Sermaye devletinin tarihinden kanlı bir kesit: Ümraniye Cezaevi Katliamı

13 Aralık 1995’te Ümraniye zindanına ilk saldırı gerçekleşir. 4’ü ağır 76 tutsak yaralanır. Bu ilk saldırı sermaye devletinin Ümraniye zindanına dönük planladığı büyük katliamın provasıdır. 4 Ocak 1996’ya gelindiğinde devrimci tutsakların koğuşlarına katliam timleri ellerinde sopa, cop, ateşli silah ve bombalarla sayım bahanesi ile girerler. Burada tutsaklara ağır bir saldırı gerçekleşir. 4 devrimci (Abdülmecid Seçkin, Orhan Özen, Rıza Boybaş, Gültekin Beyhan) işkence ile katledilirken, 40 tutuklu da ağır yaralanır.

  • Haber
  • |
  • Güncel
  • |
  • 04 Ocak 2019
  • 11:11

Zindanlar her zaman sınıf mücadelesinin en çetin geçtiği alanlar olmuştur. Egemen sermaye sınıfı, kendini korumak için yarattığı yasaları ile kendisine karşı mücadele edenleri; devrimcileri; ilerici, muhalif, yurtsever herkesi “toplumsal yaşamdan” çekebilmek için zindanlara doldurur. Burada önemli amaçlardan biri de zindandakiler üzerinden dışarıdakilere (yani sınırları görece geniş daha büyük bir zindana) mesaj vermektir: “İktidarıma zarar verirseniz, katletmemi, sömürmemi engellerseniz yahut bu konuda insanları bilinçlendirir, ha bir de buna öncülük yaparsanız buraya girersiniz.”

Zindanlar ile içeriden çok dışarısı korku, sindirme ve baskı ile tutsak edilmeye çalışılır. Ancak bütün bu tecrit, işkence ve sindirme politikası karşı konulmaz biçimde kendisine karşı bir direniş iradesini de yaratır. İrlanda’da Boby Sands ve yoldaşlarının 5 yıl boyunca tek tip elbiseye karşı battaniye giyerek direnmelerinden Türkiye’de bedenlerini direnişe yatıran ölüm orucu direnişçilerine dek uzanan bir irade hem de.. Öğretilen tarihlerin yazmadığı sayısız zindan direnişi bugün hala büyük bir iradeyi temsil ediyor.

Bu topraklarda da çok sayıda zindan katliamı ve direniş yaşanmıştır, sayısız bedel ödenmiştir. 4 Ocak 1996’da Ümraniye zindanında 4 devrimcinin katledildiği saldırı da bunlardan biridir. Bu katliamın nedenini anlamak kuşkusuz o günün siyasal gelişmelerine bakmayı gerektirir.

12 Eylül sonrası neo-liberal saldırıları hayata geçiren sermaye devleti ‘90’lara geldiğinde derin bir kriz ile cebelleşmektedir. Devlet 12 Eylül askeri cuntası ile toplumu ezip geçmesine rağmen her istediğini kolayca hayata geçirememekte, eylemler, grevler ve direnişlerle karşılaşmaktadır. Üstelik buna karşı devreye soktuğu gözaltı, işkence ve tutuklama saldırısı ile zindanlarda devrimcilerin sayısı artarken nitelik de artmaktadır. Devrimciler zindanlarda sermaye devletinin pek çok dayatmasını ve tecrit politikasını boşa düşürmüş, kolektif bir yaşam kurmuşlardır. Zindanlar devrimciler için mücadelenin devam ettiği, gelişimin sürdüğü bir alana dönmüştür. Devrimciler zindandan daha da gelişerek çıkmaktadır. Baskı ne kadar artarsa artsın zindanda buna göre bir yaşam ve direniş şekillenmiştir.

İşte bütün bunlar sermaye devletinin zindanlara dönük tartışmalarını arttırmıştır. Ocak 1995’te toplanan Milli Güvenlik Kurulu’nda, “cezaevlerinin eğitim kampına döndüğü, bunun önüne geçilmesi gerektiği” kararı alınır. Bu kararın ardından özel katliam ekipleri hazırlanır. Bu ekipler yeni inşa edilmeye başlanan F tipi hapishanelerde katliam provaları yapmaya başlar. Bu provalardan ilki 21 Eylül 1995’te Buca zindanında gerçeğe dönüşür. Tutsaklar katliam timlerinin saldırısında ağır yaralanırlar. Bu katliamı ‘90’lı yıllar boyunca birçok katliam daha izler.

