“Kadın cinsinin büyük tarihsel yenilgisi”
Kadının sınıflı toplumları da önceleyen köleliği, analık hukununun yıkılması sonucu ortaya çıktı, ve “Kadın cinsinin büyük tarihsel yenilgisi” (Engels) oldu. Üretim sürecindeki yerini kaybeden kadın, yönetimdeki yerini de erkeğe devretmek zorunda kaldı; ekonomik etkinliğin dışına düşmesi ise mülksüzleştirilmesini getirdi. Üretici güçlerin gelişmesi, artı-ürün, ticaret ve mülk edinmesinin ortaya çıkması, “tarihte kendini gösteren ilk sınıf çatışması”na, “ilk sınıf baskısı”na, kadınların ikincil konuma itilip cins olarak ezilmesine yol açtı. Maddi yaşam tarzındaki bu gelişme kendine uygun ideolojik biçimleri de oluşturdu. Ve birbirini izleyen tüm sınıflı toplumların tarihi, en barbarından en “uygar”ına, kadının baskı altına alınıp fiziki ve zihni tüm yeteneklerinin köreltilmesi, din, kültür, yasalar, gelenek ve görenekler, gerici değerler ve önyargılarla aşağılanıp bir cins olarak ezilmelerinin de tarihi oldu aynı zamanda.
Kapitalizm ve kadınların çifte ezilmişliği
Üretimden dıştalanan kadına toplumsal üretimin yolunu yeniden açan kapitalizmin gelişmesi, büyük sanayi oldu. Kadınların kitlesel bir biçimde üretime katılması tarihi bir ilerlemeyi, kadının toplumsal durumundaki gelişmeyi ifade eder. Ve daha çok da, kapitalist sanayileşmenin özellikle gelişme döneminde, özgür ve ucuz emeğe duyduğu ihtiyacın sonucudur.
“Kadının kurtuşunun ilk koşulu, bütün kadın cinsinin yeniden toplumsal üretime dönmesidir.” Kapitalizm bu temeli yarattı ama, kadının özgürleştirilmesi bir yana, onun kölelik zincirine yenilerini ekledi. Kapitalizim kadını ucuz emek gücü olarak azgınca sömürdü, maddi ve manevi olarak ezdi, en ağır koşullara ve sefalete mahkum etti.
Emekçi kadın mücadelesinin tarihsel ürünü olarak 8 Mart
Özellikle kapitalizmin ilk gelişim döneminde kadınlar öylesine insanlık dışı çalışma koşullarına mahkum edildiler ki, bir işgünü bir çok durumda 18 saati bulabiliyordu. Öyle ki, 1857 yılı 8 Mart’ında, Amerika’da bu koşullara başkaldıran kadın işçilerin talebi “10 Saatilik İşgünü”dür. Kapitalizin bu vahşi sömürüsü, gittikçe daha çok kadının bir araya getirdi ve kapitalist sömürüye karşı başkaldırmaya itti. Ve Amerika işçi hareketi tarihinde kadınlar, 8 Mart’ın Uluslararası Kadınlar Günü olarak kutlanmasına da yolaçan, kapitalist düzene karşı mücadelelerinin en güzel örneklerini verdiler.
8 Mart 1886’da tekstil işçisi kadınların “Eşit İşe, Eşit Ücret”, sendikalaşma ve oy hakkı için başlattıkları mücadele polis tarafından kana boğuldu.
8 Mart 1908’de ise özgürlük ve eşitlik talepleriyle New York’ta gösteriler düzenlendi.
Amerikan Sosyalist Partisi 1908 Kongeresinde ?ubat ayının son pazarını kadınlara oy hakkı ve diğer haklar için gösteriye ayırma kararı aldı ve bu kısa zamanda devamlılık kazandı. 1910 yılında Kopenhag’da II. Enternasyonale bağlı Uluslararası Sosyalist Kadınlar 2. Konferansında, Alman işçi hareketi önderinden Klara Zetkin’in önerisiyle, Amerika’da 8 Mart’ta grev esnasında çıkarılan yangında ölen kadın işçilerin anısına, bugünün “Uluslararsı Kadınlar Günü” olarak kutlanmasına karar verildi.
Büyük devrimlerde ve toplumsal mücadelelerde kadın
İnsanlık tarihinin tüm toplumsal alt üst oluş dönemlerinde kadınlar mücadelede yerlerini aldılar:
1789 Fransız Burjuva Devriminde,Şehir Meclisinin kapılarını ekmek diye zorlayanlar, ve Versailles’e doğru 8000 kişiyle yürüyenler kadın işçilerdir.
Ve 1871’de, Paris Komününün kadınları, barikatların yiğit savaşçılarıdır. Öğlesine ki, çarpışmalardaki bu yiğitlik örnekleri dönemin bir burjuva gözlemcisine; “Eğer Fransızlar yalnızca kadınlardan ibaret olsaydı, ne müthiş bir şey olurdu!” sözlerini ettirebiliyordu.
1917 yılı 23 Şubat (8 Mart)ında ise, Rus işçi kadınları Uluslararası Kadınlar Günü nedeniyle Petrograd yollarında barış ve ekmek iseteyrek yürüler. Bu, çarlığı tümüyle tarihe gömecek bir devrimle taçlanan gösterilerin ilki oldu ve böylece Uluslararası Kadınlar Günü Rus Devriminin başlangıcına da damgasını vurdu.
