Kıdem tazminatı bir işçinin herhangi bir işyerinde çalışmaya başladığı andan işten çıkartıldığı/çıktığı ana kadarki yıpranma payıdır. Peki, kıdem tazminatı hakkını nasıl kazandık?
Osmanlı toplumunda Birinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar Batı’daki gibi bir kapitalist gelişme yaşanmamıştı. Türkiye topraklarında kapitalist gelişmenin önünü açması bakımından 29 Ekim 1923 tarihinde kurulan burjuva cumhuriyeti tarihsel bir dönüm noktası oluşturur. 1950 yılına kadar, bankacılık, büyük sanayi kuruluşları, madencilik, enerji, kimya, ulaşım, iletişim (haberleşme), tekstil, alkollü içki, sigara vb. devlet kontrolü altındaydı. Bu “devletçilik ya da devlet kapitalizmi” uygulamasının temel ve uzun erimli amacı, ülke içinde emeğin aşırı sömürülmesiyle hızlı bir sermaye birikimi sağlamak, yerli kapitalist sanayinin ve bir “ulusal burjuva” sınıfının gelişmesinin olanaklarını yaratmaktı. Nitekim bu hedefin bir parçası olarak, 1930’lardan 1946’ya kadar hem sendikalar hem de parti kuruluşu yasaklanmıştı. Bu aynı zamanda işçi sınıfının mücadele arayışlarını beraberinde getirdi.
İlk kıdem tazminatı hakkı tam da bu dönemde, 1936 yılında 3008 sayılı İş Kanunu ile yasalaştı. İşçiler aynı işyerinde 5 yıl çalışmış olma şartı ile her yıl için 15 günlük kıdem hakkını kazanmış oldular. 1950’li yıllardaki kapitalist gelişme işçi sınıfının hak arama mücadelelerini kışkırtmış, Türkiye’de modern sınıf hareketi sahneye çıkmıştı. Bu yıllarda 1475 sayılı yasa ile yapılan değişiklikler sonucu kıdem tazminatı alma şartı 5 yıldan 3 yıla indirildi. 3 yılını doldurmuş her işçiye her yıl için 15 günlük kıdem tazminatı ödenmesine karar verildi. 1970’li yıllarda ise işçi sınıfının hak arama mücadeleleri kitleselleşmiş, fiili meşru mücadeleler yaygınlık kazanmıştı. İşçi sınıfının bu mücadeleleri sonucu 1975 yılında 1927 sayılı kanunla yapılan değişiklikler ile kıdem tazminatına hak kazandıracak asgari 3 yıllık süre 1 yıla indirilmiştir. Her geçen tam yıl için ödenecek kıdem tazminatı miktarı, 15 günlük ücret tutarından 30 günlük brüt ücret tutarına çıkarılmıştır.
Kıdem tazminatı hakkı işçi açısından önemli bir güvence anlamına gelirken, kapitalistler tarafından ağır bir yük ve maliyet kalemi sayılmıştır. Uzun yıllardır sermaye sınıfı bu yükten kurtulma yollarını aramaktadır. Patronları kıdem tazminatından kurtarmak için ilk defa 1975 yılında fon kavramından bahsedilmişti. O günden bu yana hiç gündemden düşmeyen bir hedefleri oldu bu. Nihayet 2002 yılında Kıdem Tazminatı Fonu Yasa Tasarısı gündeme getirildi.
2002 yılından bu yana sermaye devleti kıdem tazminatı hakkını gasp etmek için çeşitli hamleler yapıyor. İşçilerin mücadelesi nedeniyle boşa çıkarılan bu hamleler, son 5 yıldır çeşitli yol ve yöntemlerle daha da çoğalmıştır. Denebilir ki bu hakkımızın gasp edilmesi çabasının lideri AKP iktidarı olmuştur. Sermaye iktidarı, “işçilerin alacakları devlet güvencesi altında olacak, özel sektörde hakkını alamayan işçi artık devlet güvencesinde olacak” diyerek, fon tartışmalarını 5 yıldır gündemde tutuyor. Son olarak bu yıl kıdem tazminatının fona devredilmesi tekrar gündeme gelmiştir.
Sermayenin çıkarlarını korumakla görevli olan sermaye devleti çıkardığı kölelik yasalarıyla, “GSS, Kiralık İşçi Büroları, BES” gibi uygulamalarla yetinmiyor. Bizlere yoksulluğu ve sefaleti dayatmak için elimizde kalan son hakkımız olan kıdem tazminatını da gasp etmek istiyor. Kıdem tazminatının gasp edilmesi demek iş güvencemizin ortadan kalkması, herhangi bir patronun istediği zaman herhangi bir engelle karşılaşmadan bizleri işten çıkarabilmesi demektir. Zaten mezarda emekliliğin dayatıldığı Türkiye’de bizlere artık mezarda bile emekli olamazsınız demektir.
Sınıfımızın büyük bedeller ödeyerek kazandığı haklarımızı korumak ve gasp edilenleri tekrar kazanmak için mücadele etmekten başka şansımız yok. Biz susarsak, biz teslim olursak ileride çocuklarımızın yüzüne bakamayacağız. İşçi sınıfı tarihi, haklarımızı nasıl kazandığımızı bize göstermektedir. Bugüne kadar elimizde olan her hakkımız büyük bedeller ödenerek kazanılmıştır. Bizlerin yapması gereken de tarihimizdeki sınıf kardeşlerimizi örnek almak, tıpkı bugün Fransa’daki emekçilerin yaptığı gibi fiili-militan mücadeleyi yükseltmektir.
İzmir’den emekçi bir kadın