu", iktidar bloğuna karşı her eylemi, her muhalif kimliği içine alacak şekilde genişletildi.
Polis fezlekeleri adeta yasaların yerine geçerken; özel yetkili mahkemeler, "düşman" ilan edilen kesimlere karşı kahredici bir mekanizma olarak kullanılıyor.
Çoğulcu demokrasiyi, örgütlü toplumu, özgür bireyi ve eleştirel aklı hedef alan "devlet terörü" eliyle, yasal hakları kullanmak bile terör suçu sayılıyor.
Sonuç ortada: ÖYM'lerde yargılanan sekiz bini tutuklu yetmiş bin sanıkla Türkiye, 12 Eylül mahkemelerinin rekorunu bile geride bıraktı.
İsmail Saymaz, 30 ayrı dava dosyasını incelediği bu kitapta; annesiyle beraber cezaevinde volta atan iki yaşındaki Şana'nın, taş atan çocuk Berivan'ın, "parasız eğitim" pankartı açan Berna ve Ferhat'ın, oğlunu andığı için yargılanan Ayşe Karakaya'nın, Kürt sanılıp linç edilen Balgün Ailesi'nin, katılmadığı cinayetten müebbet alan yazar Doğan Akhanlı'nın, İbrahim Tatlıses'i vurdurmakla suçlanan avukatın, askeri casusluk örgütünün lideri denilen bir genç kadının ve daha onlarca "sözde terörist"in hikâyesine ışık tutuyor.
Tadımlık...
"Bir uçurtma kaç kez vurulur?Sultanahmet'i gördüler o gün, Gülhane'de dolaştılar. Sarayburnu'ndan denize baktılar. Sanki memleketleri Rize'de, uçsuz bucaksız bir çay bahçesinde gezinir gibiydiler.
Babası Yaşar'ın kucağındaki Şana Deniz'in altın sarısı saçlarına sinmiş çay kokusu, Marmara'nın esintisine karışıyordu. Boncuk mavisi gözleri, konuşmayı öğrenemediğinden hayretle dönüyordu. Annesi Nazire Ayata Civelek, bu genç öğretmen, minnacık kızını hüzünle izliyordu.
Babası Yaşar, kucağından indirmediği Şana Deniz'i ve elini sımsıkı tuttuğu karısı Nazire'yi, imkânı olsa, bütün İstanbul'da semt semt gezdirebilirdi. Fakat elinden sadece, Gülhane Parkı'nda son bir resim çektirmek geliyordu; çektirdiler.
Sayılı saatler erken tükendi.
Bakırköy Adliyesi'ne geldiklerinde hava kararmaktaydı. Kapıya vardıklarında; Şana, kendine bir oyun arkadaşı buldu: Derya Devrim. O daha sekiz aylak bir bebekti.
Bazen annesi Doktor Serpil Aslan'ın omzuna başını yaslamış, bazen de babası Savaş Düzgün'ün kucağına kıvrılmış bir halde, olan bitenden habersiz, uyukluyordu.
Şana, bir yandan küçük arkadaşı hemen gözlerini açsın ve oynasınlar istiyor, bir yandan da adliyedeki anlamlandıramadığı telaşı seyrediyordu. İki aile aynı daracık koridorda, yan yanaydılar: Kapılar açılıp kapanıyor, polisler geliyor, evraklar imzalanıyordu.
Neden sonra, hep birlikte kalkılıp arabalara binildi. Araç bir müddet sonra Bakırköy Kadın Kapalı Cezaevi'nde durdu. Ve demir kapının önünde ilk çığlık koptu. Anneler babalara, babalar kızlarına ağlayarak sarıldı; hıçkırarak öpüştüler. Şana için oyun bitmişti.
CNN Türkçe / 13.08.13