İran’da 1979 Devrimi ve kadınların özgürlük-eşitlik mücadelesi
Kadının aşağı cins olarak görülmesi sınıflı toplumların ortaya çıkardığı ve kapitalist sistemin derinleştirdiği tarihsel bir olgudur. Kapitalist sistem bu derinleşmeyi en başta dinsel gericiliğin yardımı ile başarmıştır. Öyle ki dinsel “emirler”in ardında kadına tam anlamıyla bir kölelik dayatılmıştır. Semavi dinler arasında kadını aşağı cins konumuna hapseden belki de en buyurgan din İslamiyet’tir. Ülkemizde dinsel gericiliğin iktidarı koşullarında kadının haklarına yapılan saldırılar aşikardır. Ancak en çarpıcı örneğini kuşkusuz Ortadoğulu kadınların yaşadığı hak gaspları oluşturmaktadır.
İran toplumundan silinen kadın kimliği
1979 İran Devrimi ile kurulan İran İslam Cumhuriyeti’nde kadın kimliği toplumdan silindi. Adım adım hayata geçirilen saldırılar ile örtünmek zorunlu kılındı. Müzik, şarkı söylemek, dans etmek yasaklandı. Kadınların erkeklerle birlikte yüzemeyeceğine hükmedildi. Plajlar kadın-erkek olarak ayrıldı. Kadın eğitmenler olmadığından ve erkekler tarafından bir kadının yetiştirilemeyeceğinden yola çıkılarak kadınlara yüzme sporu yasaklandı. Spor yasağı daha sonra genelleşti. Bir kadının gittiği bir futbol maçında kaçan topu futbolcuya verdiği ve bu esnada tanıştığı futbolcu erkeğin tecavüzüne uğrayarak katledilmesi örneğinden çıkan sonuç, kadınların futbol maçlarını izlemesinin yasaklanması oldu. Çocuk yurtlarının karma olarak işletildiği takdirde yanlarına bir de doğum evi açmak gerekir mantığı ileri sürülerek, tüm eğitim aşamaları erkek-kadın olarak ayrıldı. Sonuç, yeterli olmayan okul sayısı sebebiyle kız çocuklarının okuyamaması oldu. Bunu evlilik yaşının kız çocuklarında 13’e indirilmesi ve evli öğrencilerin okula alınmaması izledi. Kadın, çocuk doğuran ve evinde oturan bir “varlığa” indirgendi. Yolda yabancı bir erkekle karşılaştığı zaman arkasını dönerek erkeğin geçmesini beklemesi emredildi. Boşanması erkeğin iznine tabi kılındı. Çocukların vesayeti erkeğe verildi. El ele ya da sokakta aileden olmayan bir erkekle dolaşması yasaklandı. “Zina yapan” kadın recm usulüyle, yani kafasına kadar toprağa gömülü haldeyken taşlanarak katledildi. Kadınlar yargıçlık gibi kimi mesleklerden men edildi. Kadının şahitliği erkeğinkinin yarısı kabul edildi. Kazalarda ölen kadın için tazminat oranı yarı yarıya düşürüldü. Ahlak polisleri tarafından “denetlenen” kadınlar Besic adlı molla örgütlerinin de hedefi oldular.
Kadını bu aşağılayıcı uygulamalarla karşı karşıya bırakan 1979 Devrimi’ne biraz daha yakından bakalım.
Kanlı diktatör Şah’a karşı direnişin ön saflarında
1953 yılında ilerici reformcu başbakan Musaddık’ın ABD darbesi ile devrilmesiyle Şah bir kez daha İran halkının başına getirildi. “İktidarımı size borçluyum” diyerek emperyalizme olan borcunu dile getiren Şah, “batılılaşma” hareketinin ivmesini arttırdı. Batı kültürünün, tarihi boyunca emperyalizmin boyunduruğunda acı çeken bir halka tepeden dayatılması ve sömürü, açlık ve sefaletin Şah ve çevresindekiler nezdinde artan zenginlik oranında derinleşmesi, halkları ayaklanmaya iten en önemli etkenler oldu. “Anti-emperyalizm” söylemini ezilenden-yoksuldan yana olduğu argümanı ile birlikte işleyen Humeyni şahsında mollalar, kitlelerin taleplerini bayraklaştırarak, ayaklanmaları yöneten güç olarak öne çıktılar. Başta komünist sıfatı taşıyan revizyonist TUDEH olmak üzere sol akımlar, devrimci bir stratejinin yokluğunda anti-emperyalizm adına Humeyni’yle birlikte davranmanın ötesine geçemediler. Devrimin iplerini ellerinde toplayan mollalar ise geniş emekçi kesimlerin açlık ve yoksulluğunu istismar ederek, örgütlenmelerini camiler üzerinden gerçekleştirerek kitlelerle bütünleşti ve iktidara yürüdüler.
