Önümüzdeki yerel seçimler vesilesiyle yaşadığımız kentler ve sorunları fazlasıyla gündemde. Düzen partilerinden reformistlere tüm adaylar kent sorunlarının çözümüne dair vaatleri peş peşe sıralıyorlar. “Doğal afetlere karşı dirençli kentler”, “şeffaflık, hesap verebilirlik”, “toplumsal refah”, “çevrenin ve doğal yaşamın korunması”, “ulaşım, barınma, altyapı sorunlarının çözülmesi”, “sosyal belediyecilik anlayışı” hemen tüm seçim programlarının ortak başlıklarını oluşturuyor. Birbirinin aynısı sayılabilecek vaatler farklı adaylar tarafından dile getirilirken, işçi ve emekçiler için kent hayatı artan yoksullukla iyice çekilmez hale gelmiş durumda.
Kölece çalışma koşulları, işsizlik, sendikal örgütlenme hakkının dahi engellenmesi gibi pek çok sorunla boğuşan işçi ve emekçiler için sağlıklı bir kent yaşamına erişmek neredeyse imkânsız. Pek çok emekçi depreme dayanıksız ve sağlıksız konutlarda barınıyor. Çözüm olarak sunulan “kentsel dönüşüm” projeleri emekçilerin sorunlarını derinleştirmekten başka bir işe yaramıyor. “Kentsel dönüşüm” adı altındaki rant projeleri ile pek çok emekçi yaşadığı yeri terk etmek zorunda kalıyor. Yerinde kalanlar ise ödemekte zorlanacak şekilde borçlandırılıyor. Artan kiralar, yüksek konut kredileri emekçilerin geçinme sorununu derinleştiriyor. Pek çok emekçi ailesiyle birlikte başını sokabileceği bir ev bulmakta zorlanıyor, barınma sorunu yaşıyor.
Sağlıklı bir kent yaşamı için gerekli olan kamuya açık, ücretsiz yeterli yeşil alan, spor, sosyal ve kültürel tesislere emekçiler ulaşamıyor. İmar planlarında yeşil alan, sosyal-kültürel tesis alanı olarak belirlenen yerler plan değişiklikleri ile AVM’lere, rezidanslara dönüştürülüyor. Spor alanları, sosyal-kültürel hizmetler giderek daha da ticarileştiriliyor. Beton yığını haline gelen emekçi mahallelerinde deprem olduğunda toplanma alanı olarak kullanılabilecek boş bir arsa dahi bulunamıyor. Niteliksiz ve pahalı toplu taşıma emekçiler için ulaşımı çile haline getiriyor. Çocuk, hasta, yaşlı, engelli bakımı için yeterli sayıda ücretsiz ve nitelikli merkezlerin olmaması, başta kadınlar olmak üzere emekçilerin yaşamlarını zorlaştırıyor. Özellikle kadınların çalışma yaşamına katılmasının önünde engele dönüşüyor. Bunlara daha pek çok sorun eklenebilir…
Emekçiler için bir çözüm var mı?
İşçi ve emekçiler binbir kent sorunu ile boğuşurken, bunların çözümünün seçimlerde vaat edilenlerin hayata geçirileceği belediyecilik örnekleriyle olmayacağı açıktır. Merkezi yönetime tabi olan yerel yönetimlerle yapılabilecekler, sermayenin ihtiyaçları ve taleplerine göre belirlenmektedir. İşçi ve emekçilerin ihtiyacı olan ancak kapitalizmin işleyiş yasalarına ters düşen uygulamalar da dolayısıyla hayata geçememekte ya da çok sınırlı kalmaktadır. Belediyelerin açtığı kreşler, spor tesisleri, 65 yaş üstüne ücretsiz ulaşım gibi sınırlı-yetersiz uygulamalar genellikle bir sonraki seçim sürecinde karşısına çıkacak rakipleri elemek için gerçekleştirilen “hizmetler” olmanın ötesine geçememektedir. Nitekim sürekli olarak “seçmenler” bu hizmetleri kaybedebilecekleri üzerinden tehdit ile karşı karşıyadır. Aynı şekilde daha fazlasını hayata geçirmeye çalışan belediye başkanları da kayyımlar, tutuklamalarla engellenmektedir. Dolayısıyla, belediyecilikle işçi ve emekçiler için daha yaşanabilir kentlerin oluşturulması olanaklı değildir.
Belediyecilikle kent sorunları çözülemeyecekse, çözüm için yapılması gerekenin mevcut hükümeti değiştirmek olduğu sonucuna varmak da yanlıştır. Çünkü bu düzende yürütmenin başına geçecek her partinin sermayenin çıkar ve ihtiyaçları doğrultusunda hareket etmekten başka bir seçeneği bulunmamaktadır. Geçmişte özellikle yükselen devrimci mücadelenin ve Sovyetler Birliği’nin etkisiyle hayata geçirilen sosyal devlet uygulamaları, Sovyetler Birliği’nin dağılması ve mücadelenin geri çekilmesiyle bir bir tırpanlanmıştır. Neoliberal politikalarla kente ilişkin “katılımcılık”, “sürdürülebilirlik” gibi altı doldurulamayan kavramlar ortaya atılmış olsa da, esasta sermayenin tam egemenliğine dayanan politikalar hayata geçirilmiştir. Tıpkı “sosyal belediyecilik” anlayışı gibi “sosyal devlet” anlayışı da kapitalizmin geldiği aşamada iflas etmiş durumdadır.