Bu katliamlardan biridir Ümraniye. 13 Aralık 1995’te Ümraniye zindanına ilk saldırı gerçekleşir. 4’ü ağır 76 tutsak yaralanır. Bu ilk saldırı sermaye devletinin Ümraniye zindanına dönük planladığı büyük katliamın provasıdır. 4 Ocak 1996’ya gelindiğinde devrimci tutsakların koğuşlarına katliam timleri ellerinde sopa, cop, ateşli silah ve bombalarla sayım bahanesi ile girerler. Burada tutsaklara ağır bir saldırı gerçekleşir. 4 devrimci (Abdülmecid Seçkin, Orhan Özen, Rıza Boybaş, Gültekin Beyhan) işkence ile katledilirken, 40 tutuklu da ağır yaralanır.

Saldırı zindanla sınırlı kalmaz, devrimcilerin cenaze törenlerine de saldırır devlet. Katledilen tutsakların cenazelerinde sayısız kişi gözaltına alınır. 8 Ocak’ta cenaze törenini izleyen gazeteci Metin Göktepe polislerce gözaltına alınır. Götürüldüğü Alibeyköy spor salonunda dövülerek işkence ile katledilir. Bu katliamlar hız kesmeden sürer.

6 Mayıs 1996’da, Dönemin Adalet Bakanı azılı faşist Mehmet Ağar tarafından yayınlanan genelge ile yeni bir saldırı başlar. Eskişehir’e inşa edilmiş tabutluğun açılmasına (F tipi zindan) ve Marmara bölgesindeki devrimci tutsakların oraya sürgün edilmesine karar verilir. Tutsaklar bu saldırıyı 26 Mayıs’ta başlattıkları, 12 yiğit devrimcinin şehit düştüğü ölüm orucu direnişi ile geri püskürtürler. Genelge geri çekilir, tabutluklar geçici bir süreliğine kapatılır. Bu saldırıları 24 Eylül 1996’da Amed zindanında 10, 26 Eylül 1999’da Ulucanlar’da 10 ve 19 Aralık 2000’de F tipi tecride karşı direnen 20 zindanda 30 devrimcinin katledilmesi izler.

Bütün bu saldırıların sorumlularından hiçbiri doğru dürüst soruşturma ve yargılama ile cezalandırılmazlar. Hatta ödüllendirilirler. Öyle ki bu saldırılarda görev alan işkence timleri daha sonra başka katliamlarda da kendini gösterir. Örneğin Ulucanlar’ın tetikçisi, işkence timlerinin komutanı Yarbay Ali Öz bu katliamdan birkaç yıl sonra Hrant Dink suikastının perde arkasında “görev” alacaktır.

Bugün sermaye düzeninin tecrit saldırıları direnişe karşın F tipleri başta olmak üzere bir dizi uygulama ile hayata geçirildi. 15 Temmuz’un ardından ilan edilen OHAL ile zindanlara dönük işkence ve saldırı daha da arttı. Yayın, kitap, dergi yasakları, iletişim yasakları ve sürekli hale gelen sürgün sevkler ile bugün zindanlar yine büyük bir saldırı altındadır. Üstelik zindanlar toplumsal muhalefetin her kesiminden insanlarla bugüne kadar hiç olmadığı kadar tıka basa doldurulmuştur. Neredeyse muhalif her ses tutuklama saldırısına maruz kalıyor.

Bütün bu saldırılar sermaye düzeninin duyduğu büyük korkunun yansımalarıdır. Korkusu gerçeğe dönüşecek, zindanlarda katlettiği devrimcilerin yerlerine yenileri gelecektir. Buca’dan Ümraniye’ye, Ulucanlar ve 19 Aralık’a, yaratılan direniş geleneği işçi ve emekçilerin, ezilen halkların haklı mücadelesinin temsilidir. Hasan Hüseyin’in dediği gibi:

“...
bilirim
bildiririm ki
yerde kalmaz dökülen kan
çiçeklenir
dallanır
anlatır birgün
beş giderse çarşamba
perşembe onbeş gelir
tutar bu aşı.”

İ.Y.Gün

İLİŞKİLİ HABERLER