Ekim Devrimi’nin 100. yılında Kollontay’ı okurken... / 8 - Z. Kaya

“Yeni kadını” betimleyen Kollontay, “Yeni kadının tip olarak gözükebilmesi ancak, ücretli kadın emek gücünün niceliksel artışıyla mümkündür” der.

  • Haber
  • |
  • Kadın
  • |
  • 03 Nisan 2018
  • 12:52

“Marksizm ve Cinsel Devrim”

 

Kollontay’ın kitaplarından alınma bölümler ve çeşitli dergilerde yayınlanan makalelerinden derlenen Marksizm ve Cinsel Devrim başlıklı kitapta Kollontay’ın “serbest birlik*” üzerine tartışmaları, “yeni kadın”a dair saptamaları ve proleter ahlaka ilişkin açıklamaları öne çıkar.

Aile: Birikmiş sermayenin gardiyanı

Mülkiyet ve ailenin birbirine sıkıca bağlı olduğunu vurgulayan Kollontay, kitapta yer alan ilk makalede bu birliği çözümler. Kollontay, kapitalist düzenin kadına “ya evlilik boyunduruğu ya da açıktan açığa aşağılanıp mahkûm edilen, ama gizliden gizliye cesaretlendirilen ve de desteklenen fuhuşun kucağına atılma” dışında bir seçenek bırakmadığını ifade eder. Bireysel ve sübjektif çözümlerin sorunu hiç değiştirmediğini ve aile yaşamının karanlık tablosunu güzelleştirecek hiçbir şey getirmediğini belirterek, “Ailenin bugünkü biçimini eğer bazı şeyler yıkabiliyorsa, bunlar, bireyselliğin üstün güçleri değil, aksine görünüşte durgun ama etkili bir yaşamı yorulmaksızın yeni temeller üzerine adım adım yeniden kuran üretim güçleridir” der.

Çağdaş toplumda, burjuva sınıfının bireyci yapısı içinde ailenin görevinin yalnızca mirasın dolaysız aktarımı olduğunu vurgular ve “Bugün bile boşanmaya karşı sayısız engeller konmasındaki amaç; ailenin, insanın manevi ihtiyaçlarını değil, mülkiyet çıkarlarının hizmetinde olan ailenin, bu biricik görevini tamamlamasını kolaylaştırmaktır” diye ekler.

Fuhuş ve işçi sınıfı

Fuhuş üzerine çözümlemelerin de yer aldığı kitapta, gerçekte fuhuşun çağdaş sınıflı toplumun zorunlu uzantısı olduğunu vurgulayarak ve “...şimdiki ailenin artık yürürlükten kalkmış zorlayıcı biçiminin bir düzeltici öğesidir ve mülk sahibi olmayan sınıfları bütün ağırlığıyla ezmektedir. Onun uğursuz tohumları işte bu karanlık ve iç bulandırıcı yerlerde filizlenmekte, zehirli kökleri en çok proletaryanın vücuduna saplanmaktadır; pis kokulu soluğu toplumun tüm havasını çürütüyorsa da asıl felaket haline gelişi, ilk önce işçi sınıfı için söz konusudur” diyerek fuhuşun işçi sınıfı üzerindeki etkilerini açıklar.

Fuhuşun kaldırılması ve cinsler arasındaki ilişkilerin esenliğe kavuşturulması sorununun, en sıkı ve en ayrılmaz biçimde çalışma ve üretim koşullarına bağlı bir işçi sınıfı sorunu olduğunu belirterek, “Fuhuşla ve bugünkü ailenin doğaya aykırı biçimleri ile savaş, doğrudan doğruya proletaryanın genel mücadelesinin bir uzantısıdır ve onun tamamlayıcı bir parçasından ibarettir” tespitinde bulunur.

“Serbest birlik” ve feminizm

“...mevcut ekonomik ve toplumsal yapının değişmez olduğu görüşünden hareket eden ilericilerin arzuladıkları şey sadece, bugünkü evlilik ve aile ilişkilerine, bu ilişkileri asla kökünden değiştirmeyen bazı düzeltmeler getirmekten ibarettir” diyen Kollontay, böylece sağ feministlerin aileyi kutsadığını belirtir. Sol feministlere göre ise evlilik sorununun, çevre koşullarından bağımsız, toplumun ekonomik yapısındaki değişikliklerden kopuk şekilde basitçe bireysel ve tek tek kahramanca çabalar sayesinde çözüleceğini aktarır. “Serbest birlik” anlayışının bu bakış açısıyla “şekli değiştirilmiş ve bozulmuş olan cinsel özgürlük formülüne fazlasıyla yakın sonuçlar verme tehlikesi vardır” der. “‘Serbest aşk’ ilkesinin kadına yeni acılar getirmeksizin yürürlükte olması, ancak bugün onu hem kocasına hem sermayeye çifte bağımlı kılan maddi zincirlerden kurtulduğu zaman mümkün olacaktır” diyen Kollontay, proleter kadın için ortaklaşa yaşamın, ister serbest ister dini açıdan “kutsanmış” biçimde olsun, kapitalist koşullar içinde sonuçları açısından hep aynı güçlüğü sürdüreceğini vurgular.

