“O dönemde, 20. yüzyılın hemen başlarında, Sverdlov yoldaş, bizim gözümüzde, ailesini ve eski burjuva toplumunun bütün rahatlıklarını ve alışkanlıklarını terk etmiş, kendini her şeyiyle devrime adamış, yıllar boyu hapisten sürgüne, sürgünden hapse gönderilirken devrimcileri çelikleştiren bu nitelikleri durmadan geliştirmiş bir insan, en kusursuz bir profesyonel devrimci örneğiydi. Ama bu profesyonel devrimci bir an bile kitlelerden kopmadı. Çarlık düzeni koşullarında, o günlerin bütün devrimcileri gibi esas olarak yeraltı çalışmasına, illegal faaliyete geçmek zorunda kaldığı halde, Sverdlov, 20. yüzyılın başlarında önceki devrimci aydınlar kuşağının yerini almaya başlayan öncü işçilerle her zaman el ele, omuz omuza yürümüştür. Her zaman mücadele içinde olan, kitlelerden bir an bile kopmayan, Rusya’dan hiç ayrılmayan, her zaman en iyi işçilerle birlikte çalışan ve baskıların devrimcileri hayattan kopuk kalmaya zorladığı günlerde sadece işçilerin sevilen bir önderi, sadece pratik çalışmayı en iyi bilen bir önder olmayı değil, aynı zamanda ileri proleterlerin bir örgütleyicisi olmayı da bilen bu insanın niteliklerini en iyi ortaya koyan dönem, özellikle bu uzun illegal çalışma dönemidir. Bazıları, genellikle de hasımlarımız ve yalpalama gösterenler, kendisini bütünüyle illegal faaliyete vermenin, profesyonel devrimcinin bu özel niteliğinin onu kitlelerden koparacağı kanısındaydılar. Oysa Yakov Sverdlov’un devrimci faaliyeti, bu kanının ne kadar yanlış olduğunu ve tam tersine, birçok hapishane görmüş, Sibirya’nın en ücra köşelerine sürgün gönderilmiş insanların hayatını belirleyen devrim davasına bu sonsuz bağlılığın böyle önderler yetiştirdiğini, proletaryamızın çiçeklerini yetiştirdiğini kanıtlamıştır. Hiç kimsenin Yakov Sverdlov kadar eksiksiz bir biçimde cisimleştiremediği ve gerçekleştiremediği illegal çevreler, devrimci yeraltı çalışması ve illegal Parti: işte onu yetiştiren pratik okul buydu...” (V. İ. Lenin 18 Mart 1919)
Lenin’den aktarılan paragraf komünist önder Sverdlov’un 34 yaşında kavgada düşmesinden sonrasına aittir. Marks ve Engels’in bilimsel dünya görüşünü Bolşevik Parti’nin inşasıyla ve sosyalizmin zaferiyle taçlandıran Lenin, bunun başarılmasında da illegal komünist kadroların yetişmesinde de büyük rol oynamıştır. Lenin’in Sverdlov’un ölümünden sonra yaptığı konuşmanın ardından geçen 95 yıl boyunca komünistlerde Türkiye coğrafyasında Marks, Engels ve Lenin’in teroik, pratik ve politik öğretileriyle 1987 yılında illegal bir hareket olarak sınıflar mücadelesi sahnesinde yerlerini aldılar. Aradan geçen zaman içerisinde de Bolşevizm’in deneyimlerine dayanarak teorik ve pratik yaşamın içerisinde kadrolarını yaratmış ve yetiştirmiştir. Yüzyıl önce Bolşevik Parti’nin Sverdlov’ları vardı. Yüzyıl sonra Yeni Ekimler’in Partisi’nin Habip’i, Ümit'i, Hatice’si ve Alaattin’i var.
