Sermaye devleti Efrîn’deki kirli savaşını kudurganca sürdürüyor. Son kullanma tarihinin giderek dolduğunun bilincinde olan Erdoğan ve AKP’si bu savaş üzerinden işçi ve emekçilerin bilincini bulandırmak için her türlü yola başvuruyor. Efrîn işgali üzerine yapılacak haberlerin içeriği önden medya patronlarına sunuluyor, medya olabildiğince manipüle aracı olarak kullanılıyor. Din sosuna bulayarak kendi politikalarının kürsüsü haline getirdikleri Diyanet aracılığıyla fetvalar veriliyor. Bu politikalara muhalif olan her kesime yönelik acımasız polis-yargı vb. terörü uygulanıyor.
Savaş karşıtı herkes “vatan haini ve terörist” ilan edilirken, Efrîn’de yürütülen savaş “cihat, şehitlik” vb. kavramlarla yüceltiliyor. İşçi ve emekçilere, her türlü pisliğe bulanmış çıkar ve politikalar destan ve diriliş masallarıyla sunuluyor. Erdoğan ve AKP’si dışarıda yürütülen savaşı, içeride estirdikleri bu dinci-milliyetçi-şoven dalgayla diri tutmanın yoluna bakıyor.
Bunun son örneğini Erdoğan’ın Maraş’ta katıldığı AKP Kongresi’nde yaptığı konuşmada gördük. Erdoğan seyirciler arasında bulunan ve asker kıyafeti giyen küçük bir kız çocuğunu kürsüye çıkararak şunları söyledi: “Kız sen ne yapıyorsun? İşte bizim bak bordo berelilerimiz de var ama bordo bereli ağlamaz. Evet JÖH, yarbay, bordo bereli maşallah. Türk bayrağı da cebinde. Şehit olursa inşallah bayrağı da örtecekler. Her şey hazır değil mi?” Devamında ise Efrîn’de ölen askerler üzerine, “İstiklalimiz ve istikbalimiz adına verdiğimiz şehitlerimize asla ölü olarak bakmıyoruz. Devamında onları Rabbim doyuruyor. Dolayısıyla onlar bizi izliyor, onlar bizi takip ediyor. Diyorlar ya düğüne gider gibi” diyerek, “şehit” edebiyatını sürdürdü.
Özellikle işçi ve emekçi çocukları bu söylemlerle “şehit olmaya” özendiriliyor. Genç kitleler, AKP’nin kendi kirli çıkarları için kullanılıyor, savaşa gönderiliyor. Oysa ki bu savaş ne yoksulların ne de işçi ve emekçilerin savaşıdır. Yaşam koşulları her geçen gün kötüleşirken, bir de savaşın ağır faturası işçi ve emekçilerin sırtına bindiriliyor. İşçilerin kazanılmış hakkı olan grevler dahi bu dönemde savaş, milli güvenlik vb. bahanelerle yasaklanıyor. İşçilerin bilinci savaş ve savaşın en büyük bahanesi olarak kullanılan “sınırların teröristlerden arındırılması” gündemleriyle bulandırılarak, gerçek sınıfsal ayrımlar silinmeye çalışılıyor. İşsizlik ve yoksulluk dışında hiçbir gelecek vaat edemedikleri gençlik kitlelerini de şovenizm ve milliyetçilikle “kontrol” altında tutmaya çalışıyorlar.
“Sınıfa karşı sınıf” tutumunun olmadığı yerde işçiler burjuvazinin yürüttüğü politikaların peşine takılmaya ve burjuvaziye yedeklenmeye devam edecektir. Sermaye devletinin tüm bu aldatmacaları karşısında işçi sınıfı tetikte olmalıdır. Bugün savaş gündemi üzerinden kirli söylemlerde bulunan Erdoğan ve AKP’si karşısında işçiler, “Bu bizim savaşımız değildir!” demeli ve kendi sınıfsal çıkarları için mücadeleyi yükseltmelidir. Zira bu koyu karanlıktan çıkmanın tek alternatifi budur.