Gerici kuşatmanın hedefinde kadın hak ve özgürlükleri var!

Önemli olan kadın hak ve özgürlükleriyle ilgili taleplerin, bu düzeni toplumsal bir devrimle aşma perspektifine bağlı bir mücadele programı içinde savunulmasıdır. Zira bu düzen sürdükçe emperyalist-kapitalist dünyada en ağır yükü kadınlar taşımaya devam edecektir.

  • Haber
  • |
  • Kadın
  • |
  • 01 Nisan 2019
  • 05:06

Kapitalizmin krizinin ürünü neoliberal saldırı politikalarının neden olduğu yıkıma karşı her yerde sesler yükselmekte, sosyal hareketlilikler gelişmektedir. Bu tablo karşısında burjuva devletlerin ortak refleksi, demokrasi maskelerini bir kenara bırakmak ve baskı politikalarını artırmak olmaktadır. Buna burjuva gericiliğin çeşitli biçimlerinin önünün açılması eşlik etmektedir. Her alanda ırkçılık, dinsel gericilik ve kadın düşmanlığı tırmanmaktadır.

Ekonomik krizin faturasının neden olduğu yıkım, savaş ve saldırganlık politikaları en çok kadınları etkilediği için, farklı ülkelerde farklı biçimler alsa da, kadınlar mücadele alanlarında öne çıkmaktadır. Çeşitli ülkelerde toplumsal, siyasal gündemlerle eylemsel sokağa çıkışlarda ilerici-demokratik kadın hareketinin de kendi iç dinamikleriyle giderek etki alanını genişlettiği görülmektedir. Polonya’da, Arjantin’de, ABD’de ve daha pek çok yerde milyonlarca kadın talepleriyle sokağa çıkmaktadır. Son yılların 8 Martlar’ında olduğu gibi geçtiğimiz 8 Mart’ta da dünyanın çeşitli yerlerinde kadınlar taleplerini kitlesel eylemlerle ifade ettiler. Bu eylemlerde eşit işe eşit ücret hakkına, ev içi işlerin yanında çocuk-yaşlı-hasta bakım işlerindeki rollerine, kürtaj hakkına, şiddete, taciz-tecavüze, kadın cinayetlerine, neo-liberal politikalara, ekolojik yıkıma, ırkçılığa, göçmenlerin sorunlarına dek bir dizi konuya dikkat çekildi.

Kadınların ileri sürdüğü talepler burjuva gericiliğinin işine gelmemektedir. Dünya genelinde ekonomik-siyasal kriz dinamikleri artarken, burjuvazinin refleksi gericiliği beslemek olmakta, özellikle dinsel gericilik hedefine kadın hak ve özgürlüklerini koymaktadır.

Sömürünün ve yoksulluğun kıskacındaki kadınların eşit işe eşit ücret talebi karşılanmamakta, ancak zorlu mücadelelerle elde edilebilmektedir. Kreş hakkı çoğu yerde kaldırılmakta, sosyal hakları budanmaktadır. Derinleşen krizle birlikte yoksulluğun, işsizliğin öncelikli mağdurları hep kadınlar olmaktadır.

İlerici-demokratik kadın hareketinin kitlesel eylemlerle ileri sürdüğü talepler arasında yer alan kürtaj hakkı ve “toplumsal cinsiyet eşitliği” de her yerde hedeftedir. Özellikle dinsel gericilik bu taleplere karşı hep ciddi engeller çıkarmaktadır.

Hedefte olan haklar

Kürtaj hakkı talebi dinsel gericiliğin özel önem verdiği bir konudur.

‘70’li yılların ortalarından itibaren sosyal hareketliliğe paralel gelişen kadın hareketinin etkisiyle, kürtaj hakkı burjuva devletlerin gündemine girmeyi başardı. BM tarafından çeşitli dönemlerde kadın konferansları yapıldı. Kadına yönelik şiddet, ayrımcılık gibi çeşitli taleplerle birlikte kürtaj hakkı da bu konferansların taleplerindendi.

