Friedrich Engels, 1820 yılında, Prusya krallığının Ren eyaletindeki Barmen’de doğdu. Varlıklı bir ailenin çocuğuydu. Bu konum Engels’in işçi sınıfının tarihsel misyonunu anlamasının önünde engel olmadı. Babası Engels’in bilim ve felsefeyle ilgilenmesini istemiyordu. Ancak Engels daha lise sıralarındayken o zamanlar Alman felsefesine egemen olan Hegel’in yolundan gitmeye başlamıştı bile. Hegel felsefesinin temel tezi evrenin sürekli değişim ve gelişim içinde olduğuydu. Hegel her ne kadar Engels’in nefret ettiği otokratlara ve bürokratlara hayran olsa da bu fikir devrimciydi. Engels de bu fikre tutunmuştu.
Her şeyin değiştiği, hiçbir şeyin sabit kalmadığı fikri, Engels’te, mevcut düzenin, toplumsal yapının, kültürün de değişebileceği fikrine varıyordu. Engels için bu düşünce heyecan vericiydi. Ve toplumsal yaşamı değiştirecek olan gücü aramaya koyulmuştu. Bu güç tek tek bireylerin gelişimi ya da o güne kadarki filozofların gökyüzünde uçuşan düşünceleri olamazdı. Bu güç maddi bir güç olmalıydı. Yaşamın içinde kendini ve var olan düzeni her gün üreten ama var olanla uzlaşmaz çelişkiler taşıyan bir güç...
Engels 1842 yılında babasının ortaklığını yaptığı bir fabrikanın bürosunda kâtiplik yapmak için Manchester şehrine gitti. Yolculuk sırasında Köln’e de uğrayıp yazılarından bildiği Karl Marx ile tanıştı. Engels, dünyanın atölyesi olarak anılan İngiltere’nin Manchester şehrinde işçi sınıfını tanıma imkânı buldu. Bu, aynı zamanda Engels’in aradığı şeyi, yani bütün toplumsal düzeni değiştirecek olan gücü de keşfetmesi anlamına geliyordu. Fabrikalarda ve emekçi semtlerinde gözlemlerde bulundu, işçi sınıfı üzerine ne kadar kaynak varsa hepsini inceledi ve İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu adlı ünlü yapıtını kaleme aldı. 1845 yılında yayımlanan bu yapıtın etkisi olağan üstüydü. Lenin, Engels’in ölümünün ardından kaleme aldığı yazıda bu yapıta ayrı bir yer verir ve şöyle değerlendirir:
“Engels’ten önce de, birçok kimse, proletaryanın acılarını yazmış ve ona yardımın gerekli olduğunu belirtmiştir. Proletaryanın yalnızca acı çeken bir sınıf olmadığını; aslında proletaryayı dayanılmaz bir biçimde ileri iten ve nihai kurtuluşu için savaşmaya zorlayan şeyin içinde bulunduğu utanç verici ekonomik durum olduğunu söyleyen ilk kişi Engels’tir.”*
Zamanı itibariyle yeni olan bu fikirler emekçi sınıfların durumunu nesnel olarak ortaya koyan ve onu sadece acınası gözlerle izleyen bir aydının kaleminden çıkmamıştı. Engels’in yaptığı şey burjuvaziyi ve düzeni en ağır şekilde suçlayarak, sosyalizmin maddi gücünün işçi sınıfında olduğuna işaret etmekti. Bunu yaparken şüphesiz daha önceden mektuplaştığı Marx’ın düşüncelerinin de büyük etkisi vardı. Tanışmalarının ilk yıllarında, 1844’te Marx ve Engels Kutsal Aile isimli yapıtı birlikte kaleme aldılar. Engels’in İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu adlı yapıtı yayınlanmadan önce Marx ve Engels’in dava dostlukları başlamıştı. Bu iki dostun birbirleriyle olan ilişkisi işçi sınıfının düşünsel silahı olan bilimsel sosyalizm adına muhteşem bir zenginlik yarattı. Marx ve Engels yaşamlarını sosyalizmin maddi gücü ilan ettikleri işçi sınıfına adadılar. Bu adanmışlık hem düşünsel hem de pratik anlamda bir adanmışlıktı. İşçi sınıfı düşünsel silahını bilimsel sosyalizmde, bilimsel sosyalizm maddi gücünü işçi sınıfında bulmuştu. Bu, teori ve pratiğin birleşmesiydi.
