Aydın’da üniversite öğrencisi Zeren Ertaş kaldığı KYK yurdunda alınmayan önlemler sonucu asansörün düşmesi ile yaşamını yitirdi. Yurtta kalan öğrenciler haftalardır asansörün arızalanmasından kaynaklı şikayet dilekçeleri verdiklerini ancak yurt yönetiminin ciddiye almadığını söylüyorlar. Yani yaşanan olayın göz göre göre geldiği, bir katliam yaşandığı ortada. Tüm bunların ardından vali çıkıp pişkin bir şekilde “15 kişilik asansöre 16 kişi binmişler...” diyebiliyor. Yaşananların ardından devletin yaptığı tek şey yurt müdürünü açığa almak, asansör firması yetkilisini gözaltına almakla sınırlı kaldı.
Üniversite öğrencileri yurtlarında, üniversitelerinde, kent meydanlarında eylemler gerçekleştiriyorlar. Katledilen arkadaşlarının sorumlularının hesap vermesini istiyorlar. Eylemlerin öne çıkan şiarı ise “Yaşamak istiyoruz!” Düşünelim ki barınma, beslenme, geçim sıkıntısı, niteliksiz-bilimsellikten uzak eğitim, geleceksizlik gibi bin bir dertle boğuşan gençler için artık “yaşamak” da temel bir talep haline gelmiş durumda. Çünkü kendilerini güvende hissetmiyorlar. Zeren bir KYK yurdunda alınmayan önlemlerin kurbanı olmaktan, Enes gibi bir cemaat yurdunda gördüğü baskı sonucu bunalıma sürüklenip ya da Resul gibi Elif gibi umutsuzluğa kapılıp intihar etmekten korkuyorlar.
Üniversitelerde okuyanlar bizlerin çocukları, kardeşleri, yakınları. “Çocuğumu ilk defa devlete emanet ettim ama devlet benim çocuğuma 20-25 gün bakamadı” diyen Zeren’in babası ile belki de aynı işyerinde çalışıyoruz. Zeren’in yurdunda alınmayan önlemler bizlerin fabrikalarında, işyerlerinde de alınmıyor. İş kazaları sıradanlaşmış durumda. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi verilerine göre, sadece 2023’ün ilk dokuz ayında 1409 işçi hayatını kaybetti. Bizler çocuklarımız bizden daha iyi bir geleceğe sahip olsun diye canımız pahasına çalışıyoruz. İş kazalarını önemsemiyoruz, düşük ücretleri daha fazla mesaiye kalarak telafi etmeye çalışıyoruz. Bu da yetmiyor ek işe gidiyoruz. İnsanlık onurumuzu ayaklar altına alan çalışma koşullarına boyun eğiyoruz. Ama yaptığımız tüm bu fedakarlıklar çocuklarımızın geleceğini kurtarmaya yetmiyor. Yetmeyecek de...
Böyle devam ederse, gençler Zeren gibi cinayetlere kurban gidecekler, Resul gibi elif gibi intihara sürüklenecekler. Yaşayabilenler ise işsizlik, torpil, liyakatsizlik, insanlık dışı çalışmayla boğuşmak durumunda kalacaklar.
Yazının başında “gençler korkuyorlar” demiştik. Ama onlar bu korkularını aşıp katledilen arkadaşlarının hesabını sormak, taleplerini dile getirmek için günlerdir eylemler yapıyorlar. Zeren’in böyle acı bir şekilde hayatını kaybetmesi onlar için bardağı taşıran son damla oldu. Doğduklarından beri AKP iktidarından başka bir iktidar görmeyen, dinci-gerici eğitim sistemiyle adeta beyinleri yıkanarak yetiştirilen, her türlü özlemleri, talepleri baskı ve zorbalıkla bastırılan gençler bu gidişata “dur” demek için bir adım attılar. Şimdi atılan bu adımı büyütme zamanı.
Çocuklarımız için didinip çalışmanın onların geleceğini kurtarmaya yetmediğini görelim. Bozuk düzende sağlam çark olmuyor. Biz ne kadar bu gerçekleri görmemek için gözümüzü, kulağımızı kapatsak da, “çocuklarım için” deyip her şeye katlansak da, o bozuk çarklar gelip çocuklarımızı da buluyor. Zeren’e yaptığı gibi hayatını çalıyor. Bu sebeple işçi sınıfı olarak günlerdir Zeren için seslerini yükselten, mücadele eden gençliğin yanında olalım. Hem bizim hem de onların geleceğini çalan bu bozuk düzenden hesap soralım.
(Emeğin Kurtuluşu’nun 1-15 Kasım 2023 tarihli 20. sayısından alınmıştır…)