Sermayenin diktatörlüğü üzerine kurulu bu düzen siyasetinde, farklı renkleriyle birlikte tüm temsilcilerinin çıkar ve amacı ortaktır. Hepsi de kurulu düzenin sorunsuz işlemesi için vardır. İster sağ ister sol görünümlü olsun; düzen partilerinin amacı işçi sınıfı ve emekçilerin düzen siyasetine bağlanmasıdır. Düzen muhalefetine ayrıca her zaman için daha özel bir “iş” düşer. Zira kapitalizmin neden olduğu sömürünün, yoksulluğun, baskıların tepkilerini düzen içi kanallarda tutmak gerekir. Bunun için her vesileyle düzen kurumları kutsanır, meclis ve seçim sandıkları mücadelenin tek adresi olarak gösterilir.
Türkiye’de Erdoğan AKP’sinin gerici ve baskıcı politikaları karşısında farklı mücadele dinamikleri kendini daha cesur ortaya koymaya başlamış ve Haziran Direnişi ile birlikte kendini gösteren toplumsal muhalefet anlamlı deneyimler edinmişti. “Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi”ne geçişin oylandığı referanduma kadar da bu mücadele dinamikleri farklı zamanlarda hareketlendi, sokağa çıktı, sözünü söyledi. Referandum sürecinde bu muhalefet “hayır cephesi” yaratarak Erdoğan AKP’sinin dayattığı yeni rejime itiraz etti. Tabii ki düzen siyaseti de bu durumdan kendine çeşitli sonuçlar çıkardı. Şaibeli şekilde %50’yi geçen Erdoğan’a tepkiler ise düzen muhalefetini endişelendirdi. Gözler önünde gerçekleşen usulsüzlüklerine rağmen “ana muhalefet” partisi CHP referandum sonuçlarını hemen kabul etmiş, kitleleri sokaktan uzak tutmak için çağrı yapmıştı. CHP’nin bu tutumu üzerinden düzen muhalefetine, hele de sol görünümlü bir muhalefete kurulu düzende ne denli ihtiyaç duyulduğu bir kez daha görülmüştü.
“Meşruluğu” sandıktan çıkan çoğunluğa göre kodlayan Erdoğan sürekli seçim sandıklarını “tek mücadele yeri” diye işaret ederken, referandumdan sonra da düzen muhalefeti sandıkta hesaplaşma bahanesiyle aynı çizgiyi kitlelerin önüne koydu. Sadece seçimlerin yapılabilmesi sınırlarına hapsedilmiş mevcut “demokrasi” kutsandı. Oysa bu “demokrasi”de OHAL koşulları bahane edilerek temel hak ve özgürlükler hoyratça askıya alınmakta, grev yasakları devreye sokulmakta, söz-basın-örgütlenme hakkı hiçe sayılmaktaydı. “Sol” görünümlü düzen muhalefeti için bunlar esasa ilişkin bir sorun teşkil etmemekteydi.
24 Haziran seçimlerine, bu baskı ortamı, sömürü düzeninin artan sorunları, kriz sinyalleri ile gelindi. Erkene alınan seçimleri düzen muhalefeti “Hazırız” nidalarıyla alkışladı. İktidar partisi yaşadığı açmazı aşmaya çalışırken, düzen muhalefeti de zımnen buna arka çıktı. OHAL koşullarında ne denli demokratik bir seçim yapılabileceği sorusunun üzerinden kolayca atlandı, sandıkta mücadele için kollar sıvandı. Oyun kurucunun Erdoğan ve AKP olduğu seçim oyununa hevesle katıldılar.
Erdoğan baskısı altındaki ülkede her şey yasaklanır ve suç sayılırken, seçimlerin demokrasinin göstergesi olduğu söylenerek çalışmalara başlandı. Bu yanıyla 24 Haziran seçimleri düzen siyasetine belli bir canlanma getirdi. Baskı ve zorbalığın yetkileriyle donatılmış bir iktidar partisinin seçimler yoluyla yenilebileceği umutları şişirildi. Girilen ittifaklar ve kendi çapında yapılan seçim manevralarıyla muhalif kitlede bir beklenti yaratıldı. Muharrem İnce şahsında Erdoğan’a alternatif bir “lider” de bulunarak büyük hayaller pompalandı.
Neticede hile yapıldığı, tehdit ve zorun devrede olduğu 24 Haziran seçimlerini Erdoğan bir kez daha kazandı. Ancak 24 Haziran gecesi ortalarda görünmeyen düzen muhalefetinin temsilcileri, kitlelerdeki büyük hayal kırıklığına rağmen seçim sonuçlarını kabul ederek, kitlelerin sokağa çıkma potansiyellerini engelleyen açıklamalarıyla esas görevlerini yerine getirdiler. CHP, seçimi kaybetme mazeretlerini sıralarken, bu sefer OHAL’i, seçime eşitsiz koşullarda girdiklerini ve seçim ihlallerini hatırladı. Ama “demokrasi yara aldı, sandık değil” diyerek ısrarla sandık sonucunun bağlayıcılığına olan güveni kutsadı. İnce de sandık sonuçlarının doğruluğuna, seçimin adil koşullarda olmasa da sonuçların güvenli olduğuna dair açılamalarda bulundu. Aynı şekilde düzen muhalefetinin diğer temsilcileri de yaptıkları açıklamalarda seçimlere katılmayı demokrasinin göstergesi olarak sunup, kendi “başarılarını” öne çıkardılar. Toplamda, kitlelerin hileli seçim sonuçları şahsında zorbalık üzerine kurulu düzene karşı tepki göstermemeleri salık verildi.
Devamında, yerel seçimler işaret edilerek, kitlelerin dikkati bir kez daha seçim sandıklarına çekildi. Burjuvazinin yazarları-çizerleri üzerinden –ki bunlara reformist sol kesim de eklendi-, “nerede yanlış yaptık, karamsarlığa kapılmayalım, nasıl ittifaklar nasıl politika değişikliği yaparsak kazanırız” minvalinde “parlamenter hesaplaşma” senaryolarına devam edildi/ediliyor. “Bizim oyumuz arttı, AKP’nin oy oranı düştü” gibi söylemlerle oy çokluğu kazanmak adına neler yapılabileceği tartışılıyor. Ortada yetkileri her anlamıyla sınırlandırılmış bir meclis varken, meclise girmiş olmanın güzellemeleri yapılıyor. Mecliste mücadeleden bahsediliyor! Kitleler bir kez daha kandırılıyor. Mevcut düzende demokrasi adına kazanılmış ne varsa bir bir gasp edilmişken, halen kitlelere sahte hayaller yayılıyor. Esasta demokrasiye sahip çıkmak adına düzene sahip çıkıyorlar.
Sermayenin diktatörlüğü üzerine nasıl bir demokrasi inşa edilebilir ki? En temel demokratik haklar yasaklanırken seçimler halen yapılıyorsa, bu işçi ve emekçi kitleleri düzen siyasetine bağlamak içindir. Yoksa seçim seremonisine de gerek duymazlardı. Bu yüzden sağıyla soluyla düzen muhalefeti seçimleri kutsamaya, sandık sonuçlarını abartmaya devam ediyor.
Tarihsel deneyimler gösteriyor ki sandıklardaki oy çokluğu her zaman için kazanmak ya da kaybetmek demek değildir. Gerçek kazanım ve değişim sandık sonuçlarına göre değil, devrimci sınıf mücadelesinin ivmesine göre olmaktadır. Demek oluyor ki işçi ve emekçiler devrimci sınıf mücadelesine çekilmedikçe kazanan hep düzen siyaseti olacaktır.