TKİP kurucu üyesi, 2000 Ölüm Orucu şehidi Hatice Yürekli'nin 17. ölüm yıldönümü vesilesiyle, 11 Mayıs 1999 tarihinde mahkemede yaptığı savunmayı okurlarımıza sunuyoruz.
Bilimsel sosyalizmi savunan bir sınıf devrimcisiyim
Ben sosyalizmi bilimsel ideolojik temeliyle benimseyen bir sınıf devrimcisiyim. Bu devrimci sosyalist kimliğim nedeniyle daha önce birkaç kez gözaltına alındım, tutuklandım ve yargılandım. Devrimcilerin gözaltına alınması, gözaltında işkence görmesi, kaybedilmesi veya baskı, işkence ve ölüm tehditleriyle yıldırılmaya çalışılması, bugünün Türkiye’sinde olağanlaşmış uygulamaladır. Çünkü egemen sınıflar ve onların hizmetindeki kolluk güçleri, sistemin gerçekliğini ve insanlığı biricik kurtuluşu olan sosyalizme taşıyacak devrimci fikirlerin işçi ve emekçilere taşınmasını engellemek istemektedirler. Bunun için de devrimciler sürekli baskı ve tehditlerle düşüncelerinden vazgeçirilmeye çalışılırlar.
Ben de alınmadan önceki süreçte sürekli takip altında tutulduğumdan dolayı, bu baskıdan yıldığımız için değil, ama burada bir yaşam kurmak için Ankara’ya gelmiştim. İş bulup, yerleşmeyi düşünüyordum. Geldiğim gün olan 21 Aralık günü Sıhhıye’de TMŞ’ye bağlı polis timi tarafından nedeni ve gerekçesi olmadan gözaltına alındım. Gözaltına alındığımda üzerimde sahte kimlik vardı. Herkesin bildiği gibi siz de çok iyi biliyorsunuz ki polis tarafından bilinen devrimciler sürekli bir baskı, takip ve kovuşturma altında tutulmakta, katledilme tehditi altında yaşamaktadırlar. Bu coğrafyada Hasan Ocak, Aysel Malkaç, Ayşenur Şimşek, Hüseyin Toraman, Hasan Gülünay gibi onlarca devrimci gözaltına alınarak kaybedildiler. Daha sonra cesetleri bulunduğunda onların polis tarafından katledilmiş olduklarını gördük. İnsanın yaşama hakkı evrensel bir haktır. Bu açıdan sahte kimlik kullanmak durumunda oldum.
İşkence ve işkencecileriniz çürümüş düzeninizin aynasıdır
Gözaltına alınış nedenim bence, devrimci sosyalist düşüncelere sahip bir insan olmamdır. Gözaltında tutulduğum 7 gün süresince, işkenceci polislerin fiziki ve psikolojik şiddetiyle karşı karşıya kaldım. Sürekli ayakta bekletme, uyutmama, çıplak tazyikli suya tutma, saç yolma ve kaba dayak gibi işkencelerin yanısıra; küfür, tehdit, hakaret ve gözaltında ölümle tehdit etme gibi psikolojik zor altında tutuldum.
Tüm bu işkenceler karşısında ise, devrimci siyasal kimliğimin ve insanlık onurumun gereği olarak ifade vermedim. İşkence zoruyla onurumu ve devrimci siyasal kimliğimi yadsımam dayatıldı. Bunu hiçbir koşulda kabul etmedim, etmem de. İşkencecileri muhatap almadım, çünkü onlar insani değerlerini yitirmiş olarak çürümüş düzenin bütün kokuşmuşluğunu işkenceleriyle ortaya koyuyorlardı. İşkenceye ve işkencecilere prim vermemek gerekiyordu, çünkü tarihte göstermiştir ki, hiçbir işkence yöntemi komünist idealleri teslim alamamıştır. Marksizm-Leninizm’in tarihsel haklılığını birkez daha ortaya koymak gerekiyordu. En sonu ölümdü, onu da denediler ya da infazla tehdit ettiler. Ozanın dediği gibi, “yürü bildiğin yolda, ölümden öte ne var”. Bu düşüncelerle, işkence karşısında insanlığın kurtuluşunun ideallerini savundum. Bu savunmayı işkence karşısında boyun eğmeyip, ifade vermeyerek ortaya koydum. Bu arada işkencenin insanlık suçu olduğu basit gerçeğini ise sadece hatırlatmakla yetiniyorum.