Bu tablo elbette kent sorunlarının çözümü doğrultusunda belli adımların atılamayacağı anlamına gelmiyor. İşçi-emekçi kitlelerin örgütlü mücadelesiyle bu alanda da belli kazanımlar elde etmek mümkündür. Kent sorunlarının kalıcı çözümüne giden yolu tespit edebilmek için ise, kentlerin gelişim süreçlerini sınıfsal bir perspektifle ele almak gerekiyor.
Gerçek ve kalıcı çözüm için!..
Tarihsel olarak bakıldığında kentlerin, ilk ortaya çıktığı zamanlardan bu yana egemen sınıfın ihtiyaçları ve üretim ilişkilerinin düzeyine bağlı şekillendiği görülmektedir. Kapitalist düzende kentlerin şekillenmesinde, egemen sınıf olan burjuvazinin çıkarları, ihtiyaçları ve talepleri belirleyici faktör olmuştur. İmparatorluklarda kentler sarayları, limanları, meydanları ile kralın-padişahın ihtişamını yansıtırken, kapitalizmde de sermayenin simgesi haline gelen plazalar, burjuvaziye ait modern teknolojiyle donatılmış lüks yapılar öne çıkmaktadır. Kapitalizmde kentler kendisinden önceki egemen sistemin izlerini geçmişten bugüne kalan tarihi saraylar, dini yapılar vb. ile taşısa da sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda değişip dönüşmektedir. Diğer sınıflı toplum yapılarında olduğu gibi kapitalizmde de çoğunluk olan ama iktidarda olmayan ezilenler ise sermayeye hizmet etmek için ölmeden yaşayacak kadar kentlerde kendilerine yer bulabilmektedir. Diğer yandan doğal çevre, tüm canlı yaşamını tehlikeye atacak şekilde sermayenin yağma ve talanına açılmaktadır. Sermaye kendisine korunaklı alanlar yaratırken, “benden sonrası tufan” bakışı ile tüm canlı yaşamını yok oluşa sürüklemektedir.
Marx ve Engels, kapitalist düzende “kentler toplumun ‘iki büyük sınıf’ halinde bölünmesinin en açık olduğu yerlerdir; bu bölünme de doğrudan işbölümüne ve üretim araçlarının mülkiyetine dayanır” demektedir. Bu tanımlama kentlerdeki sınıf egemenliğine işaret etmektedir. Kentler bir yandan egemen sınıfın kendi gücünü sergilediği mekanlar olurken, bir yandan da sınıf çelişkilerinin derinleştiği ve sınıf çatışmalarının yaşandığı alanlardır. Dolayısıyla bugününün kent sorunları egemen sınıf olan burjuvazinin yol açtığı sorunlardır. Bu açıdan bakıldığında, kent sorunlarının çözümü sorunların kaynağı burjuvazinin sınıf egemenliğine karşı mücadele içinde ortaya çıkar. Ve onun sınıf iktidarına son verilmesiyle nihai bir sonuca ulaşmaya başlar.
Ancak bu tespiti yapmak, kent sorunlarının çözümü için somut taleplere dayalı bir mücadeleyi ertelemek anlamına gelmemektedir. Sermayenin egemenliği altında talan edilen, ranta açılan kentleri daha yaşanabilir hale getirmek için işçi ve emekçilerin örgütlü bir mücadele verebilmesi gerekmektedir. Elde edilen sınırlı kazanımlar bile ancak yükseltilen mücadelelerin ürünü olmaktadır. Örneğin Kanal İstanbul gibi bir rant projesi hem fiili hem de hukuki mücadele ile engellenebilmiştir. Bu tür kazanımların birçok örneği vardır.
Hem rant projelerini engellemek hem de emekçilerin barınma, ulaşım, sağlıklı altyapı başta olmak üzere yaşadıkları kent sorunlarının çözümü düzenin seçim sandıklarından çıkmaz. Çözüm işçi ve emekçilerin kendi talepleri etrafında birleşmesidir.
İşçi ve emekçiler elde ettikleri her bir kazanımın ancak burjuvazinin egemenliğine son verip sosyalizm kurulduğunda güvenceye alınacağı bilinciyle mücadeleyi büyütmelidir. Ancak bu bakış açısıyla hareket edildiğinde kent sorunlarının kalıcı çözümüne giden yol açılıp, yaşanabilir kentler kurulabilir.
(Emeğin Kurtuluşu 1-15 Mart 2024 tarihli 28. Sayısından alınmıştır.)