Sermaye devleti toplumsal mücadeleyi engellemek ve ilerici devrimci güçleri sindirmek için sistematik baskı uygular. Baskı ve saldırılarında kontra güçler sürekli olarak devrededir. Tıpkı Maraş, Çorum, Beyazıt, Gazi katliamlarında olduğu gibi. Tıpkı ‘90’lı yıllarda Kürdistan’da yükselen özgürlük mücadelesini engellemek için insanların domuz bağlarıyla ‘’faili meçhul’’ cinayetlerle katledilmesi gibi. Suruç’ta, Ankara’da olduğu gibi. Bunları daha da arttırabiliriz. Çünkü kuruluşundan bu yana katliamcı bir devletle karşı karşıyayız.
İşte kontra güçlerin devreye sokulduğu katliamlardan biri de 38 yıl önce Ankara Bahçelievler’de gerçekleştirildi. 7 TİP’li (Türkiye İşçi Partisi) öğrenci katledildi. ODTÜ Elektrik Bölümü öğrencisi Serdar Alten, Ankara Devlet Mimarlık Akademisi öğrencisi Hürcan Gürses, Ankara İktisadi ve Ticari Bilimler Akademisi Gazetecilik Bölümü öğrencisi Efraim Ezgin, Hacettepe Üniversitesi İstatistik Bölümü öğrencisi Latif Can ve Hacettepe Üniversitesi İstatistik Bölümü öğrencisi Osman Nuri Uzunlar ve daha sonra eve gelen Faruk Erzan ve Salih Gevence faşistler tarafından 8 Ekim 1978’de katledildi. Serdar Alten, Hürcan Gürses, Efraim Ezgin, Latif Can ve Osman Nuri Uzunlar bulundukları evde, Faruk Erzan ve Salih Gevence ise Eskişehir yolunda kurşuna dizilerek katledildiler.
O dönemde böyle bir katliamın gerçekleştirilmesi hiç de şaşırtıcı olmamalı. Çünkü o dönemde yükselen toplumsal mücadelede öğrenci gençlik de ön saflarda yerini almıştı.
Vahşice gerçekleştirilen kontra katliamı
7 TİP’linin kaldığı dairenin kapısının zilini çalıp kapının aralanmasından faydalanan eli kanlı faşistler, ellerindeki silahlarla salonda televizyon izleyen 5 üniversite öğrencisinin ellerini arkadan bağlayarak yüzüstü yere yatırırlar. Faşistlerden ikisi ne yapmaları gerektiğini sormak için dışarıda arabanın içinde bekleyen Abdullah Çatlı’nın yanına giderler. Çatlı evdeki öğrencileri pamuk ve eter kullanarak bayıltıp öldürme emrini vermiştir. Sonrasında eve dönülerek yerde yatmakta olan öğrenciler teker teker eter kullanılarak bayıltılmıştır. Bu sırada evdeki durumdan habersiz arkadaşlarını ziyarete gelen Faruk Erzan ve Salih Güvence faşistler tarafından Eskişehir yoluna götürülerek bir tarla kenarında katledilmiştir. Tekrar eve dönen katliam çetesi öğrencileri boğarak öldürmeye karar verir. Öğrencilerden birini boğarak öldürürler. Bu şekilde zor olacağını düşünüp diğer dört öğrenciyi de kurşunlayarak katlederler.
Faşistlerin telle boğarak öldürdüklerini düşündükleri Serdar Alten 9 gün komada kalır. Bu süre içinde Alten katilleri tarif eder, katliamda kullanılan aracın plakasını verir. Alten, 9 gün komada kaldıktan sonra 17 Ekim’de hayatını kaybeder. Böylelikle katledilenlerin sayısı 7’ye çıkmış olur.
Devlet katilleri korudu/koruyor
1996’da “çete-polis-devlet” işbirliğini açık bir şekilde gözler önüne seren Susurluk kazasında ölen Abdullah Çatlı gibi eli kanlı faşistler bugüne kadar korundu, korunmaya devam ediyor. Hiçbiri gerçek anlamıyla cezalandırılmadı. Örneğin İbrahim Çiftçi cinayetin ardından serbest bırakıldı. Bahçelievler Katliamı’nın ardından adı savcı Doğan Öz’ün öldürülmesine karışan Çiftçi, bir kez daha ceza almadı ve MHP Genel Başkanlığı’na adaylığını koydu.
7 kez idam cezasına çarptırılan, firar eden ve 2004'te tahliye olan Haluk Kırcı ise firardayken Erzurum’da evlenmiş ve nikah şahitliğini dönemin Erzurum Valisi Mehmet Ağar yapmıştı. Bulunduğu her fırsatta pişman olmadığını belirten ve Bahçelievler Katliamı davasında ifade veren Kırcı, 7 öğrenciden 5’ini kendisinin 2’sini de Abdullah Çatlı’nın öldürdüğünü söylemiş, “O günkü şartlarda inanmış biriydim. İliklerime kadar inanmıştım. Yüz kişi de gelse öldürecektim” ifadeleriyle gözünü kan bürüdüğünü dile getirmişti.
Tutuklu olan katiller de 2012’de AKP’nin çıkardığı yargı paketi ile serbest bırakıldı. Katillerden Osman Engin ise ancak 35 yıl sonra, 2013’ün Nisan ayında Adana’da yıllardır işlettiği çay ocağında yakalanabildi(!) ve “Vatan millet için yaptım, şimdi olsa yine yaparım, yaptıklarımdan pişman değilim” dedi.
Sermaye devleti kendi varlığını sürdürebilmek için sürekli kontra güçleri kullanmaktadır. Devletin yönlendirdiği eli kanlı katiller pusuda Hrant Dink’i katlederek, Haziran Direnişi’nde Ali İsmail’i sokak ortasında tekmelerle öldürerek, Hasan Ferit Gedik’i kurşunlayarak, Suruç’ta, Ankara’da bombalar patlatarak, Kürdistan’da JÖH-PÖH adıyla katliamlar gerçekleştirerek, Hurşit Külter’i gözaltında kaybederek karşımıza çıkıyor. Bunlar ne ilktir, ne de son olacaktır. Katliamcılık sermaye devletinin özünde vardır.
Katliamlar ancak sermaye devletinin bir devrimle yıkılmasıyla son bulacaktır. Ve Nazım'ın sözleri en güzel cevap olacaktır onlara:
Günler ağır.
Günler ölüm haberleriyle geliyor.
En güzel dünyaları
yaktık ellerimizle
ve gözümüzde kaybettik ağlamayı:
bizi bir parça hazin ve dimdik bırakıp
gözyaşlarımız gittiler
ve bundan dolayı
biz unuttuk bağışlamayı...
Varılacak yere
kan içinde varılacaktır.
Ve zafer
artık hiçbir şeyi affetmeyecek kadar
tırnakla sökülüp
koparılacaktır.