Vatikan başından beri kürtaj karşıtıdır. Katoliklerin ruhani lideri Papa Francis, kürtajı, problemli bir kişiyi etkisiz hale getirmek için “kiralık katil tutmaya” benzetmektedir. Bu nedenle Arjantin gibi kimi ülkelerde kürtaj hakkının savunulması, devlet ve kilisenin ayrışması kampanyasıyla birlikte yürütülmektedir. Vatikan, yanı sıra “toplumsal cinsiyet ideolojisi” eleştirisi ile birlikte eşcinselliği de hedefine almaktadır.

Polonya’da iktidar partisi, Katolik Kilisesi’nin de desteğini alarak, fetüse bir zarar gelmesi durumunda dahi kürtajı yasaklayan yeni bir yasa tasarısı ile kürtaj hakkına saldırmaktadır. Çoğu ülkede kürtaj hakkına sınırlamalar getirilmektedir. Almanya’da doktorlar “kürtaj reklamı” yapmak nedeniyle ceza almaktadır. Kürtaj suç olarak tanımlanmakta, kadınların cezadan muaf olmaları için hamileliğin 12. haftayı geçmemiş olması ve devlet tarafından tanınan uzman bir merkezden danışmanlık almaları gerekmektedir.

Toplumsal cinsiyet eşitliği

Feminist hareket tarafından öne sürülen “toplumsal cinsiyet” kavramı ve buna eşlik eden politikalar da hedef tahtasındadır. Toplumsal cinsiyet/gender, feminist hareketin gündemleştirdiği bir kavram olarak 1970’li yıllardan beri öne sürülmektedir. Ataerkil kültürün toplumsal yaşamda kadın ve erkeğe biçtiği rollere işaret edilerek bunlar sorgulanmaktadır. Bu rollere göre şekillenen ayrımcılığa ve eşitsizliğe dikkat çekilmektedir. Kimi feminist akımlar bu eşitsizliği ikili cinsel tanımı reddeden tartışmalarla birlikte yürütmektedir.

Feminist hareketin de etkisiyle dünya genelinde düzenlenen konferanslarda, Avrupa Birliği ve BM nezdindeki girişimler sonucu toplumsal cinsiyet eşitliği gündeme alınmış, çeşitli farkındalık programları getirilmiştir. Ancak gelinen yerde bunlardan vazgeçilmektedir. Örneğin Macaristan’da maliyet-fayda hesabı bahanesiyle üniversitelerdeki toplumsal cinsiyet programları kapatılıyor. Macaristan ve Polonya’da kiliselerin de desteklediği aile çalışmaları programları açılıp, kamu kaynakları yeniden düzenleniyor. Brezilya’da öğretim üyelerinin derslerinde “toplumsal cinsiyet” ve “cinsel yönelim” kavramlarını kullanmalarını yasaklayan yasa tasarısı parlamentoda hazır bekliyor. Bulgaristan’da UNESCO’nun programı kapsamında hazırlanan, okullarda toplumsal cinsiyet eşitliği sağlayacak bir model oluşturacak proje, hükümet ve medya baskısı yüzünden Bulgaristan Bilim Akademisi tarafından engelleniyor. ABD’de hükümet, toplumsal cinsiyetin yasal tanımını biyolojik özellikler olarak değiştirecek ve trans öğrencileri nefret suçlarına karşı korumasız bırakacak federal yasa değişikliklerine hazırlanıyor. *

Türkiye’deki tablo

Türkiye’de de benzer gelişmeler yaşanmakta, zaten güdük olan kadın hak ve özgürlükleri hedef tahtasına konulmaktadır. Bu konuda AKP gericiliğinin uygulamaları biliniyor. Üç çocuk baskısından kürtaja getirilen fiili engellere, yaşam tarzı tartışmalarından boşanma davalarına getirilmesi düşünülen “zorunlu arabuluculuk” uygulamasına ve nafaka süresiyle ilgili tartışmalara dek bir dizi alanda sistematik bir saldırı söz konusudur. Bu saldırıların bir parçası olarak Türkiye’de de “toplumsal cinsiyet eşitliği” özel olarak hedefe konmuştur. Bu, kadın hak ve özgürlükler mücadelesinin etki alanını genişletmesine verilen bir tepkidir.

