Sermaye düzeni uzun süredir çok yönlü krizle boğuşuyor. İç ve dış politikada yaşadığı açmazların yanında, bunların da etkisiyle ekonomide derinleşen kriz olgusu artık gizlenemeyecek boyutlara ulaşmış durumda. Türk lirasının her geçen gün döviz karşısında değer kaybediyor oluşu, Türkiye kapitalizminin yaşadığı krizin en çarpıcı göstergesi olarak orta yerde duruyor.
Türkiye ekonomisinin ‘kaçınılmaz’ tablosu
Ekonomik krizler kapitalizmin yapısal bir sorunudur. Kapitalizm dünya genelinde krizi yeniden ve yeniden üretmektedir. Kapitalist üretim tarzının temel çelişkisi, belirli dönemlerde kendisini krizlerle ortaya koymaktadır. Kapitalist devletlerin son dönemde sosyal yıkım saldırılarına hız vermesinin gerisinde, kapitalizmin bu yapısal sorunu yer almaktadır. Bir kez daha fatura işçi ve emekçilere kesilerek, kapitalizmin bu temel çelişkisi paspas altına itilmeye, kriz ötelenmeye çalışılmaktadır.
Türkiye kapitalizminin bugünkü tablosu ise bu genel duruma ek bazı öznel yanlar içermektedir. Öyle ki, Türkiye ekonomisinde çarkların dönüşü dış sermaye girişlerine bağımlıdır. Yabancı sermaye girişi sürdükçe ekonomi büyümekte, sermaye girişi azalınca küçülmektedir. AKP iktidarının hayata geçirdiği siyasal ve ekonomik politikalarla birlikte yabancı sermaye girişi ihtiyacı yeni bir açmaz yaratmaktadır. Zira yabancı sermaye girişi beraberinde dış borçta artışı getirmekte, dış borçla yaratılan kaynakların inşaat yatırımlarına yöneltilmesi de döviz bağımlılığına artışı körüklemektedir. Bunun yanında, dış politikadaki tutarsızlık ve emperyalistler arası çatışmada ikili oynama çabası, yabancı sermaye girişini olumsuz etkilemekte, Türk lirasının döviz karşısındaki değer kaybını tetiklemektedir.
Diğer yandan, AKP’nin sürekli bir patlama noktasında tuttuğu toplumu devlet eliyle hayata geçirdiği baskı ve zorbalıkla yönetme çabası, iç politikada bir dizi sorunu beraberinde getirmekte, sonuç olarak sermaye açısından bir ‘güvensizliği’ ifade etmektedir.
Tüm bunlar, Türkiye kapitalizminin bugün yaşadığı kriz olgusunun kaçınılmaz olduğunu göstermektedir.
AKP’den beyhude çabalar
AKP krizi çözmek değil, fakat yönetmek için çeşitli hamleler yapmayı gündemine alıyor. Ancak bu çabaların tümü, Türkiye ekonomisinin açmazlarından beslenen kriz olgusu karşısında beyhude kalıyor. Hal böyle olunca da AKP için öncelik siyasal demagojilerle kriz gerçeğinin çarpıtılması, bu konuda emekçilerin bilincinin bulandırılması oluyor. Demagojide başı çeken Tayyip Erdoğan “ekonomide en az 50 göstergenin olumlu yönde geliştiğini” öne sürüp gerçekleri karartırken, sözü dinlenmeyerek faiz arttırımına gidildiğini öne sürerek kendini aklamaya ve sorumluluğu Merkez Bankası’na yüklemeye çalışıyor. Erdoğan’ın bu manipülatif çıkışıyla birlikte, tüm AKP şefleri kriz gerçeğinin üzerini örtmeye dönük söylemlerde bulunuyor.
Söylemlerin yanında, icraatlar da kriz yönetiminin manipülasyona dayalı olarak yürütüldüğünü gösteriyor. Yerli sermayeye ‘dövizle borçlanma sınırlaması’ getirilmeye hazırlanılırken, “Türkiye’nin kendi kredi derecelendirme kuruluşunu kurması” yönlü çalışmalar da ekonomik göstergeler üzerinde manipülasyon ve dezenformasyon yaratılmasını amaçlıyor.
Sermaye kriz yönetiminden rahatsız
Türkiye ekonomisinin yaşadığı vahim durum karşısında uygulanan politikalar yerli sermaye tarafından gayri memnun bir tutumla karşılandı. Son dönemde hükümetten siyasal ve ekonomik alanda kendilerini rahatlatacak adımlar bekleyen sermaye, ‘yapısal reform’ talebini de sürekli diri tutuyor.
Bunun yanında, sermaye, AKP’nin ekonomik sorunun çözümü adına ‘dövizle borçlanmaya sınırlama getirilmesi’ne yönelik çalışmalarına tepki gösterdi. TÜSİAD Başkanı Erol Bilecik, yakın zamanda basına yaptığı açıklamalarda ekonomideki sorunların dövizle borçlanmaya sınır getirilerek çözülemeyeceğini, enflasyonun ve Türk lirası faizlerinin düşürülmesi gerektiğini savundu. “İç kaynaklarla finansman üretemedikleri ve dış kaynaklara ihtiyaçları olduğu” itirafında bulunan Bilecik ve onun şahsında sermayenin öne sürdüğü çözüm ‘yapısal reformlar’, yani işçi ve emekçiler için yeni sosyal yıkım saldırıları oldu.
Bütün yük emekçilerin sırtında
Kapitalizmin yapısı gereği, bu düzenin ceremesini hep işçi ve emekçiler çekiyor. Kapitalizmde giderek derinleşen gelir uçurumunda sermayenin payına büyük bir servet düşerken, işçi ve emekçilere kalan sefalet oluyor. Kriz dönemlerinde faturanın işçi ve emekçilere ödetilmesi de kapitalizmin bu ‘olağan’ işleyişinin bir devamı. Kriz kapitalizmde yapısal bir sorundur, fakat kapitalistlerin başarısı onu yönetebilmektir. Bunun en bilindik yöntemi “reform” adı altında sosyal-iktisadi saldırılara hız verilmesi, kaynakların sermayenin ihya edilmesi için kullanılması, gelir paylaşımında sermaye lehine ayrımcılık gözetilmesi vb. oluyor.
Türkiye ekonomisinin bugünkü durumu ve bu tablo içinde mali kaynakların paylaşımı sorunu, kapitalizmde sınıflar arasındaki çelişkinin açık örneği. Öyle ki, Türkiye ekonomisine ilişkin sunulan büyüme rakamları, sosyal anlamda emekçiler için bir anlam ifade etmiyor. TÜİK ölçülerine göre bile, kaynakların iş gücü ve sermaye arasındaki dağılımı iş gücü aleyhine oluyor. İşsizlik olgusu ve vardığı boyut orta yerde duruyor. Türk lirasının döviz karşısında değer kaybının tüketici nezdinde yarattığı olumsuz etki de cabası.
Kriz olgusu ve sonuçlarının da bir kez daha gösterdiği gibi, kapitalizm insanlık tarihinin ilerleyişi içinde bir sınıra dayanmış, sona ulaşmıştır. Yıkılmayı beklemektedir. İşçi ve emekçilerin, kapitalizmin krizleriyle derinleşen sosyal-iktisadi sorunlardan ve ağırlaşan yaşam koşullarından kurtulmasının tek yolu, bu beklentiyi gerçeğe çevirmektir.