Emperyalist kapitalizmin en çıplak yüzünü sergilediği Ortadoğu toprakları kana bulanmaya devam ediliyor. Suriye’de taşeron cihatçı çeteler, zaman zaman da bizzat emperyalist haydutlar ve işbirlikçileri eliyle yürütülen kirli savaş 8. yılını doldurdu. İnsanlık tarihinin gördüğü en büyük dramlardan birini yaşayan Suriye halkları -ülkelerinde ya da göç yollarında katledilmemişlerse eğer- sığındıkları ülkelerde ağır bir emek sömürüsüne, insanlık dışı yaşam koşullarına, ayrımcılık ve ötekileştirilmeye maruz kalıyorlar.
CHP’nin Suriyeli göçmenler konusunda kamuoyuna sunduğu son raporda da bu gerçekler gün yüzüne çıktı. Rapora göre Ortadoğu’daki her 3 Suriyeli sığınmacıdan 2’si Türkiye’de kalıyor. Türkiye’deki Suriyeli sayısı 4 milyona yaklaştı. Yani Türkiye nüfusunun yüzde 5’i Suriyelilerden oluşuyor.
Suriye’deki savaşın bitmesinin önündeki en büyük engellerden olan AKP, oluşan bu yoğunluktan da faydalanmaya çalışıyor. Sığınmacıların ülkeye yerleşmesi için savaşın diğer bir sorumlusu olan Avrupa Birliği ile yaptıkları para anlaşmasını “Kayserili pazarlığı” olarak tanımlayan bu zatlar, ABD ve Avrupa’dan gelen paraları da iç ediyorlar. Suriyeli mülteciler için harcandığı iddia edilen meblağ 190 milyar TL’yi buluyor. Oysa bu paranın ne kadarının gerçekten mültecilerin ihtiyaçları için kullanıldığı meçhul. ABD Uluslararası Yardım Ajansı yolsuzluk yapıldığını söyleyerek yardımlarını askıya aldı. Avrupa Birliği ise 2018 yılında yayımladığı raporda, Suriyeliler için Türkiye’ye verdikleri 1,1 milyon avronun nereye harcandığının belli olmadığını açıkladı. Suriyeliler için gönderilen paraları kendi kasasına aktaran AKP, mülteciler için 10 ilde kurulan 25 barınma merkezinden 12’sini “tasarruf” gerekçesiyle kapattı.
AKP, çektikleri acılardan birinci derecede sorumlu olduğu Suriyelileri aynı zamanda oy deposu olarak kullanma hesapları da yapıyor. 2019 Ocak ayında İçişleri Bakanı’nın yaptığı açıklamaya göre 76 bin 443 Suriyeli, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına alındı. Önümüzdeki yerel seçimlerde 53 bin Suriyeli oy kullanacak. Ölüleri diri olarak gösterenlerin, 4 katlı apartmanların 5. katına yüzlerce seçmen kaydedenlerin, Suriyeli oylarını çeşitli hile, şantaj ve rüşvetlerle değerlendirmesi kimse için şaşırtıcı değil.
Suriyeli göçmenlerin yaşadıkları azgın emek sömürüsü ise meselenin bir başka boyutunu oluşturuyor. Yine açıklanan rapora göre Suriyelilerin yalnızca yüzde 1,25’i kayıtlı çalışıyor. Göçmen emeği; güvencesiz, savunmasız ve ucuz olmasıyla kapitalistlerin iştahını kabartıyor. Küçük ve orta ölçekli birçok işletmede Suriyeli işçiler kayıt dışı ve yok pahasına çalıştırılıyorlar. Öyle ki bazı fabrikalarda çarklar sadece Suriyeli emeği ile dönüyor.
Küresel sermayeye bağlılığı nedeniyle bazı uluslararası şartlara uymak zorunda olan büyük burjuvazi de Suriyeli ucuz işgücünden sonuna kadar yararlanabilmek için hükümeti bazı yasal prosedürleri oluşturması için zorluyor. Türkiye İşverenler Sendikası’nın üniversitelerle birlikte hazırladığı ve çalışma iznini patronun inisiyatifine bırakan kanun bunlardan birini oluşturuyor. Yapay ayrımlarla bin parçaya bölünmüş işçi sınıfı tablosunda Suriyeli işçiler kapitalistlerin insafına terk ediliyorlar. Sendikaların da boş bıraktığı bu alan, sermayedarların azgınca sömürmesine kolaylık sağlıyor.
Suriyeli mültecilerin yaşadığı acıların farkına varmak, sermaye düzeninin bilinçli bir şekilde ayrıştıran ve birbirine düşüren diline karşı bir sınıf olarak düşünmek ve davranmak Türkiyeli her işçi ve emekçinin görevidir. Düşmanın Suriyeli emekçiler değil, bizzat yarattıkları savaşı fırsata çeviren kapitalistler ile onların devleti olduğunu görerek, “İşçilerin birliği, halkların kardeşliği!” şiarını yükseltmek gerekmektedir.