Ayaklanmaların, gösterilerin yılı olan 1978’de, her ne kadar harekete siyasal olarak önderlik eden güç mollalar olsa dahi Şah’a darbeyi vuran işçi sınıfı oldu. Petrol işçilerinin grevi Şah rejimini baştan aşağıya salladı. Fabrika ve işyeri işgalleri ile doruk noktasına ulaşan sınıf hareketi toplumun her kesiminin desteği ile Şah’ı ülkeden kaçmaya zorladı. Gerçekleşen tam anlamıyla işçi sınıfının lokomotif güç olduğu bir halk hareketi idi.
Kadınlar bu hareketin ön saflarındaki yerlerini aldılar. Okul, hastane ve işyerleri işgallerinde başı çeken kadın işçileri kefenli ölüm yürüyüşlerinde peçeli-peçesiz, kapalı-açık olarak görmek mümkündü. Barikatlarda, yardım ekiplerinde yer alan kadınlar karakol baskınlarında da elde silah en önde çarpışan güç idiler. Şah’ın tarafında savaşan ordu birliklerinin tanklarını ellerindeki karanfillerle durduran da yine İranlı kadınlardı. Sadece sokaklarda değil, devrimin yönlendirilmesinde de yer alan kadınlar kurulan hemen hemen her komitede yönetici pozisyonunda bulunuyorlardı.
Şah rejiminin emperyalist-kapitalist kültür ile birlikte kadını metalaştıran uygulamaları, kapanmanın yasaklanması, kapanan kadınların sokak ortasında çarşaflarının Şah birliklerince yırtılması gibi kadının iradesini yok sayan pratikler ile açlık ve sefalet koşuları kadınları Şah rejimine karşı ayaklanmalarda ön saflara iten nedenlerdi. İran halkının tümü gibi İranlı kadınlar da özgürlüklerinin diktatörlükler rejimi ile değil, demokratik cumhuriyetle geleceğine inanıyordu. Ne var ki İran’da devrimci önderlik boşluğu, devrime dair stratejik hatalar ve aynı zamanda dinsel gericiliğin gücünün küçümsenmesi, İran halkları ile birlikte İranlı kadınlar için de kölece bir yaşamın zeminini düzledi. Devrimin kaybedeni toplamda İranlı emekçiler oldu. Ancak İranlı kadınlar ayrıca, güç verdikleri devrimin kurbanı olma yazgısını taşıdı.
8 Mart 1979 yürüyüşü ve Humeyni döneminde kadınlar
Humeyni’nin iktidarı ele alması ve TUDEH’in Humeyni iktidarına alkış tutması ile kartlar açıkça oynanmaya başlandı. Paris’teki sürgününde İran halkına ve özelde kadınlara seslenen Humeyni verdiği sözleri unuttu. Kapitalist sistem yerli yerinde duruyordu, ancak sistemin rengi belirgin bir biçimde yeşile dönmüştü. Humeyni’den ilan etmesi beklenen “Demokratik İslamiyet Cumhuriyeti” rafa kaldırılarak, demokrasi “batı icadı” olarak lanetlendi ve “İslami Cumhuriyet” yapılan İslami anayasa ile ilan edildi. En küçük bir muhalefet “Şah yanlısı”, “ABD yanlısı” vb. olmakla itham edildi. Muhalifler “devrim mahkemelerinde” birkaç dakika süren göstermelik yargılamalar sonucunda idam cezasına çarptırıldı. Diktatörlüğe son veren İran halkı başka bir diktatörün boyunduruğuna girmişti.
Kadın haklarına yönelen saldırılar ise adım adım hayata geçirildi. Önce Şiraz’da dört kadın “uygun giyinmedikleri” için “fahişe” ilan edilerek idam edildi. Ardından 7 Mart 1979’da Humeyni kadınların kamusal alanlarda kapanması gerekliliğini açıkladı. 8 Mart da yine “batı icadı” ilan edildi.