Marx’ın deyimiyle “Bugüne kadarki bütün filozoflar dünyayı değişik biçimlerde yorumladılar, ancak önemli olan onu değiştirmektir.”** Tam da bu bilinçle Marx ve Engels önce gizli Alman “Adiller Birliği” ile ilişkiler kurdular. Birlik, Haziran 1847’de Engels’in öncülüğündeki bir kongreyle Komünist Birlik’in kuruluşuna katıldı. 1848 yılında yayınlanan Komünist Manifesto, Komünist Birlik’in Marx ve Engels’i bu konuda görevlendirmesiyle doğdu. İki dost 1848 devrimlerinin etkisiyle Prusya’nın Köln şehrinde Neue Rheinische Zeitung isimli gazetenin yönetimine geldiler. Fikirlerini yaymak için kürsüye dönüştürdükleri ve kısa zamanda işçi sınıfı mücadelesinin çekim merkezi olan bu gazete kapatıldı. Marx yurttaşlıktan atılarak sınır dışı edildi, Engels ise silahlı halk ayaklanmasına katılarak özgürlük için üç muharebede savaştı. İsyancıların yenilgisiyle birlikte Londra’ya çekilmek zorunda kaldı.
Engels ardından Manchester’a geçti ve tekrar bir fabrika bürosunda kâtiplik yapmaya başladı. Marx Londra’daydı. Engels çalışarak dostu Marx’ın bilimsel çalışmalara devam etmesini sağladı. 1870 yılında Engels Londra’ya geçti ve ardından Marx’ın ölümüne kadar yani 1883 yılına dek sürecek olan en verimli entelektüel yaşantıları başladı. Marx bu 13 yıla bilimsel sosyalizmin baş yapıtı olan Kapital’i sığdırdı. Dostu Engels ise bu dönemde bilimsel sosyalizme yöneltilen saldırılara yoğunlaşarak bazı polemik kitaplar ele aldı ve sayısız makale yayınladı. Anti Dühring ile Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni isimli yapıtları bu zaman diliminde ön plana çıkan çalışmalarıdır. 1883’te Marx yaşamını yitirdiğinde Kapital’in yalnızca ilk cildi yayınlanmıştı. İkinci, üçüncü ve dördüncü ciltlerin yayınlanması görevi Engels’in omuzlarındaydı. Bu görev aynı zamanda Engels’e, dostu Marx’tan kalan bir mirastı. Engels yaşamının geriye kalanını Kapital’in tamamlanmasına ayırdı. İkinci ve üçüncü ciltler üzerinde büyük emeği olmasına rağmen bu yapıtları dostu Marx’ın imzasıyla yayınladı. Dördüncü cildi yayınlamaya ise 1895’te yaşamını yitiren Engels’in ömrü yetmedi.
Marx ve Engels gökyüzünde dolaşan felsefeyi yeryüzüne indirdiler ve onu ayakları üzerine diktiler. Onların görüşleri sadece tarih ya da iktisat alanında değil, doğa bilimleri alanında da karşılığını buldu. Maddenin hareket yasası olan diyalektik materyalizmin öğretmenleri Marx ve Engels insanlığın bütün bir düşünce tarihini kendilerinden öncesi ve sonrası olarak ikiye bölmüşlerdir. Bilimsel sosyalizm hakkında açık bir görüşe sahip olan herkes bu gerçekliğin farkındadır.
Engels’in 1883’te Marx’ın mezarı başındaki son sözleri, günümüzde ikisi için uyarlanarak çok daha güçlü vurgulanacak güncelliktedir:
“Adları yüzyıllar boyunca yasayacak, yapıtları da!”
K. Harun
* Friedrich Engels, V. İ. Lenin, 1895
** Alman İdeolojisi, K.Marx, F.Engels