Feministlerin yasal ve dinen “kutsanmış” evlilik fetişine karşı dövüştüklerini ifade eden Kollontay, “...proleter kadın ise evliliğin ve ailenin bugünkü biçimini belirleyen nedenleri ele aldığı ve bu koşulları kökünden değiştirmek için var gücüyle çalıştığı zaman cinsler arasındaki ilişkilerde bir reformu da kolaylaştıracağını biliyor” der ve ekler: “Karmaşık aile sorununa yaklaşımda, burjuva ve proleter tutum arasındaki köklü fark işte burada yatıyor.”

“Aile sorununun çözümü, gerçekte, eşlerin birliğinin mümkün olan en iyi şeklini yalnızca ‘hayal etmekten’ mi ibarettir?” diye soran Kollontay; insanların, toplumsal yaşam biçimlerini isteklerine göre değiştirmek gücüne sahip olmadıklarını, tam da bu biçimlerin mantıkça var olan ekonomik üretim ilişkilerinden ileri geldiğini vurgular. Yapılabilecek tek şeyin ise, “...toplumsal yapıda zaten tamamlanmakta olan evrimin eğilimini yakalamak ve genellikle acısız tamamlanmayan bu dönüşüm sürecinin ritmini çabuklaştırmaktan ibaret” olduğunu belirtir. Gelecekte mümkün olacak eşler arası ilişkilerin neler olduğunu göstermek isteyen kişinin her şeyden önce bugünkü aile kurallarını dikkatle izlemek zorunda olduğunu ekler. Ve ailenin kapitalist toplum içinde kaçınılmaz çözülüşünü açıklamaya girişir. Bu açıklamanın sonucunda ise “Geleceğin daha özgür cinsel ilişkilerinin henüz soluk ve zayıf genç filizlerinin büyüme olanağı ancak burada, işçi sınıfında vardır. Ekonomik hesabı eşlerin birliğinin hemen tamamen dışında bırakan tek sınıf, evliliğin psiko-fizyolojik bir anlaşma, yani, tıpkı feministlerin görmek istedikleri gibi bir anlaşma olduğu tek sınıf, proletaryadır” tespitinde bulunur. Ve tekrar pahasına vurgular: “...eğer kadını aile boyunduruğundan kurtarmak için mücadele etmek isteniyorsa, okları, eş ilişkilerinin biçimlerine değil onları doğuran nedenlere yöneltmek gerekir.”

“Yeni kadın”

Kitabın “Yeni ahlak ve işçi sınıfı” adlı bölümünde Kollontay, “yeni kadın” tablolarını resmeder. Kollontay “yeni kadına” ilişkin olarak “Yakın geçmişin esas kadın tipi ‘kocasının yankısı’, yedeği, tamamlayıcısı olan ‘eş kadın’dı. Yeni kadın bir ‘yankı’ olmaktan çok uzaktır; erkeğin basit bir ‘yansıması’ olmayı bırakmıştır. Yeni kadın, kendi öz iç dünyasına sahiptir; genel insan çıkarlarına bağlı olarak yaşar; hem iç hem de dış dünyasında bağımsızdır” tanımlamasını yapar. “Yeni kadınları yaşam yaratıyor, edebiyat da yansıtıyor” diyen Kollontay, çeşitli edebi eserlerin kadın karakterlerini inceler. “Yeni kadında ‘kıskanç dişi’ daima artan biçimde ‘kadın kişi’ tarafından yenilmektedir” tespitinde bulunur ve ekler: “...yeni kadın için tutku, aşk yaşamın ancak bir bölümüdür. Aşkın gerçek içeriği, kadının yararlandığı “kutsal şey” şudur; toplumsal düşünce, bilim, yetenek, yaratıcı çalışma. Ve bu eser, bu amaç, yeni kadın için bütün gönül sevinçlerinden, tutkunun tüm zevklerinden genellikle daha önemli, daha değerli, daha kutsaldır.”

