Plastik poşetlerin ücretlendirilmesi birçok yönüyle dikkat çekici gelişmelere neden oldu. Her ne kadar sermaye devletinin sözcüleri bunu çevre duyarlılığı yalanı ile açıklasa da hemen herkes bunun gerçek olmadığının farkında. Zira zararlı olduğu söylenen plastik poşetlerin yerine kâğıt ambalajlar üretimini arttıracak bir zihniyet yok iktidarda. Bu siyasal iktidar zaten kağıt üretimi yapacak yegane fabrikalardan biri olan SEKA’yı 2005 yılında kapatmıştı.
Plastik atık alanındaki tablo Türkiye’nin sözde çevre duyarlılığının çarpıcı bir aynasıdır. Türkiye 2018’de İngiltere’den yaklaşık 80 bin ton plastik çöp almıştır. İngiltere’den en çok plastik çöp alan ülkelerin ilki Malezya, ikincisi de Türkiye’dir. Türkiye plastik atıkları geri dönüştürme konusunda en başarısız ilk 20 ülke arasında yer almakta, kendi plastik çöpünün sadece yüzde 1’ini geri dönüştürmektedir. Yani kendi çöpüyle başa çıkamıyorken, İngiliz emperyalistlerinin çöpünü almaktadır. Keza lastik üretiminde 8,6 milyon ton ile dünyada altıncı, Avrupa’da ise ikinci sırada bulunmaktadır. Tüm bunlar Türkiye’deki sermaye iktidarının plastik çöpler konusunda ne kadar duyarlı olduğu konusunda yeterli bir fikir vermektedir.
Diğer taraftan Çevre Mühendisleri Odası açıklamalarına göre, Türkiye’de faal olan 186 organize sanayi bölgesinden 105’inde atık su arıtma tesisi bile yok. Sık sık haberlere de konu olduğu üzere fabrikalardan sızan kimyasal atıkların temiz/içme suyu kaynaklarına karışması da cabası. Fabrikalarda işçi sağlığını tehlikeye sokan çalışma koşulları, kullanılan malzemeler ise zaten sermaye sınıfının umurunda değil. Çevreye en çok zararı veren kapitalistlere karşı devletin gerçek manada hiçbir yaptırım ve denetimi yok. Keza gelişmiş birçok ülkenin çevresel felaketler nedeniyle terk ettiği nükleer santrallerin Türkiye’de revaçta olması da işin bir başka tarafı.
Gıda ürünlerini, temizlik ve hijyen malzemelerini plastikle ambalajlayanların alışveriş yapanlardan poşet parası alması kadar absürt bir uygulama elbette bir tepkiye neden olacaktı. Bunu AKP sözcüleri de ifade ediyor, poşet kullanımının azaldığını söylüyor. Plastik poşetlerin paralı hale gelmesinden hangi yandaş patronların ve sermaye kuruluşlarının para kazandığı bir tarafa, burada asıl önemli olan milyonlarca insanın aynı anda ortak bir refleks göstermiş olması, paralı hale getirilen plastik poşetlere aynı zaman diliminde, farklı farklı yerlerde tepki gösterip ortak hareket etmesidir. Bunu milyonlarca insanın katıldığı pasif ama kendi içinde anlamlı bir eylem olarak da görmek gerekir. İşçi ve emekçilerden kesintiyle oluşturulan Bireysel Emeklilik Sigortası’na (BES) karşı da böylesine bir tepki gerçekleştirilmiş, uygulama boşa çıkarılmıştı. İstediğini yapamayan Erdoğan hükümeti bir kez daha işçileri zorunlu olarak BES’e dahil etme yoluna gitti.
Sonuç olarak, paralı hale getirilen plastik poşetlere karşı gösterilen refleks, emekçilerin yaşamlarını doğrudan etkileyen koşullar oluştuğunda bir tepki gösterebildiğini bir kez daha ortaya koymuştur. Her şeye zam yağarken, hak gaspları artarken, sömürüye, baskıya ses çıkaramayan kitlelerin paralı poşetlere tepki duymasını kimileri küçümseye de bilir. Ancak burada önemli olan bilinç ve örgütlenme düzeyi epey zayıf, eylemsel deneyimleri az, gericilikle kuşatılarak refleksleri köreltilmiş kitlelerin bir yerden tepki vermeye başlamasıdır.
Siyasal ve toplumsal şartların, sahte kamplaşmalar yoluyla emekçilerin birliğinin daha da parçaladığı, her şeyin yoksulların aleyhinde olduğu bir dönemde on milyonların gösterdiği bu ortak refleks anlamlıdır. Baskı ve zorbalığın egemen olduğu verili koşulları da unutmadan verilen böylesi pasif tepkiler bu uygulamanın gerisindeki sömürü politikasını görebildiklerinin bir göstergesidir. Bu geliştirilmesi, biçim verilmesi gereken bir olanaktır. Böylesi örneklerin AKP iktidarının kitleleri kandırmak için taktığı maskeleri düşürdüğü, emekçilerin verdiği “küçük” tepkilerin ise yarının kitle eylemlerinin önünü açacak potansiyeli barındırdığı unutulmamalıdır.
Ç. İnci