Kadın devrimcilerin son yüzyılın devrim mücadelelerinde tuttukları yer, faşizme karşı direniş ve ulusal kurtuluş mücalelerinde sergiledikleri büyük kahramanlıklar ise yakın dönemin gerçekleri olarak zaten yakından bilinmektedir.
Kadını özgürleştirecek olan sosyalist devrimdir
Kapitalizm kadına baskı, sömürü, sefalet, kölelik savaş ve yıkım getirdi. Ama diğer yandan da gitgide daha çok kadını üretim sürecine sokmakla, kendine karşı verilecek savaşta proletarya için daha güçlü ve daha sağlam bir birliğin ve mücadelenin, kadın ve erkek emekçilerin birlikte mücadelesinin koşullarını yarattı.
“Proletaryanın cinsiyeti yoktur.” Kapitalizmde proleter olarak erkeğe eşitlenen kadın bir sınıf olarak sömürülürken, ezilen cins olma konumunu da tüm ağırlığıyla taşımaya devam etti. Kapitalizm, kadını üretim sürecine sokmakla onun özgürleşmesinin önkoşulların yarattı; ancak mülkiyetin ve sınıfların varlığı koşullarında, en “ileri” burjuva cumhuriyetlerinde bile “özgürlük”, “eşitlik”, “demokrasi”, kadının ezilen bir cins olarak sürmekte olan köleliğini gizleyen bir aldatmaca olarak kaldı yalnızca.
Hem ezilen bir cins, hem de ezilen bir sınıf olarak kadını, geçmişin tüm zincirlerinden kurtaracak olan bir sosyalist devrimdir. Proletarya kendi kölelik zincirleriyle birlikte tüm kölelik zincirlerinin kırılmasının ve kendisini bir sınıf olarak ortadan kaldırırken tüm ayrıcalıklarını da ortadan kalkmasının maddi temellerini yaratacak, her türden eşitsizliğin kaynağı özel mülkiyetin varlığına son verecektir. Kadının sınıf olarak ezilmesinin temelinde yatan olgu nasıl ki özel mülkiyet olmuşsa, onun cins olarak baskı altına alınıp, aşağılanmasına, ikincil konuma itilmesine yol açan da bu aynı özel mülkiyet koşulları olmuştur.
Çözümsüz bir burjuva akım olarak feminizm
Bugün burjuva bir akım olan feminizm, bu oluguyu görmezlikten gelmekte; sınıf çelişkisinin yerine kadın-erkek çelişkisinin geçirerek, tüm sınıflardan kadınları tek bir talep etrafında cins olarak ezilmişlikleri temelinde bir araya getirmeyi hedefleyebilmektedir. “Bağımsız” bir kadın hareketini savunan bu akım, tarihsel temellerinden, toplumsal-sınıfsal içeriğinden koparılmış bir “erkek egemenliği” olgusuna tepki olarak ortaya çıkmakta, bağımsızlığı da bu çerçevede koymaktadır.
Kadın-erkek eşitsizliğinin kökenini insan neslinin yeniden üretiminde ve aile kurumunda gören ve bu temelde “erkek egemenliği”ne bayrak açan feminizm, mevcut kurumlara ve kültüre de, kadını sınıf olarak değil de, cins olarak eziyor olma noktasında karşı çıkmakta, ama bunların özel mülkiyetle, kapitalist üretim tarzıyla olan bağını görmemeyi tercih etmektedir. Açıktır ki, ne egemen sınıfların “kutsal” ailesi, ne de ideolojisi, kültürü kapitalizmin kendisi sorgulanmadan sorgulanamaz.
Tarihsel-toplumsal gelişim yasalarının bilgisinden ve sınıf çatışması perspektifinden bu yoksunluk, kadının ezilmişliğinin nedenlerine, kökeninde yatan olguya inmek yerine, sonuçlara bakmaya ve bu sonuçlar üzerine burjuva görüşler üretmeye yolaçmaktadır.
İster klasik anlamıyla feminizm, isterse “sosyalist” etiketli feminizm olsun cins olarak ezilmişliği, sınıf olarak ezilmişliğin önüne çıkarmakla, emekçi kadınları sınıf kavgasından uzaklaştırmaya, bilinçlerini karartarak mücadelelerini hedeflerinden saptırmaya ve yozlaştırmaya hizmet etmektedir. Ve bugün bu akımın, en çok da küçük-burjuva yoz “aydın” ve “entellektüel” çevrelerde yankı buluyor olması, yaşanan bir dönemin ardından çok da şaşırtıcı olması gerek.
Kadın sorununda tutarlı biricik dünya görüşü: Marksizm
Kadın sorunu toplumsal bir sorundur. Tüm diğer temel toplumsal sorunların olduğu gibi, kadın sorunun da gerçek ve köklü çözümü, bu sorunu yaratan toplumsal koşulların yok edilmesiyle olanaklıdır. Bu bilimsel görüşü ortaya koyan Marksizm-Leninizm, birilerinin sandığı ya da iddia ettiği gibi, sorunun çözümünü hiç de maddi koşulların değişimine indirgemez. Özel mülkiyeti yok etme mücadelesinin, özel mülkiyetin, diğer tüm alanlarda olduğu gibi, kadın sorununda da yarattığı her türlü gerici fikirlere, değerlere kurumlara karşı ideolojik-kültürel mücadeleyle birleştirilmesini de bizzat Marksizm öngörür.
(Ekim, Sayı: 6, Mart 1988)