Tarihte halklar hep ozanlar çıkarmıştır. Ozanlık geleneği doğası gereği halkın içinden çıktığı için, ozanlar genelde halkın sesi soluğu olmuştur. Genel olarak aydın, sanatçı ve yazarlarda olduğu gibi bunun bir parçası denilebilecek ozanlar da toplumun bir parçasıdır ve toplumun ruh halinin, hareketinin ve sorunlarının doğal bir taşıyıcısıdırlar. Yani ozanlık en basit tabirle bir nevi iletişim, yorum ve değiştirme iradesidir.
Ozanlar kendini toplumun örgütlülük ve hareketlilik düzeyine göre de konumlandırabilir. Kimi halk ozanları sadece tek başına bir ozan olarak “sahne”ye çıksa da kimi ozanlar ise daha ileriden bir bilinç-irade göstererek, sisteme karşı örgütlü bir duruş sergileyebilirler. Rahatsızlığını duydukları bu sömürü düzenini değiştirmenin tek başına olamayacağını kavrar ve düzene karşı daha güçlü mücadele edebilmenin imkanlarını var ederler.
Tabi böylesi bir durumda da mücadelenin mantıki bir sonucu olarak sermaye sınıfının daha bir dikkatini çeker ve ekstra baskılarla da karşı karşıya kalabilirler.
10 Temmuz 1999’da mücadele içerisinde katledilen Hozan Serhad bunun en açık örneklerindendir. Asıl adı ile Süleyman Alpdoğan, ezilen bir ulus olan Kürt ulusuna mensup olması ile tanınmış ve sanatçı yaşamı ile de örnek bir kişiliktir. “Payize”, “Ağrı’nın İsyan Kızı ‘Hewlêr’” gibi birçok eseri müzik dünyasına kazandırmış olan Serhad’ın yaşamı Ağrı’nın Eleşkirt ilçesinde, 24 Temmuz 1970 tarihinde başlamıştır. Yedi yaşlarında abisinin istememesine rağmen başlayan sanat tutkusu bir süre sonra abisi nezdinde de dikkate değer olmaya başlamıştır. Abisi Arif Alpdoğan o dönemi şöyle anlatıyor:
“Evde bir tek bağlamamız vardı. O bağlamayı almak için annemle bir yıllık emeğimizi sarfettik. O çok meraklıydı. Bağlamaya bir şey olur diye korkuyordum. Çok kavga ettik... Pes etmedi. Fakat aradan bir yıl geçti, benden daha iyi melodiler çıkarmaya başladığını gördüm. Ondaki bu hırs ve azmi görünce, destek olmaya başladım.”
Türkiye’de ’80’li yılların ortalarından itibaren “çocuk şarkıcı” furyası başlamıştır. O dönem Serhad da bu furyaya katılan isimler arasında yer almıştır. İlk albümü olan “Gülo”yu Murat Esen adıyla, bugünkü İMÇ (İstanbul Manifaturacılar Çarşısı) denilen, plak şirketlerinin bulunduğu yerde çıkarır. Ancak bu sömürü düzeni sanat ile ilgilenmek isteyip de başarılı olamayan bir çok kişiye yaptığını “Murat Esen”e de yapar. Ve Serhad tekrar Ağrı-Patnos’a dönmek zorunda kalır. Sonuçta sanat yapmak da tekellerin elindedir ve sanat piyasa denilen mengenenin arasında sıkışıp kalmıştır.
1988’de İzmir Devlet Konservatuarı’nı kazanır. Müzik alanında giderek daha da yetkinleşmeye başlamıştır. Bu dönemde siyasal olarak da sorgulamalar yapmıştır. Ulusal ve siyasal bilinci gelişmeye başlayan Serhad, Kürt kimliği, sanatı ve müziği üzerine araştırmalar yapmaya yönelir. Xelil Xemgin, Serhad için şunları söylemektedir: “Ruslar için Aleksandr Sergeyeviç Puşkin ne önem taşıyorsa, Edith Piaf Fransızlar için ne kadar değerliyse, Kürtler için de Hozan Serhad ve Sefkan, Mizgin gibi sanatçılar da aynı önemi taşıyorlar.”