Yargılanmamıza yol açan iddianameyi hazırlayanlar, kendilerince bizi “silahlı çete örgütüne” üye olmakla suçluyorlar. Öncelikle bu iddianın asılsız ve temelsiz olduğunu söylemeliyim. Bana ilişkin suçlamanın, farklı tarihlerde gözaltına alınmış insanların benim üzerime işkence zoruyla verdikleri ifadeleri bir kenara koyarsak (asılsızlığı bir yana), esasta dayandığı yer, itirafçı dediğiniz unsurun üzerimdeki ifadeleridir. Bunun üzerinden yargılama diye oluşturulan mizansene şaşırmıyorum. Çünkü; bu düzenin ve bu düzenin devamını sağlamaya çalışan kurumların devrimcilere ve komünistlere yaklaşımı esasta siyasal-sınıfsaldır. Bu bakımdan düzenin savunucularının kendi düzenlerini tehdit eden hiçbir düşünceye ve eyleme tahamülleri yoktur. Neden mi?
Kapitalizm eşitsizlik ve baskı üzerine kurulu bir toplumsal sistemdir
Kapitalizm eşitsizlik ve baskı üzerine kurulu bir toplumsal sistemdir. Bu sistemin temelinde ücretli emek sömürüsü vardır. İşçi sınıfının yarattığı değerlere sermayeyi elinde bulunduran kapitalist sınıf tarafından artı değer biçiminde el konulur. İşçilere ise ancak yaşamlarını devam ettirebilecekleri kadar bir ücret verilir. Kapitalist sistemdeki temel çelişki, toplumsal üretimle özel mülkiyet arasındaki çelişkidir. İşçi ve emekçilerin yaşamındaki sefalet daha da artarken asalak kapitalist sınıf işçilerin kanını emerek sömürür, kârına kâr katar ve sefahat içinde bir yaşam sürer. Temel toplumsal-siyasal bir sorun haline gelmiş olan bu çelişki, çözümü de zorlamaktadır.
Kapitalizm toplumsal bir yapı oluşturmakla birlikte, insanlar bu sistemde bireyler olarak yaşamaktadırlar. Çünkü üretilen zenginlikler toplumsal olarak paylaşılmamakta, bireyci yaşam esas alınmaktadır. Oysa insan toplumsal bir varlıktır. Toplumsallık da üretimde olduğu gibi yaşamın bütün alanlarında ortaklaşmayı ve paylaşımı gerektirir. Maddi-manevi tüm değerlerin ortaklaştırılabilmesidir. Fakat kapitalizmin üretim ilişkileri üzerinden ortaya çıkardığı yabancılaşma, insanlar arasında rekabeti, düşmanlığı esasta “ben”in ihtiyaçlarına göre ilişkileri körükler. İnsanlar birbirinden uzaklaşır, kopar, bireycileşir. Bu da insani değerlerin düşürülmesine yol açar. Toplumsal çürüme ve yozlaşma kaçınılmaz olur. Kapitalizmde tüm toplumsal ilişkiler sermaye egemenliğinin ihtiyaçlarına göre belirlenir. Burjuva sınıfın asalaklığı ve çürümüşlüğü kapitalizmin genel karakterini verir.
Kapitalizm bir sistem olarak çürüdüğü yerde, toplumu genel bir çöküşe sürüklemektedir. Toplum yukarıdan aşağıya mafyalaşmış bir ekonomi, siyasi yönetim, hukuki ve idari yapılanma içerisinde olduğu için sistem bütün alanlarda bir tıkanıklık ve çürüme içerisinde bulnmaktadır. Üretmeden tüketen asalak burjuva sınıfın çürümüşlüğü, toplumsal ilişkiler alanında da kendini gösermektedir. Toplumsal yaşam, ahlaki düşkünlükten haksız kazanç sağlamaya, başkalarının emekleri üzerinden kendi yaşamlarını kurmaya; bunun içinde hırsızlık, yalan, dolandırıcılık vb. bir dizi kötülükleri yaşayan bireyler ortaya çıkarmaktadır. Kapitalizm insanları değersizleştirir. İnsanlıktan çıkarılmış bireyler, sistemin dönen çarkları içerisinde birer suçluya dönüştürülürler.