“Yeni kadını” betimleyen Kollontay, “Yeni kadının tip olarak gözükebilmesi ancak, ücretli kadın emek gücünün niceliksel artışıyla mümkündür” der. Kapitalizmin “yüz binlerce kadını aile yuvasından, beşiğinden koparıp alarak, itaatkâr ve edilgen yapıları, kocasına boyun eğen köleleri, kendi öz hakları ve çıkarları için savaşan bir orduya” dönüştürdüğünü, başkaldırıyı uyandırdığını, iradeyi eğittiğini belirtir. Kadının kişiliğinin bu sayede sağlamlaştığını vurgular. Ve ekler: “Kadın, derece derece erkek ruhundaki trajedinin nesnesi olmaktan, kendi öz trajedisinin öznesi olmaya dönüşmektedir.” 

Aşk ve proleter ahlak

Meisel-Hess’in bir kitabı üzerine düşüncelerini açıklayan Kollontay, üçüncü bölümde “aşk” konusu üzerinde durur. “Emekçi gençliğe mektup” başlıklı yazıda ise “...aşk, sadece doğanın zorlayıcı bir faktörü, biyolojik bir kuvvet değil, aynı zamanda toplumsal bir faktördür” diyen Kollontay; aşkın, toplumsal düzenler içinde süregiden gelişimini izler. İlkel dönemden feodal döneme ve kapitalizme kadar aşkın toplumsal içeriğini sorgulayan Kollontay, “Ekonominin ve toplumsal yaşamın gelişiminin art arda gelen aşamalarıyla, aşk kavramının içeriği değişti” der. Aşkın kapitalizm öncesine kadar evliliklerde belirleyen bir faktör olmadığını anlatan Kollontay, “Ne zaman ki aile yavaş yavaş üretim birimi olmaktan tüketim birimi olmaya dönüşüyor ve aynı zamanda birikmiş sermayenin gardiyanı oluyor, evlilikte aşk ideali ancak o zaman burjuva sınıfında gözükmeye başlıyor” diyerek burjuvazinin evliliğe aşk kavramını soktuğunu ancak bunu bile ikiyüzlüce yaptığını aktarır.

Kolektif için duyulan aşkı da tanımlayan Kollontay, burjuva ahlakı ile proleter ahlakı karşılaştırır. Bu konudaki düşüncesini, “Karşılıklı hakların, aşkta dahi tanınması, diğerinin kişiliğini hesaba katma yeteneği, karşılıklı sağlam bir destek, diğerinin gereksinimleri için dikkatli bir özeniş ve yürekten ilgi, çıkarlar ya da dilekler ortaklaşalığına bağlılık, işte aşk-arkadaşlık ideali budur ve proletarya ideolojisi, burjuva kültürünün ‘tekelci’ karı-koca aşkının yıpranmış ideali yerine bunu işleme yolundadır” sözleriyle açıklar. Burjuva ahlakının, her şeyin sevilen kişi için olmasını istediğini, proletarya ahlakının ise her şeyin kolektiflik için olmasını istediğini belirtir.

Sovyet deneyimi ve kadın

Kitabın son bölümünde ise Sovyet deneyiminden bölümler yer alır. Daha önce aktardığımız makalelerin olduğu bu bölümde Kollontay, Sovyetler’in kadının kurtuluşunun yolunu açtığını vurgular. Dini nikâh zorunluluğunun ortadan kaldırıldığını, boşanmanın önündeki engellerin temizlendiğini ve evlilik içi-dışı çocuk ayrımına son verildiğini aktarır.

“Ekim Devrimi’nin ilk yıllarında, törelerin değişmesi alanında deney bize ne öğretti?” diye sorar ve cevaplar: “Bu deney ilk olarak, kadının toplum içindeki durumunu, aile ve evlilik ilişkilerindeki haklarını belirleyen şeyin, bütünüyle üretimdeki rolü ve ulusal ekonomiyi zenginleştirmek, toplumsal yaşamın düzenlenişini iyileştirmek amacıyla üretici çalışmaya katılma derecesi olduğunu doğruladı. Çalışma, kadının durumunu gösteren ölçüdür; kapitalizmin ve bireyci aile ekonomisinin egemenliğinde ücretli çalışma, kadını köleleştiriyordu. Oysa kolektiflik için, toplum için çalışma, üretim biçimlerinin ve sosyalist tüketimin örgütlenmesi geliştikçe, özgürleştiriyor onu. İkinci olarak, yeni üretim ve gündelik yaşam biçimlerinin kuruluşu, ailenin köklü bir evrim geçirmekte olduğunu, eski ailesel bağların zayıfladığını, evliliğin geçici bir olay haline geldiğini (çözülmez kutsallık artık yok) ve analığın toplumsal bir işlev haline dönüştüğünü gösterdi.”

*”Serbest birlik” kavramı çeşitli yayınlarda “Serbest aşk” ya da “Özgür aşk” olarak da kullanılabilmektedir. Feministler “serbest birlik” kavramından sınırsız özgür cinsel yaşamı anlarken, Kollontay, bu kavramı evlilik boyunduruğundan kurtuluş temelinde ele almaktadır.