19 Kasım yeni dönemin Sverdlov’u olan Alaattin yoldaşımızın katledilişinin yıldönümü. Alaattin yoldaşımız ve kavgada düşen tüm yoldaşlarımızın tarihine baktığımızda aradaki benzerlikler sanki aynı dönemin devrimci karakterleriymiş gibi gözükür. Fedakarlıkları, yoldaşlıkları, tasfiyeciliğe, reformizme karşı tutumları, işçi ve emekçilerle yani kendi sınıflarıyla olan bağları-ilişkileri bunun en somut kanıtlarıdır. Yüzyıl önce mücadele hayatının çoğunluğunu sürgünlerle, hapislerle geçirmiş, Menşeviklerle-Sosyalist Devrimcilerle amansız bir mücadele yürütmüş ve 21 yaşında Merkez Komite’ye seçilmiş bir devimci. Yüz yıl sonra aynı geleneğin temsilcileri olarak Habip’lerle başlayan ve Alaattin yoldaşımız ile devam eden devrimci bir irade. Bütün bunlar bir tesadüfün değil bilinçli bir yönelimin sonucudur. Alaattin yoldaşımızı anarken düşüneceğimiz de bu olmalı. Bakıyoruz Alaattin yoldaşımızın partimizle daha ilk bağ kurduğu zamanki tutumuna ve Sverdlov’un RSDİP ile tanışmasına. Geçmişe ve eskiye ait olan ne varsa geride bırakıyorlar. Başka bir kültürle yeniden doğuyorlar. Herşeyiyle partiye bağlılıklarını gösteriyorlar. Sverdlov gibi nice devirimcinin bıraktığı mirasa en ileriden sahip çıkan partimiz, Alaattin yoldaşın devrettiği bayrağa da aynı şekilde sahip çıkmamız gerektiğine işaret ediyor.
Yeni Sverdlovlar ve yeni Alaattinler olabilmeliyiz. 19 Kasım bizim için bir anma değil mücadeleyi ve partiyi savunma, kendimizi yenileme günüdür. İşçi sınıfını iktidara taşıyacak misyona sahip isek bu da ancak bu iddiaya uygun yaşamakla mümkündür. Alaattin yoldaşımızın mücadele yaşamı bunun en açık örneğidir. Çünkü yoldaşımız taşıdığı bayrağın sorumluluğunu bilen ve ona göre davranan bir kadroydu. Partinin cisimleşmiş maddi hali bir kadro olarak her alanda her koşulda yılmadan yoluna devam etti. Hapishanede, ölüm orucunda, mahkeme salonlarında, fabrikalarda dava adamı olarak mücadelenin gereklerini tereddütsüz yerine getirdi. İşçilik hayatında sınıfın devrimcileştirilebilmesi için sol elinin dört parmağını “iş kazasında” kaybetti. Ancak bu yeri geldiğinde düşmana karşı elinin titremesine yol açmadı. Örgütlü mücadelesine engel olmadı. Biliyordu ki hastalık bile devrimci mücadeleye dört elle sarılarak giderilebilirdi. Biliyordu Sverdlov’un hastayken bile partisine, mücadelesine tutkunluğunu.
Günün çağrısı her zamankinden daha etkin bir şekilde karşılık bekliyor. Bu çağrı Ekim’in açtığı yoldan Yeni Ekimleri yaratmak. Bu çağrı parti-kadro-sınıf diyalektiğine hayat vermek ve yeni Sverdlovlar yeni Alaattinler olabilmek. Sverdlovlar Ekim Devrimi’nin gerçekleşmesinde bedeller ödediler ve işçi sınıfının burjuvaziye karşı savaşına önderlik ederek o şanlı günü yaşayabildiler. Alaattin yoldaşımız ise Yeni Ekimler'e giden yolda bize izlenmesi gereken yolu gösterdi. Kendisi işçi sınıfın zafer günlerini karşılayamadı, belki biz de o muzaffer günü göremeyeceğiz. Ancak mayasında Sverdlovlar'ın kanını taşıyan Alaattinler olduğu sürece partimiz önderliğinde işçi sınıfı er ya da geç o muhteşem günü kucaklayacaktır.
D. Dağ