Kapitalizmin toplumsal yaşamdaki tüm yıkıcı sonuçlarıyla birlikte ortadan kaldırılması için, bunu gerçekleştirebilecek olan güçlerin birleşik bir mücadele yürütmesi gerekmektedir. Çünkü kapitalizm kendi çürümüşlüğünü topluma yayarak barbarlığa doğru gitmektedir.
Sermaye egemenliğine karşı duruş devrimci olmayı gerektirir
Ben insanın insan tarafından sömürülmesine, üreterek yaşayan ezici çoğunluğun yaşamının bir avuç asalak burjuva tarafından yıkıma uğratılmasına, sistemin çürümüşlüğünün toplumu bir çöküşe götürmesine karşı olduğum ve barbarlık içinde çöküşün bir devrimle son bulması ve insanlığın eşit ve özgür bir toplumsal sistemde yaşaması gerektiği için devrimciyim. Bana göre, kapitalizme karşı alternatif devrimci duruş, tam da üretim ilişkilerine karşı tutum üzerinden gerçekleşir. Üretimde tuttuğu yer itibarıyla işçi sınıfı düzene alternatif sistemi getirecek tek devrimci sınıftır. Çünkü bu sistemin eşitsizlik ve baskısıyla karşı karşıya gelen esasta işçi sınıfıdır. Bu bakımdan düzene karşı gerçek devrimci duruşu gösterecek olan güç de odur. Çarlık Rusyası’nda Ekim Devrimi’ni gerçekleştiren Rus proletaryası, bu teorinin tarihsel olarak ispatlanmış örneği durumundadır. Bugün de sermaye sınıfının işçi ve emekçiler üzerindeki sömürü ve tahakkümü kendisine karşı bir tepkiyi de beslemektedir. Bugün kendini politik düzeyde ifade edemiyor olsa da, en azında öncü-ilerici işçiler nezdinde bunu görmek mümkündür. Bu durum gelişecek olan sınıf çatışmalarına da işaret etmektedir.
Bugün, işçi sınıfının devrimci temsiliyetini komünistler ortaya koymaktadırlar. Kapitalizmin ve onun ürünü yabancılaşmanın karşısında, insanlığın ve insani değerlerin komünist devrimci kimlikte cisimleştiğini görürüz. Sistemin yarattığı eşitsizliğin ve değersizleştirmenin ancak bir toplumsal mücadele ile ortadan kaldırılabileceği bilincinin gelişmesidir bu. Bir karşı duruş ve başkaldırıdır. Toplumun ezici çoğunluğunun ürettiği kendi değerlerine yabancılaşmasın, üretilen değerlerin özel mülkiyet biçiminde kendini baskılayan bir sisteme dönüşmesine son vermektir. Üretimin bir parçası haline getirilen-metalaştırılan bireylerin toplumsal yaşamın aktif bir öznesi haline getirilme çabasıdır. Gerçekten yaşayan, paylaşan, tüm güzellikleri doyasıya yaşayan; eğitimde, sosyal, politik ve kültürel alanlarda da işçilerin kendilerini üretebilme imkanı bulması için mücadeledir. Çürüyen sistem ve asalak burjuva sınıfına karşı, toplumsal kurtuluşu getirecek sistemin -sosyalizmin- ve bu sistemi devrimci mücadele yoluyla getirecek olan işçi sınıfnının tarihsel/toplumsal eyleminin bilincine varımıdır. Toplumsal çürüme ve insandışılaşmayı tam da işçi sınıfının üretici konumuna dayanarak aşma ve yeniyi kurma bilincidir. Özetle, devrimci kimlik düzene bir bütün olarak alternatif olmaktır. Bunu bir kimlik, kişilik, yaşam biçimi ve mücadele olarak cisimleştirmektir. Düzenin reddi ve ona karşı duruş; bir sınıfın, düzeni köklü olarak değiştirecek işçi sınıfının davranışına, eylemine, yaşam tarzına ve ideolojisine dayandığı yerde güvencelenecektir.
