Geçtiğimiz günlerde Haziran Direnişi sırasında başından gaz fişeği ile vurulan ve aylarca yoğun bakımda kaldıktan sonra hayatını kaybeden Berkin Elvan’ın duruşması görüldü. Duruşma görülürken adliye çevresi adeta karakola çevrildi, duruşmaya gelenlere ince arama dayatıldı. Adliye girişine ancak birkaç arama noktasından geçilerek girilebilirken, mahkeme salonuna girişte de arama yapıldı.
Berkin Elvan’ın son duruşmasında yaşananlar da, Somalı madencilerin davasında da, Suruç Katliamı davasında da, Nuriye ve Semih’in davalarında da yaşanıyor. Katlettiğiyle yetinmeyen devlet, hesap soranları da korkutmak, yıldırmak ve sindirmek için tüm yaşam alanlarını karakola çeviriyor. Suruç’ta yaşamını yitirenlerin ailelerinin, Suruç gazilerinin evleri basılıyor, gözaltı ve tutuklama saldırısıyla karşılaşıyorlar. Katliamda yaşamını yitirenler için yapılan anmalara izin verilmiyor, duruşmaları polis ablukasında geçiyor. Nuriye ve Semih’in adına dahi tahammülü kalmayan devlet, direnişin merkezi olan Yüksel Caddesi’ne bir mobil karakol kurmuş durumda. Duruşmalarında ise devlet terörü hüküm sürüyor. Son duruşmaya katılım için 40 kişi sınırlaması getirilirken, duruşma esnasında adliyeyi polis işgal altında tutuyor.
Dava süreçlerinde böylesine “güvenlik önlemleri” alan sermaye devleti, bu katliamların ve cinayetlerin gerçekleşmemesi için hiçbir önlem almıyor. Tersine bu katillerin önünü açıyor, sırtını sıvazlıyor, katil sürülerine tetikçiliğini yaptırıyor. Suruç ve Ankara katliamlarında, canlı bomba istihbaratının geldiği, fakat devlet tarafından güvenlik önlemi alınmadığı biliniyor. Yaşanan bunca madenci katliamında devletin kaçak madenleri görmezden geldiği, kölece çalışma koşullarını çıkardığı yasalarla güvence altına aldığı biliniyor. Polislerin Hrant Dink’i katleden tetikçi Ogün Samast’la çektirdiği “hatıra fotoğrafı” hâlâ hafızalarda. Yine halklara kan kusturan IŞİD’ci çetelerin Türkiye’de birçok kez ihbar edildiği fakat bu ihbarların görmezden gelindiği biliniyor. Linç etmek için Kürt arayan faşist güruhlar “milli hassasiyeti güçlü olan gençler”, emperyalistlerin maşası dinci çeteler ise “birkaç öfkeli çocuk” oluyor.
Onların tüm “güvenlik önlemleri” kitleleri korku yoluyla kontrol altında tutmak ve ona hâlâ biat etmeyen kesimleri de ezmek üzerine kuruludur. Zira onlar açısından kendi güvenlikleri, ezdikleri ve sömürdükleri kesimlerin hareketsiz ve sessiz kalmaları ile mümkündür. Bir baskı ve zor aygıtı olan devlet mekanizması meclisinden yargısına, bürokrasisinden kolluk güçlerine bu amaca uygun olarak örgütlenmiştir. Özellikle 1,5 yıldır devam eden OHAL’le birlikte iyiden iyiye keyfiyete dönen zorbalık uygulamaları, bir yandan devletin gerçek karakterini gözler önüne sererken diğer yandan da korkularını açığa vuruyor. Parlayacak bir kıvılcımdan o kadar korkuyorlar ki, fısıltı dahi çıkmasın istiyorlar. Fakat yaşanan tüm bu devlet terörüne karşı “Özgürlüğümden ve geleceğimden vazgeçmiyorum!” diyen gençler, “beni susturmak için başıma bir kurşun sıkması gerekir” diyen analar, hakları için mevzi direnişleri gerçekleştiren işçiler, gericiliğin koyu karanlığına karşı sokaklara çıkmaya devam eden kadınlar var. Bu yüzden adına “güvenlik önlemi” dedikleri saldırılarını arttırıyorlar. Artan bu saldırganlığa karşı yaşamın tüm alanlarında ses olmak, boyun eğmemek, direnişi büyütmek gerekmektedir.