Şah dönenimde kapanmaları yasaklanan kadınlar bu sefer de dinsel gericilik eliyle örtünmeye zorlanıyorlardı. İlerici-devrimci örgütlerin kadın grupları tarafından oluşturulan “Kadın Dayanışması Komitesi”nin erkeklerle eşit haklara sahip olmak, çalışma hakkı ve kıyafet serbestliği talepleri ile örgütledikleri 8 Mart yürüyüşüne 20 bin kapalı-açık kadın katıldı. Adalet Bakanlığı’na yürümek isteyen bir grup kadının önü mollalar tarafından kesildi. Kadınlar küfürler eşliğinde saldırıya uğradılar. Acımasızca saldırıya uğrayan, taşlanan, bıçaklanan kadınların büyük bir bölümü tutuklandı. Tutuklanan kadınlara hapishanede işkence devam etti. İnanışa göre bakire kadınlar cennete gittiğinden, tutsak kadınlar “diğer tarafta da” cehennem azabına mahkum edildi. İdam edilmeden önce tutsak kadınlar mollaların tecavüzüne uğradı. Bu arada dışarıda süren eylemler sebebiyle dini liderler geri adım atmak zorunda kaldılar. Ancak bu göstermelik bir adım oldu. 1983 yılında “hicap” giymek (İslami giyim/örtünmek) ceza kanuna göre zorunlu hale getirildi. Cezası önce 74 kırbaç ve sonrasında ise bununla birlikte on günden iki aya kadar hapis ya da 50.000 riyalden 500.000 riyale kadar para cezası oldu.
Kadınların mücadelesi durmadı. Kapanmadıkları için işlerinden atılan kadınlar İşsiz Kadınlar Grubu’nu kurdu. Bu grup, işyeri işgalleri gerçekleştirdi. Birkaç gün süren Adalet Bakanlığı işgali sonucunda kısmi bir kazanım sağlandı. Mücadelelerine devam eden kadınlar bu sefer örgütlenmelerini genişlettiler. Kurulan Ulusal Kadınlar Birliği saflarında hicaplı kadınların da yer alması ve 8 Mart’ta ortaya konan vahşi saldırıyı kapalı kadınların protesto etmesi mollaları harekete geçirdi. Mollalar kadınların özgürlük mücadelesini bölmek adına “Müslüman Kadınlar” adlı bir örgüt kurdular. Erkek mollalar tarafından “Müslüman Kadın” adlı bir de dergi çıkarıldı ve amaçlarında “başarılı” oldular.
Molla rejimine karşı en anlamlı çıkış kadınlardan geliyordu. TUDEH, Humeyni’nin kanlı icraatlarını ve İslami rejimini onaylıyordu. İçerisinde İslami sol olarak kendini tarifleyen muhalif grupların da yer aldığı reformist cenah ise birlikler kurup, yürüyüşler düzenliyordu. Fakat bu çabaların hepsi kanla boğuldu.
Yükselen muhalefete ve kadın mücadelesine karşı mollaların imdadına Irak-İran savaşı yetişti. “Vatan savunması” adına tüm muhalefet azgınca bastırıldı. Sekiz yıl süren savaş yıllarında kadınların hakları da tam bir keyfiyetle budandı.
'90’lı yıllarda kadınların mücadelesi durmadan devam etti. Kadınların özgürlük talepleri hiçbir işlevi olmasa dahi cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ana vaat oldu. Cumhurbaşkanı Rafsancani ve sonrasında Hatemi döneminde mücadeleleri ile kimi haklarına kavuşan İranlı kadınlar, Ahmedinejad döneminde tekrar saldırıların hedefi oldular.
21. yüzyılda İranlı kadınların mücadelesi
Komünist bir partinin öncülüğünden yoksun olmanın tarihi eksikliğini 1979 yılında en acı biçimde yaşayan kadınlar, sonrasında yürüyen mücadelelerinde de bu boşluğun handikabını yaşamaktan kurtulamadılar. Yine de feminist hareketin (ilerici aydın kadınların) öncülüğünde gelişen kadınların özgürlük mücadelesi, bu ideolojinin sınırları ile eşgüdümlü olarak, siyasetçilerden ve siyasi süreçlerden medet uman bir pratikle inişli çıkışlı bir hat izledi.
2006 yılında başlatılan “1 milyon imza” kampanyası kadınların örgütlenmek adına ne denli inatçı olduklarını kanıtladı. Erkeklerle eşit haklar talebiyle yürütülen imza kampanyası uzun yıllara yayıldı. İmzaların toplanması ve cumhurbaşkanlığına iletilmesinden öte, örgütlenme alanında İranlı kadınların hanesine bir başarı olarak yazıldı. Kadınların kampanya kapsamında konferanslar vermelerinin ya da propaganda yapmalarının yasaklandığı İran’da onlarca aktivist tutuklandı. Fakat tutuklanan aktivistler hapishanelerde çalışmalarına devam ederken, tutuklu kadınlar için eşgüdümlü olarak kampanyalar başlatıldı. Ev ev dolaşarak, parklarda, çay toplantılarında bir araya gelen ve imza toplayan kadınlar her ne koşulda olursa olsun çalışmalarına devam ettiler.
