Kapitalizm, kriz ve kadınlar

Ekonomik yıkım, yoksulluğu derinleştirirken, sosyal ve kültürel yıkımı da beraberinde getirmektedir ve kaçınılmaz olarak bu durumdan en fazla kadınlar etkilenmektedir. Yoksulluğun yarattığı buhran şiddete yol açmakta ve doğrudan kadınları hedeflemektedir.

  • Haber
  • |
  • Kadın
  • |
  • 18 Ocak 2017
  • 18:24

Bir önceki sayımızda, “Kapitalist üretimde kadın iş gücü” başlıklı yazıda, kadınların iş gücü piyasasına katılımı kapitalizmin gelişim süreci içinde ele alınmıştı. Kapitalizmin kadın emeğinden vazgeçemeyeceği, ancak döneme, koşullara ve ihtiyaca göre kadın istihdamına dönük politikalar izlediğini ifade etmiştik. Bu yazımızda ise, kadınların üretim süreçlerinin dışına itildiği kriz dönemlerine ilişkin, kadınların karşı karşıya kaldığı sorunları ve bunun yarattığı sonuçları ele alacağız. Sonraki sayılarımızda geçmiş kriz dönemlerinde kadınların da içinde yer aldıkları, hatta yer yer öznesi oldukları mücadele deneyimlerini işleyeceğiz.

Kapitalizmin yapısal krizi

Kapitalizmin aşırı kâr hırsına ve piyasa anarşisine dayalı yapısı döne döne kriz üretmekte ve kendi işleyiş yasaları gereği tıkanması kaçınılmaz olmaktadır. Bugün Türkiye yeni bir krizin eşiğindedir.

Türkiye’deki tablo, sistemin dünya ölçeğindeki yapısal krizinden bağımsız değildir. Dahası emperyalist sistemin hegemonya krizi ve bunun yarattığı sonuçlar, aynı zamanda Türkiye’de her geçen gün derinleşen siyasal kriz, bu tabloyu daha da ağırlaştırmakta, sermaye düzeni için içinden çıkılamaz bir sonuca doğru evrilmektedir.

Doların hızla yükselişi, cari açık ve dış borçların devasa tablosu, yabancı sermayenin tedirginliği ile birlikte piyasanın durgunluğu, dolara bağlı tüm ürünlerde yapılan zam, durgunluktan daralmaya doğru gidişin ilk adımları olarak yaşanmaktadır.

Bölge ve ülkedeki kriz dinamikleriyle birlikte ele alındığında, sermaye iktidarı cephesinden durumu dengeleyici birtakım adımlar atılmazsa, yakın dönemde 2008’den daha ağır bir tablo ile karşı karşıya kalınması kaçınılmaz olacaktır. Kuşkusuz ki, böylesi bir tabloda, krizin yarattığı fatura bizzat işçi sınıfına kesilecektir. Bunun ilk işaretleri bugünden kendini göstermektedir. 2001 ve 2008/2009 yılında yaşanan krizler işçi ve emekçilerin halen hafızalarındadır. 2001 yılında çok sayıda küçük ve orta işletme kapanırken, 300 bin işçi işten atılmıştır. Hak gaspları artmış, devlet şiddeti daha da boyutlanmıştır. “Teğet geçtiği” iddia edilen 2008 krizinde ise yüz binlerce işçi işten atılmış, özelleştirmeler hız kazanmış, kazanılmış sosyal haklar gasp edilmiş, esnek çalışma biçimleri yaygınlaştırılmış, tüketim ürünlerine yapılan zamlarla işçi sınıfı ve emekçiler daha da yoksullaşmış, aynı zamanda fiziki ve moral yozlaşmanın içine sürüklenmişlerdir. Ülkedeki siyasal krizi, 14 yıllık AKP iktidarının topluma empoze ettiği dinsel gericiliği, izlediği kutuplaştırıcı siyaseti ve ağır baskı ve terör ortamını düşündüğümüzde, bugün ekonomik krizin toplumdaki gerilimleri daha da derinleştireceğini öngörebiliriz.

Kriz ve kadınlar

Krizin faturası işçi ve emekçilere çıkartılırken, sınıfın bir parçası olan emekçi kadınlar, faturayı en ağır biçimde ödemekle karşı karşıya kalıyorlar. Halihazırda yedek iş gücü olarak görülen kadınlar, kriz dönemlerinde, üretimde daralmanın sonucu ilk işten çıkartılan kesimi oluşturuyorlar. Özellikle 2001 krizi sonrasında tarımdaki çözülme ile, tarımda istihdam edilen kadınlar önemli ölçüde etkilendi. Keza bir dizi sektörde kadınlar, işten çıkarılma ile karşı karşıya kaldı. 2001 krizi öncesinde kadınların istihdam oranı %28.6 iken, 2001-2006 yıllarında bu oran %23.6'ya kadar geriledi.

2008’de ise, yoğun işten çıkarmalardan kadınlar da nasibini aldı. Kadınlara yine evlerinin yolu gösterildi. Aynı zamanda esnek çalışmanın biçimleri işçi sınıfına dayatılırken, iş gücü piyasasında tutunabilen kadınlara ise esneklik dayatıldı. 2009 yılında çalışabilen kadınların %56’sı kayıt dışı ve güvencesiz işlerde ve düşük ücretlerle istihdam edildi.

Bugün çalışma yaşamındaki mevcut esneklik uygulamaları ağırlıklı olarak 2008 krizinin sonrasına tekabül etmektedir ve kriz koşulları sonrasında çalışma yaşamında yaygınlaştırılmıştır.

Ekonomik yıkım, yoksulluğu derinleştirirken, sosyal ve kültürel yıkımı da beraberinde getirmektedir ve kaçınılmaz olarak bu durumdan en fazla kadınlar etkilenmektedir. Yoksulluğun yarattığı buhran şiddete yol açmakta ve doğrudan kadınları hedeflemektedir. Resmi rakamlar bile bu durumu doğrular niteliktedir. Öyle ki, 2002 yılında şiddet sonucu yaşamını yitiren kadın sayısı 66 iken, 2009’un ilk 7 ayında bu rakam 953’e ulaşmıştır. Yoksulluk ve geçim zorluğu sonucu, çocuk yaşta evlilikler, öncelikle kız çocuklarının okuldan alınması vb. gibi tutumlar çözüm olarak görülebilmektedir.

Yoksulluk, yoksunluk ve çaresizlik düşüncesi dinsel gericiliğin kuşatmasına daha fazla alan açmaktadır. Bir başka sonuç ise çıkışsızlığın bir ürünü olarak kadınların daha fazla fuhuş batağına itilmesi olmaktadır.

Bugün içinde bulunduğumuz siyasal ve toplumsal atmosferi ve AKP’nin topluma empoze ettiği dinsel gericiliği düşündüğümüzde, bu sonuçların misliyle yaşanması kaçınılmazdır.

Krizin faturasını ödememek için...

Kapitalizmin krizine karşı mücadele ve örgütlenme görevlerini ayrıca ele almak gerekmektedir. Bu yazı kapsamında, yalnızca, kapitalizmin krizine karşı devrimci mücadelede kadın işçi ve emekçileri temel bir özne olarak ele almak ve faturanın en ağır şekilde ödetilmek istendiği kadınların öfke ve huzursuzluklarını örgütlemek gerekliliğini ifade etmekle yetinelim.