Her gün artan baskı ve saldırılarla karşı karşıyayız. Bu zulüm, bu baskı, bu karanlık elbet bir gün son bulacak. Aydınlık günlerin onurunu taşıyanlar olacak elbette, karanlığın utancını taşıyanlar da. Bir de hak etmedikleri onuru taşımak için canhıraş yarışanlar...
Öyle ki, ortalık süt limanken en yüksek perdeden mücadele nutku çekip, elini taşın altına koymaya gelince geri duranlar; yarın mücadele edenlerden daha çok mücadele “anıları” anlatacaklar.
Dün birlikte, yoldaşça mücadele ettiklerimizden birçoğu bugün belki bu mücadelede değiller. Bir kısmı mücadele edenlerin hakkını teslim ederek, kendi zayıflıklarını görerek kenarda duruyorlar. Belki kavganın ortasında değiller ama engel de değiller…
Öyleleri var ki, ne kavganın içindeler, ne de kendilerine toz konduruyorlar. Onlara göre hep suçlu, haksız, yanlışlar var. Bir de anlatsalar bu suçu, haksızlığı, yanlışlığı gam yemeyeceğiz. Tipik küçük burjuva davranışlar işte…
Hatta bazıları var ki, “nedir sorun?” dediğinde, “Bir şeyleri aşmak/değiştirmek gerekir” diye başlar söze. Oysa ki böyle bir dertleri yoktur. Verdikleri cevaplar, devrimci olan ne varsa yitirilmiş olduğunu gösteriyor çoğu zaman. Zira düzen içiliğin, ama bir de kendine toz konduramamanın radikal görünümlü “gerekçeleriyle” karşılaşırsınız. Hele bir de ağızları laf yapıyorsa işte o zaman sarf edilen her kelimenin altındaki gerçekleri anlaman biraz zaman alır...
Son birkaç yıl içinde yaşadıklarımız bizim lafazanlarımızı da derinden etkiledi. Düzenle ne kadar bütünleştiklerini bir gecede gördük. 7 Haziran geçti, devletin baskı ve saldırıları arttı. Kendisi geride durdu, mücadele edenlerin neden daha çok mücadele etmediğini sorguladı, eleştirdi. Kendisi ise yurtdışına kaçma sendromuna tutuldu. “Bu karanlığın aydınlığa kavuşması için karınca kararınca bizim de bir katkımız olsun” deme ihtiyacı bile duymadılar. Tam bu sendrom atlatıldı derken 15 Temmuz’da daha da derinine tutuldular. Yolunu bulan şimdi başka diyarlarda. Yarın kazanıldığında belki de gelecekler ve onca isimsiz kahramanın emeği üzerinden yükselmek için, itibarlarını arttırmak için ellerinden geleni arkalarına koymayacaklar. Yolunu bulamayanlar ise, solcu gözüküp hareketsiz kalmaya devam edecekler…
Geçtiğimiz cumartesi günü Bakırköy’de direniş çadırı epey hareketliydi. Düzenin o ya da bu uygulamasından rahatsız olan yüzlerce insan geldi, direnişçileri selamladı. Bunların büyük bir kısmı Marksist düşünceye yabancı, hatta hiç tanımayan insanlardı. Bir de devrimci mücadele içinden gelmiş olanlar vardı. Bunlardan bir tanesi gözümüze çarptı. Kendisi zamanında “keskin” devrimcilik yapmış, şimdilerde ise günlük çıkan bir sol gazetede çalışıyor. Direniş çadırını gördüğünde yolunu değiştirdi ve bir selamı bile direnişçilere çok gördü. Kaygısı, tasası neydi bilemeyiz ama, bir selamı esirgemesini gerektirecek kadar içi kararmış olsa gerek…
Bunları bir yana bırakalım, ne olursa olsun insanlığın ve tüm canlı hayatın kurtuluşu için mücadele edenler kazanacak. Ama bu sefer birileri emeğin kurtuluşu mücadelesinin öznesi, emekçisi ve bedel ödeyeni olanların karşısında dik duramayacaklar.
Başı dik olanın, zulme karşı duranın, bedel ödemekten korkmayanın sol memesinin altındaki cevahir her geçen gün daha çok aydınlık saçacak!
E. Duman