Serhad için üniversite yılları politik bilincinin geliştiği yıllar olsa da daha özel olarak ’91 yılı örgütlü mücadeleye katıldığı ve devrimcileşme yönünde daha net ve kararlı olduğu yılları işaret eder. Ve artık düzenle bağlarını koparmıştır. O yıllarda üniversitede tanışıp evlendiği Yıldız isimli yurtsever, yapılan operasyonlarda tutuklanarak cezaevine konur. Bu arada Serhad ise önce Haftanin’e, oradan Mahsun Korkmaz Akademisi’ne geçer. Müzik eğitimindeki yetkinliği göz önünde bulundurularak Avrupa’da kültür-sanat faaliyetleri için Hünerkom’a gönderilir. Böylece 4 yıl sürecek bir kültür maratonu da başlamış olur.
Serhad kedini müzikle sınırlandırmayarak tiyatro ile de ilgilenmiştir. Bununla beraber Kürt Müziği’ne dönük asimilasyon saldırılarının farkındadır. Başta TRT olmak üzere Kürt Müziği’nin asimile edilmesinde birçok “sanatçı” ve kurum seferber olmuştur. Serhad bu durumu şöyle yorumlamıştır: “Bizim güçlü bir kaynağımız var. O kaynağa dönüş, özellikle orada Kürt kültürünü ortaya çıkarmak, bize düşüyor. Bugüne kadar dengbêjler belli bir noktaya getirdiler, biz bunlara el atmazsak ortadan kaybolacak. Zaten Türkleştiriliyor. İzzet Altınmeşe, Nuri Sesigüzel gibileri örnektir. Eski parçalarımızı çıkaralım, okuyalım, geleceğe aktaralım, bunlar kaybolmasın.”
Bu mücadelenin asıl olarak Avrupa’da değil, birebir kendi topraklarında verilmesi gerektiğini düşünen Hozan Serhad 1996 yılında kaynağa dönüşü gerçekleştirmiştir. Zap’ta birkaç ay kaldıktan sonra, Hewlêr’de bulunan Mezopotamya Kültür Merkezi’ne ulaşmış, Kürdistan’ın hemen hemen her yerinde düzenlenen kültür sanat etkinliklerine katılarak mücadelesini bu yönde sürdürmüştür. Özellikle Süleymaniye’deki Güzel Sanatlar Akademisi Orkestrası’da yoğun olarak emek harcamıştır.
16 Mayıs 1997’de PDK peşmergeleri MKM ve Heyva Sor kurumlarını ablukaya almış, MKM’de bulunan sanatçıların bir kesimini katletmiştir. Ancak katliamdan dört gün önce Süleymaniye’ye geçen Hozan Serhad’ın, yine yüzünü gösteren ihanet üzerine yazdığı “Hewlêr”, yaşanılanları tüm gerçekliği ile ortaya koymaktadır.
Aklının bir yerinde hep var olan Botan’da klip çekme düşüncesi, nihayetinde onu yollara düşürmüştür. Tabi yola yalnız çıkmayan Serhad’ın içerisinde bulunduğu ekip Hakkari’de Türk ordusu ile çatışmaya girmiştir. Bu çatışma sonucunda Hozan Serhad sağ olarak ele geçmiş, 10 Temmuz 1999’da işkencede katledilmiştir.
Hozan Serhad’ın eserleri bugün hala eylemlerde, mitinglerde ve mücadelenin birçok alanında dillerdedir. Hozan Serhad şimdi aramızda olmayabilir ama eserleri ile yaşatılmaya devam edilmektedir. Ve mücadele içerisinde yeni Hozanlar ortaya çıkmaktadır.
Anısı önünde saygı ve sevgi ile eğiliyoruz.
F. Deniz