Ülkeleri kalın saray duvarlarının ardından yöneten dikta rejimlerin ayırt edici özelliklerinden biri, etraflarında toplanan dalkavuklara mevki dağıtmalarıdır. Son yıllarda Türkiye’de olduğu gibi, bu rejimlerde belli mevkilere atanan görevlilerin nitelikleri bir önem taşımaz. Belirleyici olan rejime hizmet etmek ya da dalkavukluk yapmaktır.
Her burjuva iktidar şu veya bu ölçüde “adam kayırmacı”dır. Bu sömürü ve yağmaya dayalı bir sistem olan kapitalizmin kaçınılmaz kıldığı bir şeydir. Oysa saraylara düşkün olmalarıyla maruf dikta rejimlerde bu tür icraatlar, vazgeçilmez kurallar arasında yer alır.
AKP-saray rejiminin yandaşlarına mevki ihsan etme konusundaki pervasızlığı, tüm ölçüleri alt üst edecek noktaya vardı. Bundan dolayı “adam kayırmacı” sistem artık “sıradan bir olay” kabul edilmeye başladı. Zira eğitim kurumlarının, devletin askeri ve sivil bürokrasisinin, medyanın, yerel yönetimlerin hatta birtakım özel şirketlerin de kilit mevkileri saraya biat eden kişiler arasında parsellenmiş durumdadır.
Tüm bunlara rağmen son gülerde ortaya çıkan gerçekler, bu iktidarın ahlak, kural, yasa, değer tanımamakla kalmadığını, açıkça ve herhangi bir sınır ya da ölçü tanımadan yağmaladığı ülke zenginliklerinden hizmetkarlarına pay dağıttığını kanıtlıyor.
Skandal, kendisine büyükelçilik bahşedilmiş bulunan Merve Kavakçı’nın 23 yaşındaki kızının Cumhurbaşkanı Danışmanı diye atanmasıyla ortaya çıktı. Bu atanma tartışılırken, M. Kavakçı’nın diğer kızının da Cumhurbaşkanı Danışmanı olduğu ortaya çıktı. Malum olduğu üzere, M. Kavakçı’nın kız kardeşi de AKP milletvekili.
Cumhurbaşkanı Danışmanı diye atanmış onlarca kişi var. Bu “danışmanları”n neyle iştigal ettikleri bilinmediği gibi, Cumhurbaşkanı’nın bu genç hanımlara neler danıştığı da merak konusudur. Medyanın da %95’i “saraya minnet duyan” beselemelerden müteşekkil olduğu için, bu skandallar da “olağan şeyler” muamelesi gören haberler olup çıkıyor.
Görünen o ki, dinci-şoven saray rejiminin M. Kavakçı’ya diyet borcu var. Bir Amerikan vatandaşı olan M. Kavakçı, milletvekili sıfatıyla “meclise türbanla girme eylemi” gerçekleştirerek din bezirganlarının “kahramanı” olmuştu. Yine de bu noktada esas sorun atanan kişilerin meşrebinden önce, atamayı yapan kokuşmuş sistemin kendisidir.
Saray rejimi, bu tür skandalları “olağan işler” haline getirerek kendi meşrebine uygun hareket ediyor. Oysa bu tür icraatların “olağan” hale gelmesi/getirilmesi esas olarak bir rejimdeki çürümenin, yozlaşmanın, kokuşmanın ahlaksızlığın vardığı boyutu gözler önüne serer.