TBMM 27’nci dönem 2’nci yasama yılı dün başladı. AKP’nin hezimete uğradığı 7 Haziran 2015 seçimlerinden beri fiilen “yok hükmünde” olan ceclis, hukuksal olarak da yok hükmünde olacağı döneme girmiş bulunuyor.
Yeni dönemde meclis gündeminin ilk maddesi, tüzük değişikliği olacak. Yani meclis, yok hükmünde olduğunu tüzüğü değiştirerek teyit edecektir. Hal böyleyken “meclisin yüceliği” lafı dillerden düşmeyecek, “millet iradesinin timsali” diye pazarlanmaya devam edecektir.
“Yürütmenin tek muhatabı cumhurbaşkanıdır”
Meclis açılışında konuşan T. Erdoğan demagojik mesajlar ve Kürt halkına yönelttiği tehditlerin yanı sıra şunları da söyledi, “Yürütmenin tek muhatabı Cumhurbaşkanıdır. Milli iradenin önünde engel oluşturan sistem içindeki tüm vesayet mekanizmaları artık ortadan kalkmıştır.”
Kendisinin “tek muhatap” olduğunu ilan eden AKP şefine göre “milli irade” de kendisinden ibarettir. Eğer “milli irade” denen şey meclisten ibaretse, T. Erdoğan’ın dediğinin bir karşılığı var. Zira bu iradesiz meclis, tek adama dayalı dinci-faşist dikta rejimin “vitrini” olmanın ötesine geçemiyor. İfade uygunsa bu meclis, başında T. Erdoğan’ın bulunduğu dikta rejimin “incir yaprağı”ndan başka bir şey değildir.
Meclise bu alçaltıcı misyonu biçen T. Erdoğan’la müritleri, göstermelik “seçilmiş” temsili kurumlara ve seçim seremonilerine elbette muhtaçlar. Zira bu seremoniler -16 Nisan referandumu ve 24 Haziran seçimlerinde olduğu gibi- hile/hurda, hırsızlık ve zorbalık gölgesinde geçekleşse bile, dikta rejime “meşruluk” sağlamış kabul ediliyor.
Türkiye kapitalizmi ve burjuvazisi de tek adam diktasına tav olmuştur. Artık onlar nezdinde de “milli irade”nin, parlamentonun ve diğer temsili kurumların önemi dikta rejimin bekası için sağladıkları katkılarla ölçülmektedir.
“Kayıkçı dövüşü”ne değil mücadeleye odaklanma zamanı
Burjuva devletin üç temel kuvveti sayılan yasama, yürütme, yargı alanları tek adama bağlanmıştır. Bu sistemde meclise düşen görev “diktatörün noteri” olmaktan ibarettir. Zira kararlar üzerinde kayda değer bir etkisi ya da yetkisi olmayan bir kurum bu sınırların ötesine geçme iradesi ve gücünden de yoksun olacaktır.
Saray karşısında “yok hükmünde” olmasına rağmen parlamentoda gerilimin, tartışmaların, hatta kimi zaman kayıkçı dövüşlerinin devam edeceğini öngörmek zor değil.
Kapitalizmin ekonomik krizi ile dikta rejimin siyasi/ahlaki krizi giderek derinleşiyor. Bunun yıkıcı sonuçlarını işçi sınıfıyla emekçiler iliklerine kadar hissediyorlar. Hal böyleyken, meclisin yapay gündemleri veya yerel seçimlerle oyalanmak değil, mücadeleye odaklanmak onurlu emekçilere yakışan bir tutum olacaktır.
İşçi sınıfıyla emekçiler kokuşmuş düzenin kurumlarına veya partilerine değil, kendilerine güvenmelidirler. Bu özgüven hem krizin faturasını ödememek hem sömürü ve zorbalıktan kurtulmak için hayati önemdedir. Unutulmamalıdır ki, işçi ve emekçilerin kurtuluşu kendi mücadelelerinin eseri olacaktır.