TKEP-L dava tutsağı Serpil Cabadan yazdığı mektupla S tipi hapishaneleri teşhir etti. Mücadele Birliği’nin aktardığı mektup şu şekilde:
“F tiplerinden sonra neden S tipi diye ucube bir hapishane daha yaratıldı? F tiplerine hiç kimse değil, (sol) devrimci tutsaklar götürülmüştü ilk olarak. Ve o zamandan bu yana devrimci tutsaklar, birçok şeyin üstesinden gelmişlerdi.
S’ler hakkında basına hep “ağırlaştırılmış”lara yönelik olduğu söylendi. Sanki siyasi bir zindan meselesi değil de, bir kısım hükümlünün infaz biçimi gibi... Tabi bir de ne tür açılırsa açılsın, adli tutuklularla doluyor orası. Suç artışının ötesinde, bir ‘grev kırıcılığı’ durumu yaratma aynı zamanda. F’leri çok net tanıtmışlardı ve çoğunluk siyasi tutsak olunca da “grev kırıcı”, ancak kendileri olmuştu!!
Kendi sorumu hala yanıtlamadığımın farkındayım. Buna gelecek olursak.... S Tipleri F Tipi sürecinde başaramadıklarının devamı niteliğinde. Bundan asla bağımsız değil. Ağırlaştırılmış siyasi tutsakları daha da yalıtmanın ötesinde (ifadeyi sadece anlaşılması için kullanıyorum) “betona gömme” politikası. Anladığım, nasıl ki burada biz kadınları yan yana hücrelere bile koymayıp aralara adli tutukluları koyuyor ve onları kullanıyorlarsa, tüm bağlantının kesilmesi için, tekli hücrelerdeki durum da öyle. Hiçbir biçimde kimin neyle karşı karşıya olduğunu bilemiyorsun. Misal burada otuz civarı yurtsever erkek tutsak varmış, teklilerde. Ne durumdalar, kim bilir?!
Kamera bu işin yalnızca bir detayı. Önemsizliğinden değil elbette. Sadece detaydan ziyade, genel manzarayı görmek gerektiği için öyle diyorum. Şimdilik rölantiye alınmış gibi bir durum olsa da, yarın tüm bu detayların nasıl ayrı bir şiddet dalgası ile yaşanacağını bilemeyiz. Üstelik, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alanların sayısı, siyasi tutsaklar arasında geçmiş yıllardan daha fazla... F Tiplerindeki tekli hücrelerin yetmezliği de bundan. Kadınlar için de böyle... Yani S Tipleri hem mekan, hem politik olarak özel yapılmıştır. Bu açıdan 96 Eskişehir tabutluğu hatırlatması çok yerinde bir hatırlatma...
(...) Sohbet hakkını da karara yeni bağladılar. Ki ne karar? 150 dakika... Şurada ayakkabını çıkar, burada çıkar.... Maddelerini yazayım:
“... ayda bir kez 150 dakika faydalanmalarına, / .... koğuştan alınırken ... ayakkabılarının çıkarılarak üst araması yapılmasına... bitiminde yine ayakkabılarının çıkarılarak üst aramalarının yapılmasına, / kurum asayiş ve güvenliğini tehlikeye düşürmemek için sohbet faaliyetine en fazla iki ayrı koridor üzerinde bulunan aynı suç grubunda ve aynı örgüt üyesi en fazla iki koğuşun yararlanabileceği...”
Normalde haftalık 10 saat... Sonra iki koğuş, aynı örgüt sınırı ne? Kişi sınırı var. 10 kişiyi geçemez. Biliyorlar ki şu an mesela ben tekim, aynı davadan kimse yok, ne olacak? Hevallerden çıkabilecek durumda olanlar da tek bir “koğuşta” zaten. Yani ikinci bir “koğuş” yok! Hele şu uysun-uymasın her yere sokuşturdukları ayakkabı işi... Burada ister açık ayakkabı ile, ister kapalı, mahkeme-hastane gidiş-dönüşlerinde çıkartıyorlarmış. Yani gidersem bir gün, artık yanıma ayakkabı alacağım -herhalde buna da hayır demezler- neyse... F tiplerinde bile bunun gibi bir çok şey aşılmışken...
Kimsenin yanına verilmedim. Uygun olanlar üçlü kalıyorlarmış zaten. Bir de farklı örgüt işi çıkardılar. Diyorum “ya biz dört örgüt kalıyorduk, karma idi, soldan kim gelirse veriyorlardı” yok! “Aynı koridora verin o zaman” dedim... Ona da yok... Bir de 7/24 gözetim işi var, bu da aslında yasal değil. Kanunda bile yeri olmayan -tutturmuşlar bir Yüksek Güvenlik, habire fiili olarak bunu genişletiyorlar yasa yok, icraat var- bir uygulama. Karakolda bile daha fazla mahremiyet var yani! Yahu hangi “suç”tan olursa olsun bir kadını sürekli gözleme inadınız nedir? Yasal olmadığı gibi etik, ahlaki (kimin ahlakı olursa olsun) değil.
Bu arada, 4 Ekim 23’de soruşturma kağıdı getirdiler. 30 Eylül’de slogan atmışım diye... Kısa bir “savunma” yazdım. Kısaca şöyle dedim:
“Siyasi tutsaklar on yıllardır çeşitli talep ve nedenlerle slogan atarlar. Slogan atmak, kişinin fikir ve taleplerini duyurma-bildirme hak ve hürriyeti kapsamındadır. Bu en alt ve olağan, meşru biçimlerden biridir. İnfaz yönetmeliği hak ve hürriyetlerle çelişmemek adına slogan atmayı yasaklamamış, fakat ‘gereksiz’ ibaresi getirerek yasanın kullanımını baskı keyfiyetine çevirmiştir. Benim açımdan ise, sadece o gün değil, öncesinde de, sonrasında da slogan attım. Attığımı o gün tesadüfen, daha yeni duymuşsanız, ne kadar haklı olduğumu gösterir. Bütün hapishanelerde slogan atıldığını devletin tüm makam, kademeleri bilir, bu sadece yasa, anayasa konusu değil meşruluk konusudur da ve ekseriyetle soruşturma bile açılmaz.
Ayrıca slogan atışım müdürün odasında değil, tutulduğum ‘oda’ sınırları içindedir. Tüm bunlarla değerlendirilip, soruşturmanın kaldırılmasını talep ediyorum...” dedim. Haftaya disiplin kurulunun kararı gelir. Elbette iletişim cezası verecekler. (Tabi dilekçemi kaybetmemişlerse... Burada dilekçe kayboluyor nedense...)
“Suçu ikrar” falan diyecekler, 1 ila 3 ay arasında ceza...
Anlayacağınız S Tiplerinde uygulamalar bu şekilde keyfi. Bunlara alışmamızı, kabullenmemizi bekliyorlar ancak kabullenmeyeceğiz ve mücadeleye devam edeceğiz.
Serpil Cabadan”