İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun kolluk kuvvetlerine uyuşturucu satıcıları üzerinden “yakaladığınızın bacaklarını kırın” çağrısı yapması, geçtiğimiz hafta Türkiye kamuoyunda bir hayli tartışma yarattı, tepkilere konu oldu. Soylu’nun açıklamaları, kolluk güçlerine yargısız ve yerinde infaz gerçekleştirme çağrısı olarak değerlendirildi. Gelen tepkiler üzerine AKP tarafından yapılan açıklamalar ile Soylu’nun açıklaması meşru ve normal gösterilmeye çalışıldı. Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın bu sözlere ilişkin; “Hem terörle hem uyuşturucuyla ve diğer suç türleriyle mücadelede bir kararlılık ifadesidir ve bunu emniyet görevlilerine söylüyor. Bunu başka yerlere çekmek ancak kötü niyetle izah edilebilir. Bu mücadelede kararlılık vurgusu son derece önemlidir” dedi.
Dolayısıyla Soylu’nun pervasız açıklamaları son KHK’larla birlikte değerlendirildiğinde, asıl amacın uyuşturucu kullanımı ve satılmasını engellemek olmadığı açıktır. Çünkü sermaye düzeninin gerçekte uyuşturucu satıcıları ile esaslı bir sorunu yoktur. Zira uyuşturucu ve benzeri sorunların kaynağı bizzat kapitalist sistemin kendisidir. Dolayısıyla bu gibi saldırgan açıklamalar ilerici-muhalif kesimleri hedef almaktadır. Diğer taraftan kısa bir zaman önce de Kılıçdaroğlu’na mafya jargonuyla “sen bittin” diyen Soylu’nun mafyatik ilişkileri zaten bilinmektedir.
*
Sermaye devletinin uyuşturucuyla mücadele yalanı medyatik operasyonlardan, torbacıların ve uyuşturucu kullananların gözaltına alınıp tutuklanmasından ibarettir. Uyuşturucu baronlarına dokunulmamaktadır. O medyatik uyuşturucu operasyonları bu gerçeği saklamak içindir. Çünkü uyuşturucu trafiği bizzat devletin kontrolündedir. Tıpkı fuhuş, tarihi eser ve altın ticareti, hatta büyük oranda silah kaçakçılığı gibi. Uyuşturucu ticareti de kapitalist sistemin bir bakşa serbest ticaret şeklidir. Hatta o kadar serbesttir ki sol muhalefetin, Alevi ve Kürt emekçilerin yaşam alanlarında, uyuşturucu, fuhuş ve alkol devlet güçleri tarafından bilerek yaygınlaştırılmaktadır. İddia edilen yalanların aksine, uyuşturucu ticaretinde devletin kendisi bu trafiği kontrol etmekte, adeta trafik polisliği yapmaktadır. Mafyalaşmış devlet gerektiğinde “racon” kesmekte, kimine “geç”, kimine “dur” demektedir.
BM verilerine göre, Türkiye’de uyuşturucu kullanımı 2011-2017 arasında, 6 yılda 17 kat artmıştır. Diğer taraftan kullanım yaşı da 10’a kadar düşmüştür. BM Uyuşturucu ve Suç İle Mücadele Dairesi’nin (UNODC) verilerine göre de, sentetik uyuşturucu kullanımı sonucunda yaşanan ölümlerde Türkiye, Avrupa ülkeleri arasında birinci sırada yer alıyor. UNODC’nin son raporuna göre, uyuşturucu kullanımı Türkiye’de son 3 yılda yüzde 20 artarak 1,5 milyona dayandı. Bunlar sadece bilinebilen rakamlardır. Gerçekte ise tablo çok daha ürkütücüdür. Haklarında adli işlemler yapılanların, hapse atılanların sayısı on binlerle ifade edilmektedir.
Diğer taraftan, bu nasıl bir uyuşturucu ile mücadeledir ki, Sağlık Bakanlığı 2017 Merkezi Bütçe Sunumu’na göre AMATEM ve ÇEMATEM’lerde sadece 919 tedavi amaçlı yatak bulunmaktadır. Yani “uyuşturucu ile mücadele ediyoruz” diyen devlet, uyuşturucudan kurtulmak isteyenlere yardım etmemektedir. Aksine uyuşturucu ile mücadele yürüten ilerici, devrimci güçler bizzat devlet tarafından engellenmektedir. Uyuşturucu satıcıları tarafından öldürülen Hasan Ferit Gedik davası sadece bir örnektir buna.
Ayrıca uyuşturucu kullanımının bir de sosyolojik tarafı vardır. Bu zehrin yaygınlaşmasının en büyük nedeni de budur. Bizzat Türkiye Emniyet Genel Müdürlüğü KOM Daire Başkanlığı’na bağlı Türkiye Uyuşturucu ve Uyuşturucu Bağımlılığı İzleme Merkezi’nin (TUBİM) yaptığı araştırma insanları uyuşturucuya teşvik edenin kim olduğunu ele vermektedir. Bu araştırmaya göre uyuşturucu kullananların yüzde 64.81’i ilkokul mezunu, yüzde 49.31’i işsiz, yüzde 31.93’ünün düzenli bir işi yok, yüzde 2.26’sı öğrencidir. Yani yoksul sınıfa mensup olan, eğitim ve çalışma hakkı engellenenlerdir. Bu suçla hapse atılanlar da çok büyük oranda yoksullardır. Burjuva sınıfa mensup olanların uyuşturucu nedeniyle gözaltına alınması, tutuklanması ve tahliye olması da bir başka medyatik olaydır. Tıpkı Deniz Seki ve diğerleri gibi… Yoksulları bu suça iten sermaye düzeni ve medyası, yoksulların zaten karanlık hayatlarını bu sicilleri nedeniyle daha da karartırken, bu burjuva baylar ve bayanların namına nam katmakta, şöhretlerini daha da arttırmaktadır.
Sık sık toplumun ruh sağlığının bozulduğunu söyleyen haberler karşımıza çıkmaktadır. Uyuşturucu, antidepresan kullanımının, intihar vakalarının sürekli artması gibi. İşçi ve emekçilerin ruh sağlığını bozan, onları kolay cinnet geçirebilir, cinayet işleyebilir, uyuşturucu kullanabilir, intihar edebilir hale getiren toplumsal eşitsizliklere neden olan kapitalist sistemdir.
Bu sistemin mafya ağzıyla politika yapan, tetikçilerine “vur emri” veren siyasetçileri de işte bu düzeni korumaktadır. İnfaz emirleri ise esas olarak bu toplumsal adaletsizliklere son vermek isteyenlere yönelik bir tehdittir.