Kadın cinayetlerinin, taciz ve tecavüzlerin korkunç boyutlara ulaştığı gerçeğini her gün basına yansıyan haberlerden, tutulan istatistiklerden görüyoruz. Dinci-gerici AKP iktidarının kadın düşmanı politikalarının bir sonucu olarak kadınlar şiddetin her türlüsüyle karşı karşıya kalıyorlar. Sömürünün, baskının ve zorbalığın olduğu bir düzende insan ilişkilerine şiddetin türlü biçimi sirayet ediyor. Bu olgu, kadını aşağılayan, ikincil gören gerici ataerkil kültürün özellikle pompalanmasıyla birleşince kuşkusuz ki en büyük bedeli kadınlar ödüyor, kadına yönelik şiddet tırmanıyor.
2018’de 440 kadın cinayetinin gerçekleştiği, faillerinin ise kadınların eşleri, babaları, erkek arkadaşları ya da oğulları olduğu biliniyor. Devletin kadına yönelik şiddeti gerçekte önlemek gibi bir derdinin olmadığını ise yaşanan deneyimlerden biliyoruz. Kâğıt üzerinde varlığını koruyan kimi önlemlerin kadın katliamlarını önlemekten ne denli uzak olduğunu ve alınan bu göstermelik önlemleri bile kaldırmaya niyetli olduklarını görüyoruz.
Kamu Başdenetçisi sıfatıyla Şeref Malkoç’un Türkiye gazetesine verdiği röportaj dinci gerici iktidarın bu konudaki bakışını özetliyor. Boşanma sürecindeki aileler için getirilen “aile arabuluculuğu” sistemini kendisinin önerdiğini söyleyerek övünen Malkoç, kadınları şiddetten korumak amacıyla çıkartılan 6284 sayılı Yasa’yı hedef alarak şöyle diyebiliyor: “Biz eşleri barıştırmak yerine ayrılsın diye kanun çıkarmışız. Eşler tartıştığında kadın karakola telefon açıp şikâyette bulunduğunda, koca evden uzaklaştırma alıyor. Bu da öfkeyi ve kadına şiddeti körüklüyor.”
Kuşkusuz bu yönlü gerici propagandayı gericiliğin farklı sözcüleri sürekli gündeme getiriyorlar. Kanunun Türk aile yapısı dikkate alınmadan hazırlandığından dem vuranlardan kadına yönelik şiddetin nedeni sanki bu yasaymış gibi yasanın çıktığı yıldan bu yana kadın cinayetlerinin arttığını söyleyenlere dek gerici koro hiç susmuyor.
Yasalarda da devlet kurumlarında da kadınları şiddetten koruma kaygısının zerresi yok. Göstermelik alınan önlemlerin ise kadınları kurtaramadığı ortadadır. Şimdiye kadar yüzlerce kadın, uzaklaştırma kararı aldırdıkları eşleri ya da eski eşleri tarafından öldürüldü. Bunun son örneği Manisa’da bir kadının, koruma kararına rağmen öldürülmesi oldu. İçişleri Bakanlığı bu olayda, “Yüksek risk grubunda değildi” diye savunma yaptı. Yine Edirne’de şiddet gördüğü eşinden ayrılarak boşanma davası açan Kübra Olgun, hakkında 3 ay uzaklaştırma kararı olan eski eşi tarafından katledildi. Kocanın tehditlerine rağmen başka hiçbir önlem alınmadığı için genç kadın devlet kurumlarının gözleri önünde öldürüldü.
Görüldüğü gibi kadınlar “devlet korumasına” rağmen öldürülmekte, katiller ise yargı korumasına alınmaktadır. Pek çok kadın cinayetinde katillere “tahrik indirimleri” yapılmaktadır.
Sermaye devleti gerçeğinde kadınların ne hakları ne özgürlükleri ne de yaşam güvenceleri vardır. Kadınlar bu koşullara rağmen hakları, özgürlükleri ve yaşamları için şiddetin her türüne karşı mücadeleye devam ediyorlar. Bu mücadelenin başarıya ulaşması ise şiddetin, kötülüğün ve gericiliğin türediği kapitalizm bataklığının kurutulmasıyla mümkündür.