Kadın hareketinin çalışmalarının etkisi ve AB’ye girme hevesleri ile Türkiye bu alanda bir takım demokratik adımlar atmıştı. Bu kapsamda 1985 yılında Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Sözleşmesini (CEDAW), 2011 yılında İstanbul Sözleşmesi olarak bilinen Kadına Karşı Şiddetin ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi imzalanmıştı. Bu sözleşmeyle toplumsal cinsiyet kavramı Türkiye mevzuatına da girmişti. Aynı yıl Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı’nın yerine Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı kuruldu. ** AKP’nin demokrat maskesini gericiliğin inşasına kılıf yaptığı biliniyor. O günden bugüne kadın hak ve özgürlük alanı giderek daraltılmaya başlandı.

2016 yılında YÖK, Özgecan Aslan’ın katledilmesinin ardından gelişen kitlesel tepkiler sonrasında “Yükseköğretim Kurumları Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Tutum Belgesi” yayınlamıştı. Belge ile “toplumsal cinsiyet eşitliği”nin müfredata eklenmesi, kampüslerde cinsel saldırı ve tacizle mücadele edilmesi, kadın sorunları araştırma ve uygulama merkezlerinin açılması gibi düzenlemelerin yapılması kabul edilmişti. Ancak YÖK bu belgeyi 20 Şubat’ta web sayfasından kaldırdı. YÖK başkanı “toplumsal değerlerimiz ve kabullerimizle mütenasip olmadığı ve toplumca kabul görmediğini” savunarak belgeyi geri çektiklerini belirterek, “Türk toplumunun aile kavramı başta olmak üzere sahip olduğu üstün değerlerin öne çıkarılmasına özen gösterilmesi gerekmektedir” dedi. Milli Eğitim Bakanlığı da Eğitimde Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinin Geliştirilmesi Projesi’nden geri adım atmıştı.

Haziran Direnişi’nde kadınların katılım oranının yüksekliği ve sonrasında gelişen Özgecan eylemlerinin de etkisiyle “kadın sorunu”nun gündemleşmesi, AKP’yi bu konuda bir şeyler söyleme-yapma zorunluluğuna itmiş, Kadın ve Demokrasi Derneği (KADEM) üzerinden konuyu kendi gericiliğine yontarak işlemeye çalışmıştı.

KADEM bir taraftan “Toplumsal cinsiyet eşitliği” ile ilgili olarak “eşitlik yerine adalet” temelli tartışmalarla Toplumsal Cinsiyet Adaleti Kongreleri gibi etkinlikler düzenlerken, diğer taraftan kadını “aile” içinde tanımlayan bakışı yaygınlaştırmak için çalışmalar yürütmüştür. KADEM Genel Başkan Yardımcısı Sümeyye Erdoğan Bayraktar “kadınla erkeğin toplumu nasıl şekillendireceği, hangi rolleri alacağı konusunda temel referansımız dinimizdir” diyerek, AKP gericiliğinin bakışını özetlemektir. Bu çalışmalar, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ve Diyanet işbirliğiyle daha kurumsal hale getirilmiştir. Örneğin Diyanet’le birlikte Evlilik Öncesi Eğitim Programları, Aile Eğitim Programları düzenlenmektedir. Sadece Diyanet değil gerici dini vakıflar da işin parçasıdır.

