Kapitalist sömürü düzeninde yoksulluk, savaş, açlık, işkencenin her türlüsü, ölüm ve daha sayılamayacak kadar çok kötülük “doğal bir durum” olarak yaşanıyor. Sermaye devletlerinin vahşetine ve iğrençliğine bazen bir burjuva siyasetçisinin ağzından dökülen sözlerde, bazen doğal olayların felaketlere dönüşmesinde, savaş bölgelerindeki çocukların gözlerinde, çalışırken yaşamını yitiren işçilerin ölüm şeklinde, bazen de katliamlarda yakınlarını yitirenlerin duruşunda tanıklık ediyoruz.
Geçtiğimiz günlerde kucağındaki beyaz torbadaki oğlunun cenazesini özenle taşıyan babanın fotoğrafı da devletin vahşetini bir kez daha gözler önüne serdi.
Hakan Arslan AKP’nin gerici faşist rejimini tahkim etmek için Kürt halkına dönük saldırganlığını artırdığı 7 Haziran seçimleri sonrası “Hendek Savaşları”nda yaşamını yitirmişti. Baba Ali Rıza Arslan Diyarbakır’ın Sur ilçesinde oğlunun cenazesini bulabilmek için yıllarca mücadele etti. 2021 yılında Sur’da bombaların yarattığı yıkıntıların üzerine üşüşen müteadditlerin başlattığı inşaatların birinde insan kemikleri bulunması üzerine DNA eşleşmesi yapıldı ve kemiklerin Hakan Arslan’a ait olduğu ortaya çıktı.
“Bu yapılan insanlığa sığmaz”
Erzurum’dan Diyarbakır’a cenazesini almaya giden baba Arslan yaşadıklarını şöyle anlattı:
“Cenazeyi teslim almamız için resmi evrakları almak için adliyeye gitmiştim, yeğenlerim oteldeydi, onları uyandırmadan belgeleri almak için erken çıktım ve belgeyi alıp daha sonra Adli Tıp’a beraber gideriz diye düşündüm. Adliye binasına gittiğimde sadece bir memur vardı. Bir odaya gittik, memur dolaptan çıkardığı bir torbayı da verdi, meğer torbadaki kutuda oğlumun kemikleri varmış. Kutuyu teslim eden personel de mahcuptu. ‘Bu yapılan insanlığa sığmaz’ diyebileceğim hiçbir yetkili yoktu orada. Personele bir şey söylemeye de kıyamadım.”
Kucağında torba ile adliyeden çıkan baba Arslan’a yaşatılanlar, dinci-faşist rejimin “değerleri”nin yansımasıdır. Onların değerleri insana ait ne varsa düşmanlıklarıdır. Üzerini vaazlarla örttükleri iki yüzlülük ve yalanlar, temsilcisi oldukları burjuva sınıfın çıplak gerçekliğidir. Ne yazık ki baba Arslan’ın yaşadıkları ne ilktir ne de bu düzen devam ettikçe son olacaktır.
Son yıllarda Kürt halkının ve devrimcilerin cenazelerinin saklama kabı, kargo, torba ve kutu içerisinde ailelere verilmesi rutin bir uygulama olarak sürdürülmektedir. 2015 yılında Varto’daki bir çatışmada yaşamını yitiren Ekin Van’ın çıplak bedeni teşhir edilmişti. Hacı Lokman Birlik’in bedeni, zırhlı bir polis aracıyla Şırnak sokaklarında sürüklenmişti. Agit İpek’in kemikleri bir koli içerisinde 2 yıl sonra aileye kargo yoluyla teslim edilmişti. 2018’de hayatını kaybeden Mahsum Aslan’ın cenazesi de kargo ile ailesine teslim edilmişti. Şemdinli’de 2016 yılında çıkan bir çatışmada yaşamını yitiren Siti Karatay’ın cenazesi 6 yıl sonra bir kutu içerisinde annesine teslim edildi ve daha onlarcası…
Uluslararası hukuk gereği insanların ölüyle vedalaşma, gömme ve yas tutma hakkını, cenazeye saygıyı yok sayan bu tür saldırılar sermaye devletinin gerçek yüzünü ortaya koymaktadır.
K. Düşgör