Tüm çürümüş yöntemler gibi itirafçılık da düzeninize çare olamayacaktır
Kapitalizm bir sistem olarak çürüdüğü yerde insanları da bu çürümenin kurbanları haline getirmektedir. Çürümenin kendini gösterdiği alanlardan biri bu sistemin insani değerlere uzaklaşan-yabancılaşan bireyler üretmesidir. Üretim süreçlerinden kopuk olmanın sonucu olarak ortaya çıkan bu çürüme, sistemin kullandığı araçlara dönüşmektedir. Dikkat edilirse, emeğiyle yaşamını sürdürmeye çalışan insanlarda “suç” işleme vb. çok görülmezken, üretmeden yaşayan-üretimden kopuk bireylerin değer erozyonu yaşamasına daha sık rastlanmaktadır. Bu tip insanlar sistemden şu veya bu düzeyde hoşnutsuz oldukları yerde, kimi zaman ona karşı gelme adımını da atarlar. Fakat bu bilimsel-ideolojik bir temele oturamadığı durumda, baskı ve zorla karşılaştıklarında tekrardan düzenin çürümüşlüğüyle daha ileriden bütünleşmeleri de ortaya çıkabilmektedir.
İtirafçı denilen tipleme, bu durumun karşımızdaki örneğidir. Kapitalizm insanı değersizleştiriyor ve kullanılabilir bir araç haline getiriyor. İnsanlıktan çıkarılmış olan bu bireyler, sistemin dönen çarkları içerisinde birer suçluya dönüşüyorlar. Sistem çürürken, böyle zayıf ve değersizleşmiş kişilikleri de beraberinde çürütüyor. İtirafçılık kurumunda ortaya çıkan bu çürümüş kişilikler, yaşamlarını artık egemen sömürücü sınıfın hizmetine adadıkları için, insanlığın karşısına dikilmekte, insanlığı yok etmeye aday olmaktadırlar.
İtirafçılığın sistemin çürmüşlüğünün ispatı olması, onun devrimi yargılayabilmek için bu çürümüş kişiliklere dayanma ihtiyacındandır. İnsanlığa yabancılaşmış biri kimin işine yarayabilir, kimin sorununa çözüm olabilir ki? Ya da daha açık bir ifadeyle, egemenler böyle çürümüş unsurlara dayanarak devrimi geriletebileceklerini ve düzenlerini ebedileştireceklerini mi sanmaktadırlar? Bence bu koca bir yanılgıdır. Kendini aldatmaktan başka birşey değildir. Doğaldır, çürüyen düzen çürümüş kişiliklere dayancaktır. Ama yetiştirdiğiniz kontra çeteler, tetikçiler, ajanlarınız, itirafçılarınız ve bizim de tezgahlarından geçtiğimiz ve birçok devrimcinin kanını akıtmış işkencecileriniz, bunların hiçbiri düzenizin sonunu geciktirmeye yetmeyecektir.
Devrimin adaleti hainleri cezasız bırakmayacaktır
İfadelerine dayandığınız itirafçı denilen unsur, daha önce de görülen birçok itirafçı gibi devrimcilerin, işçi ve emekçilerin kanını akıtmayı bir görev olarak benimsemiş, düşkünleşmiş bir kişiliktir. Bugün insanlığı temsil eden devrimcilerin katledilmesine veya yıllarca zindanlarda tutsak edilmesine hizmet eden bu duruş, insanlık tarihi karşısında suçlu konumdadır ve cezalandırılmayı çoktan haketmiş durumdadır. Bu cezalandırma, kuşkusuz egemenlerin hizmetinde olan yargı kurumundan beklenemez. Bu insanlık suçunun cezasını, işçi sınıfı ve emekçilerin tarihsel haklılığına dayalı devrimci adaleti verecektir. İnsanlık için ceset durumuna gelmiş, yalnızca biyolojik olarak yaşayan bu çürümüş kişilik, ölmeyi çoktan haketmiş durumdadır. Varlığı insanlık için gereksizleşmiş bu kişilik, er ya da geç hakettiği sonu yaşayacaktır. Bundan kuşku duyulmamalıdır.
