"Vurulup düşseler de her kuşatmada
Serüvencidir onlar ve hiç ölmezler."
1970’li yıllar tüm dünya ile birlikte Türkiye'de de toplumsal muhalefetin yükselişe geçtiği yıllardı. Gelişen kapitalizm, kendi mezar kazıcılarının saflarını daha da büyütüyordu. İşçi sınıfı ve gençlik ekonomik, akademik ve politik talepleri için çeşitli eylemler düzenliyorlardı. ’70’li yıllarda işçiler ve gençliğin el ele büyüyen eylemleri, 1980 senesinde Tariş direnişi ile doruk noktasına ulaşmıştı. Toplumun genelinde devrimci bir rüzgâr esiyor, toplumsal muhalefet gittikçe yükselişe geçmeye devam ediyordu. 12 Eylül faşist darbesi işte böyle bir dönemde planlandı.
Devrimci yükselişten toplumun en genç kesimleri de etkileniyordu. Liseler de devrimci yükselişin etkisi altındaydı. Devlet şiddeti kendisini liselerde de gösteriyor, en küçük muhalif sese karşı faşizmin kaçırma, tutuklama ve işkence politikaları büyük-küçük dinlemeden işletiliyordu. Ancak artan baskı, şiddet ve korku atmosferi, idamlar ve tutuklamalar devrimci iradeyi teslim alamamıştı.
Erdal Eren, 25 Eylül 1969 senesinde doğdu. Ankara'ya Yapı Meslek Lisesi'ne ailesi tarafından okumaya gönderilmişti. Henüz lise sıralarındayken Yurtsever Devrimci Gençlik Federasyonu saflarında mücadeleyi büyüten genç devrimcilerden biriydi.
ODTÜ öğrencisi Sinan Suner, MHP'li Cengiz Gökçek'in koruması Süleyman Esendemir tarafından katledildi. Bu olayın ardından Sinan'ın yoldaşları durumu protesto etmek için 25 Şubat günü yan yana geldiler. Ancak protestolara asker saldırdı ve bu saldırı esnasında bir asker sırtından vurularak öldürüldü. Bu ölümden 24 kişiyle birlikte gözaltına alınan Erdal Eren sorumlu tutuldu. Ardından göstermelik bir yargılama süreci işletildi ve Erdal hakkında idam kararı verildi. En hızlı yargılama süreçlerinden birine tanık olundu bu süreçte. Verilen karara karşı çıkanların ardından faşist Kenan Evren, "Asmayalım da besleyelim mi" diyecekti.
Erdal Eren, Mamak Askeri Hapishanesi'nde kaldığı süre zarfında ağır işkencelerden geçirilir. Bu süreçte kaleme aldığı mektuplarında maruz kaldığı işkenceler karşısında devrimci iradesi ile inatla yaşama tutunduğu görülür.
Erdal, o yıllarda 17 yaşındaydı. Fakat darbenin hemen ardından bir gecede yaşı büyütülerek idam kararı verilmişti. Erdal'ın annesi Şadan Ana, mahkemenin göstermelik kurulduğunu şu sözler ile anlatır: "Eve geldiklerinde 'Oğlun bir asker öldürdü, idam edilecek' dediler". Şadan Ana 13 Aralık 1980 sonrasında oğlunun ardından "Çok hümanistti, karıncayı bile incitmezdi" der. İdam kararını iki kez bozan Hâkim Albay Ahmet Turhan, olay ile ilgili gerekli balistik incelemenin yapılmadığını ayrıca Erdal Eren'in askeri öldürdüğüne dair bir kanıt bulunmadığını ifade etmiştir.
Erdal'ı asarak bir mücadeleyi bitirebileceklerini, devrimci iradeyi teslim alabileceklerini sananlar yanıldıklarını çok geçmeden anlayacaklardı. Erdal'ın hemen ardından 17 yaşındaki bir başka devrimci Ercan Koca, Erdal'ın idamını protesto etmek için pankart asarken faşist darbeciler tarafından işkence ile katledildi. Ercan Koca'nın ablası Rezzan Tik şöyle diyordu: "Bir gün gelecek ve rüzgar ters yönden esecek. Ercan, Erdal için gitti ve onun bayrağını devraldı. Erdal, Sinan Suner için bayrağı devralmıştı. Şimdi üçü de Karşıyaka Mezarlığı'nda üç selvi birbirine bakıyor, tıpkı Deniz'in, Yusuf'un, Hüseyin'in baktığı gibi."
Bugün 12 Eylül düzeni halen daha devam ediyor. Ancak bu zulme, şiddete, baskı ve teröre karşı umut, direnç, mücadele ve yarınlara olan inancımız da dimdik ayakta! Sinan'ların, Erdal'ların, Ercan’ların ve daha nice yiğit devrimcinin bizlere bıraktığı bayrağı faşizmin burçlarına dikeceğimiz gün gelinceye kadar bu mücadele dur durak bilmeyecek. Mücadelemizi tıpkı Erdal'ın son mektuplarında annesine yazdığı gibi yürüteceğiz:
“Bu işi hep beraber yürütürsek ancak kazanabiliriz. Omuz, omuza, birbirinden güç alarak, birbirine güç vererek. Ve anam, bu savaşı ne pahasına olursa olsun kazanmalıyız, kazanacağız. Kazanacağız ki çiçekli, mutlu günleri hep beraber görelim, senin torunların görsün ve torunlarının çocukları görsün.”
M. Nevra