Öte yandan İran’da sosyal medyanın yasak olmasına karşın çeşitli yöntemlerle sosyal medyayı kullanan İranlı kadınlar sosyal medya üzerinden “MyStealthyFreedom/BenimGizliÖzgürlüğüm” etiketiyle açılan facebook sayfasında başları açık fotoğraflar çektirerek yayımlamaya başladılar. Bugünlerde kadınların sivil itaatsizlik örnekleri bu sayfada yayımlanıyor. Son olarak “WhiteWednesdays/BeyazÇarşambalar” etiketiyle başlatılan kampanyada ise Çarşamba günleri beyaz eşarplarını çıkaran kadınlar ve bileklerine beyaz ipler bağlayan erkekler bu sayfada videolarını, fotoğraflarını paylaşmaya çağrıldı.
İran’da kadınlar özgürlükleri için örgütlenmeye ve taleplerini her fırsatta dile getirmeye devam ediyor. Zira 2009 yılında şaibeli cumhurbaşkanlığı seçimlerinde sokaklara dökülenler arasında yine kadınlar vardı.
Ve belirtmek gerekir ki, 1979 Devrimi sonrasında verdikleri mücadele ile yasaklarda kısmi esneklikler sağladılar. Kimi mesleklere geri döndükleri gibi özellikle üniversite eğitimi konusunda erkeklere oranla daha ileri bir düzeye eriştiler.
İranlı kadınların mücadelesinden dünya kadınlarına dersler
Bugün, 21. yüzyılda İranlı kadınlar ahlak polislerinin baskısı altında aşağılayıcı ve köleleştirici uygulamalarla karşı karşıya bulunuyorlar. Ve işçi-emekçi kadınlar bir kez daha sınıflı toplum gerçekliği ile yüz yüzeler. İranlı kadınların bu sorunlarla karşı karşıya gelme ya da bunlara karşı oluşturabildikleri “geçici çözümleri” kapitalizmin doğası ile tam bir uyum içinde sınıfsal ayrımlara tabi oluyor. Tüm baskılara, yasaklamalara burjuva kadınların polislere verdiği rüşvetlerle göz yumulabiliyor; Tahran’ın zengin muhitlerinde denetimler esnekleştirilebiliyor. Burjuva evlerde gelenek haline gelmiş olan “partilerle” burjuva kadınlar “özgürlük” elde edebiliyor ya da yurt dışı seyahatleri ile kısmen yasaksız bir yaşam sürebiliyorken, İslami Cumhuriyetin tüm yasakları işçi-emekçi kadınlar için harfiyen uygulanıyor. İşçi-emekçi kadınlar için bu yasakları para ile delmenin yolu bulunmuyor. Bu sebeple devrimin ilk süreçlerinde ezilenlere seslenen Humeyni’nin İslam Cumhuriyeti’ni savunan kadınlar çoğunlukla işçi-emekçi sınıf içerisinden çıkarken, artık gelinen yerde işçi ve emekçi kadınlar mollalar rejiminin en önemli düşmanları durumundadırlar.
İran’da kadınların kurtuluşu elbette molla rejiminin kapitalist sistem ile birlikte yerle bir edilmesi ile mümkündür. 2009’da toplumsal mücadelenin temel gücü olduğunu yaptığı grevlerle hatırlatan işçi sınıfı bu görevi üstlenecek tek sınıftır. İşçi ve emekçi kadınlar da aşağılayıcı ve köleleştirici uygulamalara ve sömürüye karşı mücadele bayrağını yükseltecektir.
İran deneyimi dünya kadınları için önemli dersler barındırmaktadır. Ve öyle görünüyor ki, Şah rejimini yıkan İranlı işçi ve emekçiler, mollalar rejimini de bekleyen aynı akıbetin mimarı olacaklardır. Özgürlükleri ve eşitlikleri zapturapt altına alınan İranlı kadınlar ise dinsel gericiliğin boyunduruğundan kurtuluşları ile daha nice deneyime ve derse göğüs açacaktır.
Kaynakça:
İran’da Soluyor Çiçekler / Bahman Nirumand
İran Uyanıyor / Şirin Ebadi
Üçüncü Dünya İkinci Cins / Miranda Davies
Dünya, Ortadoğu, Türkiye / Haluk Gerger
Modern Ortadoğu Tarihi / William L. Cleveland