Sizler sömürücü ve kanemici bir sınıf olan burjuvazinin hizmetindesiniz
Ve sizler, yargı kurumu olarak, kendinizi sistemin çürümüşlüğü ve gereksizliğinden muaf mı sanıyorsunuz? İşkenceci polislerin düşkünleşmiş bir kişilik olan itirafçı denilen unsurun itiraflarına dayanarak hazırlattığı iddianame üzerinden bizleri yargılarken, gerçekten kendinizi adil hissediyor musunuz? Bence adil değilsiniz, olamayacaksınız da! Siz, sermayenin adaleti için varsınız. sömürücü ve kan emici bir sınıf olan burjuvazinin çıkarları için varsınız. Niye mi? Yasalarınız ve yasal düzenlemeleriniz en basit bir hak alma mücadelesini/eylemini “terör” kapsamında görüp, ona göre tutum belirlemektedir. Yani kararlarınız egemen sınıfın çıkarlarından bağımsız değildir. Sermaye egemenliğine ters düşen herşeyin karşısında siz de varsınız.
Sizin kararlarınız her zaman sermayeye hizmet eder. Sözde adaletiniz her zaman sermeyenin yanıenda, işçi sınıfı ve emekçilerin, onların sınıfsal çıkarlarının temsilcisi olana biz devrimcilerin ise karşısındadır. Mahkemelerinizde adaletin A’sı okunmaz.
Kolluk güçleri, işçi ve emekçilerin eylemlerine karşı jop ve bomba kullanırken bunun yaratacağı sonuçları hiç hesaplıyor musunuz? Veya bizi işkenceli sorgulardan geçirirken, sisteminizin bütün çürümüş ve barbarlığının bizim tarafımızdan birkez daha görüldüğünün, bu yönüyle sınıf kini ve öfkemizin daha da bilendiğinin farkında mısınız? Bunları düşenemezsiniz! Tek derdiniz baskı ve zor kullanarak bu sistemi ayakta tumaya çalışmaktır. Bu nedenle insanca düşünemez, insanca yaşayamazsınız.
Bizi yargılıyorsunuz! Neye dayanarak? İşkenceci polislerin ve savcının hazırladığı iddianame ile düşkünleşmiş bir kişiliğin ifadelerine. Tercihiniz kötü. Çünkü siz bunu yaparak tarihsel bir suça ortak oluyorsunuz. Yargınız bağımsız değil! Çünkü bizim kendi öz irademiz üzerine ortaya koyduklarımıza bile bakmıyor, aslı olup olmadığını bilmediğiniz ifadelere dayanarak yargı oluşturmaya çalışıyorsunuz. Yargılanacak ve cezalandırılacak birileri varsa, öncelikle işçi ve emekçilerin, devrimcilerin kanını akıtan kontr-gerilla çeteleri, tetikçiler, işkenceciler, ajan itirafçılardır. İtirafçılık bu çürümüş sistemin ürettiği çürümüş bir kurumdur. Bu bakımdan itirafçılığa dayanan bir yargılama da temelsiz ve ciddiyetten yoksundur.
Ya barbarlık içinde çöküş, ya sosyalizm!
Kapitalizm topyekün çürümüş bir sistemdir. Bu çürümüş düzene bir son verilmezse, toplumda bu çürümeyle barbarlığa sürüklencektir. Toplum bir bütün olarak çökmek istemiyorsa, bu çürümeye bir dur demek ve bu çürümenin temellerine karşı mücadele etmek zorundadır. Tarihin diyalektik akışı buna dur demeyi getirecektir.
Tüm kokuşmuş yöntemler gibi itirafçılık da düzene çare olamayacaktır. Bu açıdan egemen sınıfın ve onun hizmetindeki tüm kurumların bu sonu geciktirme çabaları boşunadır. Sınıf mücadelesi tarihi hükmünü vercektir. İnanıyorum ki, günü gelecek işçi sınıfı ve emekçiler kapitalizm denilen bu barbar sistemi yerle bir edeceklerdir. Onun yıkıntıları üzerinde, insanlığın eşitlik ve özgürlük içinde yaşayacağı sınıfsız bir toplumun yolunu açacak olan sosyalizmi kuracaklardır.
Enternasyonal proletaryanın önderlerinden Rosa Luxemburg’un proleter devrim davasına dair sözleriyle bitiriyorum sözlerimi:
“Vardım, varım, varolacağım!”
Hatice Yürekli
Ankara Merkez Kapalı Cezaevi
11 Mayıs ‘99