2015’te devlet erken evlilikleri teşvik için “Çeyiz hesabı” uygulaması çıkarırken, “aile bütünlüğü” üzerinden yoğun bir propagandaya devam etmiştir. 2018 yılı sonuna doğru 81 il ve 400’e yakın ilçe müftülüğüne bağlı “Aile ve Dini Rehberlik Bürosu”na karşılık sadece 73 Şiddet Önleme ve İzleme Merkezi ve 144 kadın sığınağı olması, yönelimi göstermektedir.

Müftülük nikâhı, çocukların cinsel istismarının önünü açan yasa düzenlemesi, boşanmalarda arabuluculuk getirilmek istenmesi, nafaka düzenlemeleri ve 6284 No’lu Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’un değiştirilmek istenmesi gibi saldırılarla hedeflenen ortadadır. Son 8 Martlar’daki devlet terörü ve bu seneki ezan provokasyonu da kadınların taleplerine yönelik tahammülsüzlüğün dışavurumudur.

Ayrıca 8 Mart öncesi Türkiye Aile Meclisleri adlı gerici bir grup sosyal medyadan, “Zulüm konuları” denilerek, “İstanbul Sözleşmesi iptal olsun”, “6284 sayılı yasa kalksın”, “Toplumsal cinsiyet eşitliği ve eşcinsellik terörü insanlık suçudur” gibi ifadelerle 8 Mart’ta camilere çağrı yaptı. “Nafaka hapsi kalksın”, “Süresiz nafaka zulmü son bulsun”, “Ailede reis olsun”, “Genç akran evlilik yasağı kalksın” gibi ifadeleri öne çıkaran bu gerici güruhu Yeni Akit, “Müslüman erkek ve kadınlar 8 Mart’ta meydanlara iniyor” diye haberleştirmişti. Bu nedenle olmasa da ezan provokasyonu sayesinde sokağa indiler. 

*

Tüm bu örnekler dünyada ve Türkiye’de burjuva gericiliğinin kadın hak ve özgürlüklerine ne denli düşman olduğunu göstermektedir. Burjuvazi içinden geçilen ekonomik-politik konjonktür gereği tercihini gericilikten yana kullanmakta, dün vermek zorunda kaldığı hakları hedefe koymaktadır. Bu süreç her ülkede az-çok benzerlik taşımaktadır. Kadınların temel demokratik hak ve özgürlükler çerçevesinde ileri sürdüğü kimi istemler sistem içinde elde edilebilir olduğu halde yok sayılmaktadır.

Bu gerçekler bir kez daha göstermektedir ki, kapitalizmde kadın sorununun çözümü mümkün değildir. Çünkü kadının ezilmişliği sorunu temelde sınıfsal bir sorundur. Feminist hareket kadın sorununu cins temelli mücadeleye indirgeyerek sınıfsal mücadeleden kopuk ve yer yer onu dışlayarak ele aldığı için esasta kendi çıkmazını oluşturmaktadır. İleri sürülen talepler demokratik mücadelenin sınırlarında ele alınmakta, en iyi halde burjuva devletlere basınç oluşturma ve hukuksal statüler elde etme olarak formüle edilmekte, sosyal devlet uygulamaları ile sınırlı kazanımlar elde etmek umulmaktadır. Oysa bugün en gelişmiş ülkelerde bile burjuva demokrasilerinin yerini polis devleti uygulamaları almakta, temel hak ve özgürlükler gasp edilirken, öncelik kadınlara verilmektedir.

Kuşkusuz tüm bunlar demokratik hak ve özgürlükler çerçevesinde gericilikle mücadelenin önemini azaltmamaktadır. Önemli olan kadın hak ve özgürlükleriyle ilgili taleplerin, bu düzeni toplumsal bir devrimle aşma perspektifine bağlı bir mücadele programı içinde savunulmasıdır. Zira bu düzen sürdükçe emperyalist-kapitalist dünyada en ağır yükü kadınlar taşımaya devam edecektir. 

* Kaynak, Feminist ve Queer Araştırmacılar Ağı verileri

** Bu bakanlığın adı 2018’de Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı olarak değiştirildi.